• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarıyla Açılan Kapı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
Ajandam Üsküdar 2025
Site Haritası

Karacaahmet Mezarlığı

KARACA AHMED

Abdalân-ı Rûm zümresine mensup Türkmen dervişi ve halk hekimi.

Orhan Gazi devrinde yaşadı (Âşıkpaşazâde, s. 200; Âlî Mustafa, s. 62). Rivayete göre Acem diyarında hükümdarlık yapan (Hoca Sâdeddin, V, 9) Süleyman el-Horasânî’nin oğludur (Uluçay, I, 19). Başlangıçta zevk ve safa içinde bir hayat sürerken bir vesileyle dervişliğe yönelmiş, Anadolu’ya gelerek (Taşköprizâde, s. 12; Mecdî, s. 33) Geyve Akhisarı’nın fethine katılmış, fetihten sonra da buraya yerleşmiştir (Baldırzâde Mehmed Efendi, s. 281).

Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi’nde Karaca Ahmed’in Anadolu erenlerinin gözcüsü ve Sivrihisarlı Şeyh Nûreddin’in müridi olduğu ifade edilmektedir. Vilâyetnâmeye göre Hacı Bektâş-ı Velî Anadolu’ya geldiğinde Karaca Ahmed Anadolu’da bulunuyordu ve Fatma Bacı’nın uyarısıyla Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’te olduğunu yanındakilere bildirmişti. Bazı kerametlerini gördükten sonra yanına giderek kendisine intisap eden Karaca Ahmed’in Hacı Bektaş ile karşılaşması sırasındaki olaylar, Orta Asya şaman geleneğinde yer alan olağan üstü güçlere sahip olma ve vahşi hayvanları itaat altına alma gibi motifleri yansıtması bakımından önemlidir (Ocak, Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri, s. 141 vd.).

Saruhanoğulları’na ait bir vakfiyede Karaca Ahmed’in 1371 yılında hayatta olduğu kaydedilmektedir (Uluçay, I, 139). Bu durumda onun Hacı Bektaş’la görüşmesi pek mümkün görünmemektedir. Ayrıca Hacı Bektaş’ın 1240’ta Babaîler isyanı sırasında kardeşi Menteş ile birlikte Anadolu’ya geldiği düşünülürse (Âşıkpaşazâde, s. 204; Ocak, Babaîler İsyanı, s. 128) Karaca Ahmed’in ondan önce Anadolu’ya gelip Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelişini haber verdiğine dair rivayetlere şüpheyle bakmak gerektiği ortaya çıkar.

Orhan Gazi döneminde Bizanslılar’la yapılan Pelekanon Savaşı’ndan sonra Üsküdar’a gelerek bugün kendi adıyla anılan türbe ve mezarlığın bulunduğu bölgeye yerleşen Karaca Ahmed burada kurduğu tekkede çok sayıda mürid yetiştirmiş, tekkesi Osmanlı-Bizans sınırında bir tampon bölge görevini üstlenmiştir. Dönemin önemli şahsiyetlerinden birinin gözlerini tedavi ettiği ve karşılığında birçok arazinin mülk olarak kendisine vakfedildiği rivayet edilmektedir. Osmanlı topraklarında büyük şöhrete kavuşan ve tarihçi Âlî Mustafa’nın ifadesiyle Rum abdallarının “kutb-i nâmdâr”ı haline gelen Karaca Ahmed (Künhü’l-ahbâr, s. 55) Balkanlar’da çok defa Aziz George ile özdeşleştirilmiş, bunun sonucunda hıristiyan halk onu ve dolayısıyla İslâmiyet’i kolayca benimsemiştir.

