• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı

65. Mustafa Düzgünman

MUSTAFA ESAT DÜZGÜNMAN

(1920-1990)

Son devrin tanınmış ebru ve cilt sanatkârı, dinî mûsiki icracısı. 9 Şubat 1920’de İstanbul Üsküdar’da Sultantepe’de doğdu. Babası, aynı semtteki Abdülbâki Efendi ve Aziz Mahmud Hüdâyî camilerinin imamlığını yapan Sâim Efendi’dir. İlk tahsilini tamamladıktan sonra babasının Üsküdar çarşısındaki aktar dükkânında çalışmaya başladı. Bu sırada annesinin dayısı hattat Necmeddin Okyay onu, hocalık yaptığı Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Türk Tezyinî Sanatları Bölümü’ne kaydettirdi (1938). Burada Necmeddin Okyay’dan eski tarz cilt ve ebru öğrenerek kısa zamanda kabiliyetiyle dikkati çekti, diğer kıymetli hocalardan da faydalandı.

 

Ancak hayat şartları sebebiyle bir müddet sonra okuldan ayrılarak tekrar baba mesleği olan aktarlığa döndü. Vefatına kadar titizlikle sürdürdüğü bu meslekte işinin ehli güvenilir bir esnaf olarak tanındı. Akademideki talebeliği yıllarında “şemse” denilen klasik cildin güzel örneklerini imal eden Düzgünman, bir müddet sonra o sırada çok az meraklısı bulunan bu sanatı da terketmek zorunda kaldı. Özellikle 1957’den itibaren daha fazla zaman ayırdığı ebruculukla meşguliyetini ise ölümüne kadar sürdürmüştür. Çeşitli konularda yeniliğe açık olduğu halde ebru sanatında klasik anlayışa sımsıkı bağlı kalan ve bu hususta modern uygulamalara iltifat etmeyen Düzgünman, ebruculukta kendisini geçtiğini söyleyen hocası Necmeddin Okyay’ın bu sanata kazandırdığı çiçekli ebru çeşitlerine papatyayı eklemiş, ayrıca çiçek şekillerini de ıslah etmiştir.

1940’ta başlayıp ölümüne kadar elli yıl süren ebruculuğu sırasında 1967’den itibaren çeşitli sergiler açan ve bazı sergilere katılan Düzgünman, hem eserleriyle hem de yetiştirdiği öğrencilerle bu sanatın tanınmasına ve yayılmasına hizmet ederek son otuz beş yılın ebruculuğuna âdeta damgasını vurmuş bir sanatkârdır. Mustafa Düzgünman, ebru sanatı dışında dinî mûsikiyle de meşgul olmuş ve tasavvuf zevkini Hâfız Eşref Ede’den almıştır. Muzıka-yi Hümâyun’da yetiştiği için “Mızıkalı” lakabıyla anılan Hâfız Muhittin Tanık, Üsküdar’daki Çarşamba Rifâî Dergâhı şeyhi Hayrullah Tâcettin Yalım ve Üsküdar Rifâî Âsitânesi şeyhi Hüsnü Sarıer gibi kıymetli hocalardan istifade etmiştir. Aziz Mahmud Hüdâyî Camii’nde uzun yıllar cuma günleri iç ezan ve teravih namazı aralarındaki ilâhi okuyuşuyla iyi bir icracı olarak da tanınan Düzgünman’ın, bir kısmının güftesi kendisine ait olmak üzere değişik makamlarda bestelediği yirmi kadar ilâhisi vardır. Onun bestekârlık tarafını gösteren ve son yılların dinî mûsiki repertuvarı açısından ayrı bir değer taşıyan bu ilâhiler, vefatından önce yakın arkadaşı neyzen Niyazi Sayın tarafından notaya alınarak tesbit edilmiştir. Ayrıca vaktiyle meşkettiği dinî eserleri son zamanlarında banda okuyarak tesbit edilmelerini sağlamıştır. 1953’ten 1979’a kadar yirmi altı yıl müddetle Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı’nın türbedarlığını yapan Düzgünman, halk ağzıyla koşma tarzında bazı şiirler de yazmıştır. Bunlar arasında, ebrunun tarihçesi, özellikleri ve mahiyetini anlatan yirmi kıtalık “Ebrûnâme”si en tanınmışıdır Kıymetli tesbihler, yazı levhaları, kendi ebruları, şemse tarzında yaptığı kitap kabı, kutu ve çerçevelerden oluşan koleksiyonu halen ailesinde bulunmaktadır. Ayrıca eski tarz körüklü fotoğraf makinesiyle 1000’e yakın hat örneğini emülsiyonlu cama tesbit etmiş, bazıları Kalem Güzeli (Ankara 1981) ve İslâm Kültür Mirâsında Hat San’atı (İstanbul 1992) adlı eserlerde yer alan bu fotoğraf camlarının asılları daha sonra kendisi tarafından Türkpetrol Vakfı’na hediye edilmiştir. 12 Eylül 1990 Çarşamba günü vefat eden Mustafa Düzgünman’ın kabri Karacaahmet Mezarlığı’ndadır.

