GÜLNÛŞ EMETULLAH SULTAN
(1640-1715)
Osmanlı Padişahı IV. Mehmed’in zevcesi, II. Mustafa ve III. Ahmed’in annesi.
Venedikli Verzizzi ailesinden olup 1640’lı yıllarda Girit’te doğduğu sanılmaktadır. Râbia Emetullah Gülnûş ve Emetullah Gülnûş adlarıyla da anılır. Girit serdarı Deli Hüseyin Paşa’nın Resmo’yu fethi sırasında esir düşerek İstanbul’a götürülmüş ve saraya takdim edilmiş, kendisine güzelliği dolayısıyla Gülnûş adı verilmiştir.
Gülnûş Emetullah, kısa zamanda IV. Mehmed’i kendisine bağlayıp sarayda başkadın oldu. 1664’te Şehzade Mustafa’yı, 1673’te Şehzade Ahmed’i dünyaya getirmesi onun saraydaki mevkiini iyice kuvvetlendirdi. Tahta kendi oğullarının oturmasını sağlamak için bir ara saray entrikalarına girerek Şehzade Süleyman ile Şehzade Ahmed’i bertaraf etmek istediyse de Valide Hatice Turhan Sultan buna imkân vermedi. Gülnûş Sultan, valide sultanla iyi geçinmeye dikkat etmiş, onun 1683’te ölümü üzerine haremin tek hâkimi olmuştur. Av meraklısı IV. Mehmed sık sık gittiği ve uzun süre kaldığı Balkan şehirlerine onu da beraberinde götürmüştür. Günlerini genellikle Edirne Sarayı’nda geçiren Gülnûş Sultan’ın mevkii kocası IV. Mehmed’in 1687’de tahttan indirilmesiyle sarsıldı, Topkapı Sarayı’ndan alınarak Beyazıt’taki Eski Saray’a nakledildi. II. Süleyman ve II. Ahmed’in saltanatları sırasında burada mütevazı bir hayat süren Gülnûş Sultan, oğlu II. Mustafa’nın 1695’te tahta çıkması ile valide sultan olarak tekrar nüfuz kazandı ve padişah olan oğlunun bulunduğu Edirne’ye gitti (28 Cemâziyelâhir 1106 / 13 Şubat 1695). Öteki oğlu III. Ahmed’in saltanatında da devam eden valide sultanlığı 9 Zilkade 1127’de (6 Kasım 1715), Silâhdar’a göre ise 8 Zilkade’de (5 Kasım) Edirne’de vefatına kadar aralıksız yirmi yıl sürdü. Naaşı İstanbul’a getirilerek Üsküdar’da yaptırdığı Yeni Vâlide (Vâlide-i Cedîd) Camii önündeki türbesine defnedildi.
Sağlam mevkiine rağmen genellikle siyasetten ve nisbeten de saray entrikalarından uzak kalan Gülnûş Vâlide Sultan’ın muhtemelen bu tutumundan dolayı Osmanlı kroniklerinde hayratıyla ilgili kayıtların dışında faaliyetlerine pek yer verilmemiştir. Gülnûş Sultan’ın hayratı arasında, hasekiliği esnasında Mekke’de yaptırdığı Hasekiye İmareti, hac yolundaki çeşme ve kuyular, büyük oğlu Sultan Mustafa zamanında Galata’da yanmış olan eski bir kilisenin yerinde inşa ettirdiği Yenicami ve çeşmesiyle küçük oğlu Sultan Ahmed’in saltanatı sırasında Üsküdar İskelesi’nin sağında yaptırdığı cami, sebil, çeşme, imaret, sıbyan mektebi ve medreseden oluşan külliyesi sayılabilir.
https://islamansiklopedisi.org.tr/gulnus-emetullah-sultan
YENİ VALİDE CAMİİ VE KÜLLİYESİ
Adres: Mimar Sinan, 34664 Üsküdar/İstanbul
Üsküdar çarşısı içinde devrinin en güzel eserlerinden biri olan Yeni Valide Camii, Hakimiyet-i Milliye Caddesi, Balaban Caddesi ve İmam Nasır Sokağı ile çevrili geniş bir alanı kaplar. Cami avlusuna bu yollara açılan beş kapıdan girilir.
Meydana bakan kapısının hemen solunda, Valide Sultan’ın camiyle beraber inşa ettirdiği çeşme ve sebil bulunuyor.
Çeşme, külliyenin bütün unsurları içinde bat etkisinin en yoğun olarak hissedildiği tek yapıdır. Çeşme, yelpaze biçimindeki kemeriyle, kemerin altındaki pek zarif tacı ve yanındaki iki topuz çıkmasıyla, ayna taşı üzerine işlenmiş vazo içindeki gül, lale ve karanfil demetleriyle, alt panodaki iki sevi ağacı motifiyle, iki yandaki zarif kum saatleriyle uzun uzun seyredilmeye değer bir nazenin yapıdır. Ama en güzel süsü, aynı taşının iki yanındaki tasların içine yerleştirilmiş limon, erik, elma, nar ve armutlarla birlikte bıçak saplanmış bir karpuzu hemen fark ederler. Bu tarz motifler, Lale Devri yapılarından özellikle çeşme ve mezar taşlarındaki süslemelerde sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Çeşmenin on dört mısralı kitabesi Tâib Ahmet Efendi tarafından kaleme alınmıştır.