Karaca Ahmed, Rumeli’deki fetihlere katıldıktan sonra Anadolu’nun pek çok yöresini dolaşarak hem hastaları tedavi etmiş, hem de kurmuş olduğu tekkeler vasıtasıyla Anadolu’nun İslâmlaşma’sına katkıda bulunmuştur. Osmanlı topraklarından geniş bir mürid kitlesiyle birlikte ayrıldıktan sonra ilk olarak Afyon’da bugün kendi adıyla anılan bölgede yerleşen Karaca Ahmed’e, bu faaliyetleri esnasında Göynük’te türbesi bulunan Yargeldi Sultan ve Hasan Basri gibi arkadaşları refakat etmişlerdir. Bu bölgede beylerden birinin akıl hastası kızını tedavi etmesi onun şöhretini daha da arttırmış ve burada kendisine geniş araziler vakfedilmiştir (Bayar, s. 67). Ancak kendisi bir süre sonra Afyon’dan ayrılıp Saruhanoğulları’nın hüküm sürdüğü Manisa bölgesine yerleşmiştir. Karaca Ahmed Manisa’ya geldiğinde Saruhan Bey’in Manisa ve Akhisar’ın fethiyle uğraştığı, Karaca Ahmed’in elli yedi bin müridiyle birlikte bu fethe katıldığı rivayet ediliyorsa da (a.g.e., s. 71) bu bilgi şüphelidir. Tarihî kayıtlardan, onun Saruhanoğulları topraklarında bu beyliğin son hükümdarı İshak Bey zamanında yaşadığı anlaşılmaktadır. Akhisar muhtemelen Karaca Ahmed’in son durağı olmuş (Köprülü, s. 259; Üner, III/12 [1974], s. 19), bundan sonra başka bir yere gitmeyip kurmuş olduğu tekkesinde hem ruh hekimliği yapmış hem de mürid yetiştirmiştir. Saruhanoğulları’nın vakfiyelerinde 1371 yılında Revak Sultan’a yapılan bir vakıf tahsisinde Karaca Ahmed’in şahit olarak adı geçmekte, 1390’da Hoşkadem Mescidi ve Yengi’deki Karaca Ahmed evkafının Karaca Ahmed Tekkesi’ne vakfedilmesine dair belgede ise artık yaşamadığı anlaşılmaktadır (Uluçay, I, 139 vd.). Bu durumda onun 1371-1390 yılları arasında vefat ettiği söylenebilir. Mecdî, mezarının Akhisar’da kendi adıyla anılan köyde bulunduğunu kaydeder (Şekāik Tercümesi, s. 33). Karaca Ahmed’in ölümünden sonra şeyhlik ve ruh hekimliği vazifesini oğlu Eşref devam ettirmiştir. Ayrıca Hızır Abdal adında bir oğlunun daha olduğu bilinmektedir.

Karaca Ahmed’in Bektaşîliğe intisabı ve daha sonra bu tarikatın en önemli şahsiyetlerinden biri haline gelmesi Hacı Bektaş’tan ziyade Abdal Mûsâ ile ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Karaca Ahmed’in Osmanlı topraklarında bulunduğu sırada bölgede yoğun bir şekilde Bektaşîlik propagandası yapan Abdal Mûsâ kendisiyle Hacı Bektaş ocağının postnişini olması sıfatıyla görüşmüş olmalıdır.

Onun İstanbul, Afyon, Manisa, Aydın, Sivrihisar, Göynük, Makedonya’da yedi türbesi; Akhisar Karaköy, Eşme-Karaca Ahmed ve Manisa Horoz köylerinde üç makamı bulunmaktadır. Üsküdar’daki türbenin yanında Karaca Ahmed’in Horasan’da binerek Anadolu’ya geldiğine inanılan atının bulunduğu bir mezar daha vardır. Karacaahmet Mezarlığı da onun adına izâfe edilmiştir.

Karaca Ahmed’in ruh hastalarını tedavi eden bir hekim olduğu inancı, “Karaca Ahmed ulu velî / Uslu olur gelen deli” beytiyle günümüzde de devam etmektedir. Türbelerinde hasta tedavilerinin yapılmakta olması halkın ona karşı sevgisini ve Türk tıp folklorundaki yerini göstermesi bakımından önemlidir.

https://islamansiklopedisi.org.tr/karaca-ahmed

 



 

KARACAAHMET KABRİSTANI

Adres: İstanbul Üsküdar’da şehrin en eski ve en büyük mezarlığı.