Soldan Sağa : Eşref Ede, Mustafa Düzgünman, Necmeddin Okyay

EBRUNAME

Ebrudaki görünen şu nukûşâta iyi bak,

Şuunât-ı ilâhîdir sıfatından ayan Hak

Nakş-ı sun'un pertevinden Hubb-u Rahman âşikâr,

Rûyetullah sırrıdır bu müsemmâdır her varak.

 

Zan etme ki bu eşkâlin hâlikıyız senle ben,

Gafil olup şirke dalma bir fâildir iş gören,

Fırça, çanak, boya, tekne vâsıtadır bilmiş ol,

Hep suver-i ilmiyyedir mezâhirde görünen.

 

Türlü türlü şekillerle arz-ı dîdâr eyleyen,

Kitâb, levha, sâir eşya zeyn-i envâr eyleyen,

Şuh ve câzip hatlarıyla kalb-i insan zevkiyâb,

Saltanat-ı ebrûdur bu aşk-ı izhar eyleyen.

 

Onaltıncı yüzyılında Turan ebru mebdei,

Orda zâhir olmuş amma burda bulmuş neş'eyi,

Yüce Türkler ülkesinde kemâl bulmuş bu hüner,

Rabbim dâim hıfz eylesin ebrû yapan zümreyi.

 

Ebru demek ebir demek yâni gökteki bulut,

Ab-ı rû da tutar mânâ su yüzüdür et şuhût,

Bir kelâm-ı farisîdir ebrû insan kaşları,

Her tevcihe sezâdır kim mânâsı da pek velût.

 

Kadîm ecdât yâdigarı müzeyyen bir san'âttır,

Tabiatten mülhem olan bu nakışlar mir'âttir,

Sâni-i Hak sun'undan hep kendi kendin seyreder

Nakış nakkaş şey-i vâhit bir vahdeti hikmettir.

 

Bu meslekte çok ustalar emek verip yetişmiş,

Biz yetiştik zevâline hepsi Hakka göç etmiş,

Büyük üstat Özbek Şeyhi Ethem Kâmi Efendi,

Hezar-fen, pür mârifet bu san'âtta pîr imiş.

 

Son zamanlar şems-i ebru gurub etmiş nâgihân,

San'atkârı kalmamış hiç, ne de işten anlayan,

Bir er çıkmış Üsküdar'dan ihyâ etmiş bu zevki,

İsmi hattât Necmeddin'dir tek üstatdır bu zaman.

 

Üstadımız Necmi Molla çığır açmış bu işte,

Azimkârdır, muktedirdir anlayışta sezişte,

Lâle sünbül karanfille bezendirmiş ebruyu,

Tâlim etmiş tâliplere zevâl yok bu gidişte.

 

Destizenkte ezilir hep renkli cism-i boyalar,

Sarı zırnık inatçıdır ebrucuyu oyalar,

Zırnık, lâhur, gül bahar, al ebruda hep esastır,

Bu dört renkle çok renk olur bu cümbüşte neler var.