Beş pencereli sebil de, özellikle istalaktitli sütun başlıkları üzerindeki kaş kemerleri ile, yanından geçenlere su ve şerbet dağıtıldığı mazisine göz kırpar gibidir. Tamamen mermerden inşa edilen sebilin beş penceresi de pirinç şebekelidir. Sebilin kapısı, caminin avlusuna açılır. Kurşunla kaplı kubbesine bir alem yerleştirilmiştir. Kitabesi Naima Efendi tarafından yazılmıştır, on mısralıdır.
Sebilin hemen yanında Gülnuş Valide Sutan’ın türbesi olup, kapısı camii avlusuna açılmaktadır. Gülnuş Emetullah Valide Sultan, IV.(Avcı)Mehmet’in eşi, II: Mustafa ve III. Ahmed’in de annesidir. Tamamen mermerden inşa edilen türbenin kubbe eteğini, çepeçevre istalaktitli bir silme çevirmektedir. Kubbe eteğinin iç tarafında, kaş kemerlerin hemen üstünde Bursalı Mehmet Efendi hattı ile Ayet-el Kürsi yazılıdır. Kültürümüzde rahmet diye addedilen yağmurdan istifadesi hiç bitmesin diye üstü açık olarak inşa edilmiştir.
Hemen yanındaki sebilin çok sade şebekeli olmasına karşılık, geometrik şekillerle beraber çiçek ve yaprak desenleriyle bezeniş şebekeleri son derece ilgi çekicidir. Özelikle üst kemeri dolduran şebekeler oldukça girift desenli olup, alt esas açıklıktaki daha sade kısmın içi de, rumi motifler ile doldurulmuştur. Hem baş, hem de ayak taşının arkasında yer alan servi motifi de nefistir. Gülnuş Valide Sultan’ın 1715’te vefat ettiği Edirne’den getirilen naaşı, sonsuzluğa dirilme anını işte bu çiçek bahçesinde beklemektedir.
Türbenin solundaki yapı ise muvakkithanedir. Mimari üslubu açısından külliyeden daha geç bir döneme tarihlenir. Paşa Limanı’ndaki Abdurrahman Ağa Camii’ndeki güneş saatini, burada muvakkitlik yapan Ali Efendi’nin yaptığı, bu güneş saatinin kitabesinden anlaşılmaktadır. Burası bir nevi merkez muvakkithane işlevine sahipti Üsküdar’daki birçok camide, bu muvakkithanede tespit edilen vakte göre ezan okunurdu. Muvakkithaneler, özellikle namaz ve oruç ibadetlerinin başlangıç ve bitiş saatlerinin hassasiyetle hesaplanması zarureti ile, kendilerine hayatın merkezinde yer bulan kurumlardı.
Avluya girdiğimizde, Valide Sultan’ın türbesi ve hazire solumuzda kalır. Hazirede altmış kadar mezar bulunmaktadır. Karşımızdaki yapı ise ahşap hünkâr kasrıdır. Çok harap durumunda olan bu yapıyı, 1976’da yapılan tamir de kendine getirmemiştir. Buradan camini içindeki kafesli hünkâr mahfiline de geçilmektedir.
Dış avlu duvarını sağımıza alıp yürüdüğümüzde karşımıza, Balaban Kapsı ile Arasta Kapısı arasındaki otuz musluklu abdest yeri çıkar. Dokuz ahşap sütunun taşıdığı, üzeri kiremit örtülü ahşap bir gölgeliği bulunan bu mekânın sol tarafı Balaban Kapısıdır ve avluya açılan beş kapının en büyüğüdür. Bu kapıyı özellikli kılan en önemli unsur, Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nde en güzel örneğini gördüğümüz, üzerine kondurulmuş sıbyan mektebidir. Girişi avlunun dışında olan mektebin alt katında eskiden bir mahya odası bulunmaktaydı. Günümüze çok sağlam olarak gelmiş olması oldukça sevindiricidir ve bundan dolayı yapıya, asli işlevine uygun bir misyon kazandırılabilir düşüncesindeyiz.
Gülnuş Valide Sultan burada, tamamı arapça olan 66 yazma eserden oluşan küçük bir kütüphane de tesis etmişti. Bu değerli kitaplar 1924 yılında Selim Ağa Kütüphanesi’ne, buradan da 1955 yılında Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiştir. Valide Sultan bazı kitapları ilk sayfalarında bulunan vakıf kaydında, bu kitapları okuyanların kendisini hayır dua ile anmasını ve ruhunu hayır ile yâd edeni de Allah’ın iki cihanda dilşâd etmesini istemiştir.