Orhan Gazi tarafından 753 (1352) yılında fethedilen Üsküdar’da müslüman mezarlığı I. Murad devrinde oluşmaya başlamış, İstanbul’un fethinden sonra giderek genişlemiştir. Mezarlığa adı verilen Karaca Ahmed, Anadolu’nun İslâmlaşmasında önemli katkıları olan abdalân-ı Rûm zümresinden menkıbevî bir şahsiyettir. Bu kimliğinden dolayı çeşitli yerlerde yedi ayrı türbesi bulunmaktadır. Üsküdar’da kabristan içindeki türbesi de bunlardan biridir. Evliya Çelebi’nin, “Karaca Ahmed Sultan Tekkesi mezaristan içindedir” şeklindeki ifadesinden burasının o dönemde bir türbe-tekke olduğu anlaşılmaktadır. Resmî olarak 1110 (1698) yılından itibaren Karacaahmet Sultan Mezarlığı olarak adlandırılan mezarlığın bir diğer adı da Üsküdar Mekābir-i Müslimîni’dir.

Şehircilik tarihi açısından da önem taşıyan Karacaahmet Mezarlığı’nın başlangıç noktası Menzilhâne Yokuşu’nun (günümüzde Gündoğumu caddesi) başı idi. Cumhuriyet döneminde yapılan imar faaliyetleri sonucunda kuzeydeki Tunusbağı caddesinin nihayeti ve burada halen mevcut olan 1092 (1681) tarihli Hacı Fâik Bey Çeşmesi mezarlığın başlangıcı olmuştur. Karacaahmet Mezarlığı’nı, Menzilhâne Yokuşu başından başlamak üzere hepsi eski birer yerleşim yeri olan İnadiye, Tunusbağı, Çiçekçi, Talimhane, Haydarpaşa, İbrahimağa, Seyitahmet deresi, Harmanlık, Nuhkuyusu ve Aşçıbaşı mahalleleri ve semtleri çevreler. Günümüzde içinde bulunan yollarla birlikte yaklaşık 750.000 m2’lik bir araziyi kaplayan mezarlık Miskinler, Saraçlar Çeşmesi, Şehitlik, Musallâ ve Duvardibi adlı beş büyük bölgeye ayrılır. Mezarlık kuzeyde Tunusbağı’ndan güneyde İbrahimağa çayırına doğru eğimli bir arazi yapısına sahiptir. Seyitahmet deresi vadisi mezarlığın en çukur kısmını teşkil eder. Güneyinde İbrahimağa çayırının devamında Karacaahmet Mezarlığı’ndan ayrı kabul edilen Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı yer almaktadır.

Karacaahmet Mezarlığı, eskiden Ayrılık Çeşmesi’nden sonra Acıbadem caddesini aşarak yamaçtan aşağıya Söğütlüçeşme’ye inmekte, buradan itibaren mezarlığa Mahmutbaba Mezarlığı adı verilmekteydi. Bu mezarlığın karşısında Söğütlüçeşme Tren İstasyonu önünde bir bölüm daha vardı. Burada dereyi aşan Taşköprü’den sonra mezarlık Fenerbahçe Stadyumu arkasında devam ederdi. Karacaahmet’in son ucu, şimdi Ankara yolu sapağı başındaki Kalyonlar başhalifesi ve ailesinin sofasıyla az ilerideki Kızıltoprak Camii yanındaki hazîre idi.

Menzilhâne’den başlayarak Karacaahmet Türbesi’nin önünden geçen ve mezarlığı katedip Ayrılık Çeşmesi’ne ulaşan güzergâh surre alayının yapıldığı ve ordunun sefere çıktığı yoldur. Bu yol, iki yanında yer alan ve her biri bir mimari şaheseri olan aile sofaları ve devlet adamlarının mezarlarıyla Karacaahmet Mezarlığı’nın bel kemiğini oluşturur. Yol üzerinde mezarlar arasında sırasıyla Hoca Sâdeddin Efendi, Karaca Ahmed, Arapzâde, Mollacık, Miskinler ve Hacı Hüseyin Paşa sebilleri bulunmaktadır.

Mezarlık, etkileyici görünümü ve mimari ihtişamıyla yüzyıllar boyunca yabancı seyyahları büyülemiş, bazı seyyahlar hâtıralarında bu mezarlıktan söz etmişlerdir. Mezarlığa ait en eski fotoğraflar 1852-1854 yıllarında Ernest de Caranza tarafından çekilmiş, onu Abdullah Biraderler, Bergren ve Foto Sabah takip etmiştir. Hâtıratında mezarlığı anlatanların başında yer alan Theophile Gautier, Karacaahmet’in Doğu’nun en büyük mezarlığı olduğunu söyleyerek hayranlığını dile getirmiştir. R. Walsh ise burasını eğimli bir arazi içinde geniş yollarla ayrılmış büyük bir ormana benzetmiştir. Onun tasvir ettiği sahne Thomas Allom tarafından gravür olarak resmedilmiştir.