 

Bu çeşitli boyaların cilvegâhı teknedir,

Rahm-i mâder gibi sanki reng-i vusla teşnedir,

Tekne içre kitre mahlûl bekler sırr-ı fıtratı,

Bazen tutar bazen tutmaz bir acâyip nesnedir.

 

Ayrı ayrı çanaklarda boyaların kıvamı,

Su, öd ile ayarlanır başlar işin devamı,

Kitreli su üzerine fırçalarla boyalar,

Serpilerek nakşedilir kâğda çıkar tamamı.

 

Târif gerçi kolay amma tatbikatta güçlük var,

Tecrübesiz yapılırsa insân olur bî karar,

Görünüşe aldanıp da çok kolaymış deme sen,

Bir ihtisas işidir bu âşık olan er yapar.

 

Mütenevvî şekillidir ebrûların sureti,

Battal, hatip, taramayla gör âsâr-ı kudreti,

Karanfille lâle sünbül papatyayla menekşe,

Taraklı da tezyin eder bu elvân-ı kesreti.

 

Ebru yapan seyredende gam kasâvet bulunmaz,

Gönülleri tenşit eder zevkle doyum olunmaz,

Yapan hayran, bakan hayran, alan, satan hep ayran,

Bu ebrudan zevk almayan ebrucuya yâr olmaz.

 

Nazar kıldık kâinata baktım mutlak ebruya,

Vech-i yâri âyan gördüm salât ettim bu Ru'ya,

Kenz-i mahfi tezâhürü aşk-ı Hüdâ nümâyan

Ebru görüp Allah dedim irdim kalbi duyguya.

 

Bî hududu zevk-i elvan ebruculuk san'âti,

Erbâbının nazarında çoktur onun kıymeti,

Her varakta sırr-ı cemâl âşikârdır zahidâ,

Bu ebrûlar, bu safâlar hepsi aşkın hikmeti.

 

Ben ebrûya âşık oldum düştüm onun peşine,

Leylâ gibi nazlar etti yaramadı işime,

Bir aralık isyan ettim görmedim hiç iltifat,

İnsaf edip yüzün güldü işler açtı başıma.

 

Besmeleyle tezgâh açıp ebru yapan kişiyiz,

Fırça ile su üstünde hüner satan kişiyiz,

Üstadımız Özbek Şeyhi hem Necmeddin hocadır,

Büyüklere boyun kesip Hakka tapan kişiyiz.

 

Ey Mustafa nakş-ı sevda sana neler öğretti,

Derûnunda duran nakkaş "Eynemâ"yı öğretti,

Bab-ı ebrû rehnümadır vech- bâkî fehmine,

Ârif olan bu ezharı bir noktadan seyretti.

 

Âb-ı rû: Yüz suyu. Âb-rû: su yüzü.

Destizenk: farsça "deste-seng" kelimesinden türemiş galat-ı meşhûr.

Deste-seng: mermerden bir altlık ile gene mermerden bir merdâneden oluşan ve ebrû boyalarını ezmede kullanılan bir araç.

Tenşit: Şenlendirme, neşelendirme, ferahlandırma.

"Eynemâ": Kur'ân'da Bakara sûresinin 115. âyeti olan: "Fe eynemâ tuvellû, fe semme vechullah" (Nereye dönerseniz dönünüz Allah'ın Vechi oradadır) âyetine işâret. Son iki beytin mânâsı: "Ey Mustafa! Hakk'a olan aşkının nakışları sana neler öğretti? İçinde gizli olan ve bu Mükevvenât'ı inceden inceye işlemiş olan Nakkaş ise sana Nereye dönerseniz dönünüz Allah'ın Vechi oradadır âyetinin sırrını ilhâm etti. Ebrû kapısı insanı Bâkıy olan Allah'ın Vech'ini fehmetmeye sevk eder. Ârif olan kişi ise bütün bu zuhûrâtı Vahdet noktasından müşâhede eder".

Cumhuriyetin Üsküdar 100’leri
 
 
 
 
 
 
Aktif Ziyaretçi39
Bugün Toplam85
Toplam Ziyaret4131
Üyelik Girişi
Takvim
Hava Durumu