Osmanlı aydınları, binlerce kabir taşını ve arşiv bilgisini içinde barındıran Karacaahmet Mezarlığı’na gerekli ilgiyi göstermiş, Mehmed Süreyyâ Bey, Fındıklılı İsmet Efendi, Ali Fuat Paşa, Şeyh Kemâleddin Efendi gibi şahsiyetler kabristanda yatanların kabir taşlarını ve kimliklerini araştırırken Ressam Hoca Ali Rızâ ile Murtaza Elker ve diğerleri Karacaahmet’le ilgili çalışmalar yapmışlardır. Dağınık evrak halindeki bu çalışmaların bir kısmı kaybolmuş, ancak bazıları yayımlanabilmiştir. Mekteb-i İ‘dâdî Harbiyye-i Şâhâne öğretmenlerinden Kolağası Mehmed Râif Efendi’nin burada gömülü 138 meşhur kişi hakkında yaptığı derleme Mir’ât-ı İstanbul (İstanbul 1314) adlı eserinin içinde yer almaktadır (s. 149-197). Üsküdar Mahkeme-i Şer‘iyyesi mukayyidi Behcetîler’den İsmâil Hakkı Üsküdârî’nin 1930’da tamamladığı Merâkid-i Mu‘tebere-i Üsküdar adlı kitap (İstanbul 1976) 540 adet kabir ve kitâbesini ihtiva eder. Karacaahmet Mezarlığı’ndaki bütün kitâbelerin tesbiti için Türk Tarih Kurumu tarafından Rıfkı Melûl Meriç başkanlığında oluşturulan kurulun çalışmalarından bir sonuç alınamamıştır. Hikmet Turhan Dağlıoğlu, İ. Fazıl Ayanoğlu, Cemalettin Server Revnakoğlu, Tugan Saraçoğlu ve Enver Ergüven’in çalışmaları da yayımlanamamıştır.

Resmî ve ilmî kodeksler bulunmaması sebebiyle mezarlığın bazı adaları belediye hizmetleri kapsamına alınarak istimlâk edilmiş, eski mezar taşları yok edilerek tamamen yeni bir kabristan haline getirilmiştir. İstanbul Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nce verilen ada numaralarıyla tapu idaresinin verdiği kadastro ada numaralarının farklı olmasından doğan aykırılık Karacaahmet’e ait bir bölümün mezarlık dışı sayılmasıyla sonuçlanmıştır. Mezarlığın çok önemli bir bölümü olan Seyitahmet deresi ve buradaki İranlılar Tekkesi de son yıllarda Karacaahmet’in bütünlüğünden çıkarılmış, dere yatağı tahrip edilmiş ve yaklaşık 35.000 m2’lik bir alan nakliyat şirketlerinin ambarı haline getirilmiştir.

İçinde birçok kuş türünün yaşayıp yuvalandığı Karacaahmet Mezarlığı başta servi olmak üzere çınar, defne, çitlembik gibi ağaçları ve çeşitli bitkileriyle bir orman görünümündedir. Mezarlığın içinde ve çevresinde altı tekke ve namazgâh, üç cami, yedi çeşme, iki mektep, bir hastahane ve bir kireçhane yapılmış, ayrıca su ihtiyacını karşılamak üzere irili ufaklı çeşitli kuyular açılmıştır. Miskinler’deki 1303 (1886) tarihli Edhem Paşa Kuyusu ile Çiçekçi’deki 1318 (1900) tarihli Nâci Bey Kuyusu bunlar arasında zikredilebilir. Bu kuruluşlar vakıf sistemiyle tesis edilmiş olduğundan her birine görevliler tayin edilmiş, mezar ve defin işleri mezarcılar kethüdâlığının sorumluluğuna verilmiştir. Ehl-i hiref teşkilâtına mensup taşçılar, vakıf hizmetlileri, mezarlık ziyaretçileri, bu saha dahilindeki vakıf müesseselerinin mensupları Karacaahmet’teki gündelik hayatın canlı birer parçası idiler. Mezarlık hizmetleri vakıf sisteminden çıkarılarak belediye hizmetleri kapsamına alınınca âbkeş, duâgû ve hâfızlık gibi resmî paralı memuriyetler kalkmış, böylece gravürlerdeki görüntüler bir hayal olmuştur.

Yeniçerilerin Hacı Bektaş Ocağı ile ilişkileri mezarlığa Karacaahmet adının verilmesinin sebebini açıklamayı kolaylaştırmaktadır. Bu ocağa mensup yeniçeriler Karacaahmet’e bölük bölük, cemaat cemaat, onların arasından yetişen çorbacı, vezir, reîsülküttâb gibi şahıslar makamlarına göre düzenli olarak gömülmüştür. Bu durum, aynı zamanda hayattaki hiyerarşinin kabristanda da devam ettirilmiş olduğunu göstermektedir. Çoğu yerde bir vezir veya şeyhülislâm aile efradıyla yahut devrinin mülkî âmirleriyle yan yana gömülmüş, bu yerler giderek mezarlıkta özel bölümler oluşturmuştur. Özel adlarla anılan bu bölümler şunlardır: 1. Çiçekçi. Çiçekçi Camii’nin karşısındaki bölüm adını camiden ve buraya gömülmüş olan çiçekçilerden alır. Sofular ve Havuzkapısı diye iki kısma ayrılır. 2. Duvardibi. Dört yol ağzında su terazisinin bulunduğu geniş sahadır. Hanya fâtihi Gazi Yûsuf Paşa’nın kabri buradadır. 3. Harmanlık. Nuhkuyusu caddesinin aşağısındaki Karacaahmet Mezarlık Memurluğu’nun alt ve yan tarafıdır. Tabanı Yassı ve Divitçiler bölümleri vardır. 4. Hattatlar. Reîsülhattâtîn Şeyh Hamdullah Efendi’nin gömülü olduğu bölgedir. 5. Hünkâr imamı mevkii. Karacaahmet’in Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı ile birleşen en güney kısmıdır. 6. İnadiye. Bandırmalızâde Tekkesi’nin önünden itibaren Tunusbağı’na ve Karaca Ahmed Türbesi’ne doğru giden bölgedir. Selim Dede ve Voynuk Ahmed Ağa bölümleri vardır. 7. Kaygusuz İbrâhim Baba. Tıbbiye caddesiyle Saraçlarçeşmesi Caddesi arasındaki adanın üst kısmıdır. Kaygusuz İbrâhim Baba ve müridleri burada gömülüdür. Nâmık Paşa aile sofası da burada yol kenarındadır. 8. Kuyubaşı. 9. Miskinler. Adını burada kurulmuş cüzzamhâneden alır. Saraçlarçeşmesi caddesi üzerindeki Balım Ağa Çeşmesi’nin civarıdır. Sıkselviler ve Emîr Kasım adlı iki bölümü vardır. 10. Saraçlar Çeşmesi. İbrâhim Ağa Camii ile Ayrılık Çeşmesi arasındaki kısım olup tamamen istimlâke uğramış, yol kenarında sadece Sadrazam Halil Hamîd Paşa aile sofası kısmı kalmıştır. Burası da üzeri toprakla örtülmek suretiyle yok edilmek üzeredir. Bu bölümün İbrahimağa, Ayrılık Çeşmesi, Paris mahallesi kısımları yok edilmiştir. 11. Seyitahmet deresi. Dere vadisinde bir mesire yeri olan bu bölüm yok edilmiştir. Halen İranlılar Tekkesi ve özel mezarlığı mevcuttur. Mezarlığın güneydoğu ucudur. Bu kısım Ayasofyalılar, Taşköprü, Yağlıkçılar, Edhem Paşa bölümleriyle meşhurdur. 12. Şehitlik. İçteki orta kısımdır. 13. Yüksek Kaldırım. İnadiye’nin doğu kısmındaki sahadır. 14. Tunusbağı. Mezarlığın en meşhur kısmı olup sağlı sollu eski kabirlerle doludur. Sofular, Karaağaçlar, Avas Mehmed Paşa bölümleri vardır.

Mezarlığın başlangıcı olan Menzilhâne başında surre eminliği, defterhâne eminliği gibi vazifelerde bulunan Yûsuf Rızâ Efendi’nin 1827 tarihli kafesi horasanî destarlı mezar taşını hâvî aile sofası ve dua duvarı bulunmaktadır. Karacaahmet’in ortasından geçen yol buradan başlar. Devamında 1768 tarihli Taşçıbaşılar sofasına ulaşılır. Dîvân-ı Hümâyun’dan Hâşim Ali Bey’in kabrinin önünden geçilip Kadı Müderris İbrâhim Şefik Efendi’nin sağ tarafta duvar kenarındaki 1828 tarihli örfî kavuklu kabri önüne gelinir. Az ileride sol tarafta toprak seviyesinden 1,5 m. yükseklikte 22 m. uzunluğunda özel bir sofa içinde 1632’de Topkapı Sarayı’nda âsilerce şehid edilen Sadrazam Hâfız Ahmed Paşa’nın kabri vardır. Onu geçip sağda Osman Şems Efendi ile Eşrefzâde Sırrı Efendi ve ihvanının mezarları önünden devam edilerek solda Hoca Sâdeddin Efendi Sebili’ne ve Şeyhülislâm Sâdeddin Efendi ile Mevlevî Reşad Bey’in kabirlerine ulaşılır. Sebil hazîresinin bitişiğinde Karaca Ahmed Sultan Tekkesi ve Türbesi, karşısında ise Rodosî Camii yer alır. Camiye bitişik hazîrede mezarcılar kethüdâsı Hâfız Hasan Efendi’nin 1804 tarihli kabir taşı bulunmaktadır. Buradan Ayrılık Çeşmesi’ne uzanan yol 1950’deki imar faaliyetleri sırasında genişletilmiştir. Şehitlik yönünde o tarihte açılan kapının arkasında Mimarbaşı Kasım Ağa’nın, onun hizasında şair Enderunlu Vâsıf’ın, onun da aşağısında hâcegândan şair İbrâhim Efendi’nin 1780 tarihli kabir taşı vardır. İbrâhim Efendi’nin kabir taşının yanında Arapzâde Kuyusu ve Sebili yer almaktadır. Bundan sonra ihtişamlı görünüşüyle İshakefendizâdeler ve Dürrîzâdeler’in uzun aile sofaları görülür. Bu sofada Anadolu Kazaskeri Muhtar Ahmed Efendi’nin 1811 tarihli örfî kavuklu, Şeyhülislâm Dürrîzâde Abdullah Efendi’nin 1828 tarihli örfî kavuklu, Vezir Ali Paşa’nın 1826 tarihli kallâvî kavuklu, tulumbacı yeniçerilerinden Genç Osman’ın 1816 tarihli dardağan kavuklu ve tulumba remizli taşı yan yana ön sırada Dîvân-ı Hümâyun’da bulunuyorlarmış gibi sıralanmıştır. Cornelius Gurlitt, bu ihtişamlı mezar taşlarının fotoğrafını Konstantinopel adlı eserinde yayımlamıştır. Bu sofanın karşısında Sadrazam İbrâhim Hilmi Paşa’nın 1825 tarihli kallâvîli mezar taşı ile 1853’te vefat eden Sadrazam İbrâhim Sarım Paşa’nın kabirleri hizasında 1865 tarihli harap haldeki Hacı Hüseyin Paşa Sebili’ne gelinir. Sebilin karşısı Balım Ağa Çeşmesi’nin bulunduğu Miskinler mevkiidir. Burası İbrahimağa çayırının sınırı olup sebil hizasında 1785 tarihli Halil Hamîd Paşa sofası ile Ayrılık Çeşmesi’ne uzanır. Sadrazam Halil Hamîd Paşa sofası Karacaahmet Mezarlığı’nın en uzun sofasıdır (31 m.). 300 m2 sahalı bu sofada 1784 tarihli ve kallâvîli ayrı iki taş Halil Hamîd Paşa’nın buradaki kesik başı için konulmuştur.

Karacaahmet Mezarlığı’nda bazı mekânlar kesme taş duvarlarla yükseltilmiş ve içi toprak doldurularak aile sofaları meydana getirilmiştir. 1734 tarihli Mirzazâdeler, 1736 tarihli Dürrîzâdeler, 1742 tarihli Âtıfzâdeler, 1762 tarihli Taşçılar ve 1873 tarihli Tırnakçızâdeler mezarlıkta bulunan meşhur aile sofalarıdır. Harmanlık bölümünde yer alan Mütercim Âsım Efendi’nin 1819 tarihli sofası ile Kaygusuz İbrâhim Baba bölümünde yer alan Nâmık Paşa’nın 1892 tarihli sofası yeni tarzdaki sofalara örnek olarak gösterilebilir.

Mezarlıktaki bazı mezarlar açık türbe haline getirilmiştir. Osman Şems Efendi, Melek hazretleri, Şeyh Behcetî Konevî, İbrâhim Hayrânî, Silistreli Süleyman Efendi ve Bekir Sıdkı Ateşli’nin kabirleri bu tür türbelerdir. Nişancı Hamza Paşa’nın üstü kubbeli açık türbesi yanlışlıkla “at mezarı” olarak tanıtılmaktadır. Divan edebiyatının ünlü şairlerinden Nâbî, Nedîm, Enderunlu Vâsıf ile Emin Hâkî, Nâbizâde Nâzım, Mirzazâde Ahmed Neylî de Karacaahmet’te gömülüdür.

Karacaahmet’te XVI. yüzyıldan kalma mezar taşı hemen hemen yok gibidir. Yer yer 1110’dan (1698) sonrasına ait mezar taşları görülebilmektedir. Mevcut en eski mezar taşı Şeyh Hamdullah Efendi’ye ait olup 1520 tarihlidir. Taşların çoğunluğu XIX. yüzyıla aittir.

Karacaahmet’te taş kapaklarla mezar odacığı veya tahta kapaklarla doğrudan toprağa gömme tarzında iki tür defin usulü uygulanmıştır. Eski definlerin çoğunluğu taş kapaklı mezar odası tarzındadır. Mezarlık ve mezar taşlarının inşa ve imarı ehl-i hiref taşçıları ve hattatlarınca icra edilmiş, kabirlerin korunmasına özen gösterilmiştir. Günümüzde Karacaahmet’te defne açık bölgelerde hızlı bir mezar taşı katliamı söz konusudur. Defne kapatılmış bölgeler ise iklimin ve zamanın tahribine terkedilmiştir.

https://islamansiklopedisi.org.tr/karacaahmet-mezarligi

 

Karacaahmet

İkimiz tek katlı bir arabayla
Karacaahmet'den, akşam, yol aldık.
Batan bir güneşle, doğan bir ayla
Tükenmez servilik, bitmez mezarlık

Karacaahmed'in ıssızdır yolu,
Ve içi tabut kadar serindir.
Taşların boşluğa açılan kolu
Sevmeye kanmadan ölenlerindir.

Karacaahmet'de güneş geç doğar,
Ve iner geceler akşamdan erken,
Taşına yaslanıp dinlenenler var,
Sindiler görünce bizi geçerken.

Bizimle oradan geçti bir rüzgâr,
Ürperdi bir alın gibi her kabir,
O burma sütunlar, o taş kavuklar
Düştükleri yerden doğruldu bir bir...

Eliyle her mezar iki serviyi
İterek iki dal gibi bir yana,
Sevgilim, gördüm ki iyiden iyi
Ardınca hasretle baktılar sana!

Bu bakış bir gönül sırrından ince.
Sandım, bu bakışta biraz ben varım:
Bir mermer altına kalbim girince
Ben de sen geçerken böyle bakarım.

Son zevke eren kim bu yeryüzünde?
Kim var ki hayâta karşı ah etmez?
Sayısız güzellik doğar da günde
Birini sevmeğe bir ömür yetmez!

Hayâtın şi'rine gönlüm kanmadan
Karacaahmed'e göçerse yerim,
Benden bir an bile fazla yaşayan
Herkese diş biler, ölüm dilerim!

Faruk Nafiz Çamlıbel

Han Duvarları

 

Cumhuriyetin Üsküdar 100’leri
 
 
 
 
 
 
Aktif Ziyaretçi22
Bugün Toplam404
Toplam Ziyaret9109
Üyelik Girişi
Takvim
Hava Durumu