Balaban Kapısı’nın batı köşesinde ise büyük bir yangın havuzu bulunmaktadır. Bu havuz ve üç çeşmesi, iç avluya çıkan basamakların üzerinden çok daha iyi fark edilmektedir. Caminin cümle kapısı karşısındaki avlu duvarı üzerinde, zarif kuş evleri bulunmaktadır. Sağdaki kuş evlerinden alttaki oldukça sadedir. Üstteki ise bir cumbaya benzetilmiş gibidir. Soldaki kuş evi ise diğer ikisine göre oldukça gösterişlidir. Bir köşk ve üzerinde yükselen iki çok uzun minare ile dikkat çeken bir görüntüsü vardır.
Türbedeki Ayet-el Kürsi yazısının da hattatı olan Bursalı Hezafen Mehmet Efendi’nin elinden çıkan Kelime-i Şehadet yazılı kitabenin altından geçerek iç avluya yöneliyoruz. İcazetini meşhur hattat Hafız Osman’dan alan Mehmet Efendi, Topkapı Sarayı’nda yazı hocalığı yapmıştır. Bab-ı Hümayun Kapısı önündeki III. Ahmed Çeşmesi’nin talik yazıları da kendisine aittir. İç avluya açılan diğer iki kapı üzerinde de, Mehmed Efendi’nin hattıyla yazılanayetler bulunmaktadır. Batı kapısı üzerinde, meali ‘’Selam size. Tertemiz geldiniz. Artık edebi kalmak üzere girin buraya.’’ mealindeki Zümer Suresi’nin 73. ayeti, doğu kapısı üzerinde ise ‘’Size selam olsun. Yapmış olduğunuz (İyi) işlere karşılık cennete girin.’’ mealindeki Nahl Suresi’ninn 32. Ayeti yazılıdır. Doğu yönündeki kapı üzerindeki kitabede hattat Mehmed Efendi’nin imzası da bulunmaktadır. Ayrıca buradaki kitabenin hemen altında Davut Yıldızı olarak da bilinen bir Mühr-ü Süleyman da, tezyinatın önemli bir unsuru olarak dikkat çekmektedir.
Yaygın olarak düşünülenin aksine Mühr-ü Süleyman bizim kültürümüzün de en önemli sembollerinden biri olmuştur. İç içe geçmiş iki eşkenar üçgenden meydana gelen bu yıldız, erkekliği ve dişiliği ifade eder ve bunların birleşiminden oluşan dengeyi simgeler. Hz. Davud (as) bu motifi kalkanlarında kullandığı için aynı zamanda bu sembole bir koruyucu tılsım nazarıyla da bakılmıştır. Hz. Süleyman da (as) krallığı döneminde bu sembolü mühür olarak kullanmayı tercih etmiş ve yüzük olarak parmağında taşımıştır. Osmanlı Dönemine ait kılıç, kalkan gibi pek çok aletinin üzerinde bu motife rastlanmak mümkündür. Barbaros Hayrettin Paşa’nın bugün Deniz Müzesi’nde sergilenen sancağında ise, Kur’an ayetlerinin hemen altına nakşedilen halifenin isimleri arasındaki orta kısmı, Zülfikar ile birlikte Mühr-ü Süleyman süslemektedir. Ayasofya’nın avlusundaki şadırvanın kubbe içindeki Ayakapı semtindeki gül Camii’nin duvarlarını süsleyen Mühr-ü Süleyman da, meraklıları açısından kesinlikle görülmesi gereken örneklerdir.
İç avlunun tam ortasında, bir mücevher kutusu gibi arz-ı endam eden şadırvan bulunur. İstanbul’un en güzel şadırvanları arasında muhakkak ismi zikredilmesi gerekilen bu şadırvan, genel hatlarıyla Eminönü Yeni Camiinin şadırvanı hatırlatır. Tamamen mermerden inşa edilen şadırvan sekiz yüzlüdür. Bu yüzlerin köşelerinde, tepeleri istalaktitli mermer sütunlar bulunur. Sütunların arasına pirinç şebekeler yerleştirilmiştir. Bunların üzerindeki kemer altları ise mermer şebekelidir. Kemerleri arasında, vazo içinde çiçek kabartmaları betimlenmiştir. Kubbesi üzerinde bir alem bulunan şadırvan da kuşlar gene unutulmamış ve dört yüzüne su içebilecekleri küçük mermer taslağa konmuştur. Külliye bütünüyle, âdeta bir kuş ve çiçek cenneti desek sezadır. Kemerlerin üzerinde, her yüze iki mısra yazılmak suretiyle oluşturulan on altı mısralı kitabı, Şair Tâib taraından hazırlanmış olup tarih beyti,’’ dedim icra idince bir dem- i hurremde tarihin /zehi zibinde şadırvan-ı mülk ârâ-yı Sultani 1123’’ şeklindedir. Zemini tamamen mermer ile kaplı avlunun duvarlarında, altlı üslü otuz altı pencere bulunur. Üç taraf, on dört mermer sütunun taşıdığı on yedi kubbeli bir revak ile çevrilidir. Bu mermer sütunlar istalaktitlidir ve uçlarına, kar kristallerini andıran zarif şekiller işlenmiştir. Caminin cümle kapısı üzerindeki kitabe, çeşme ve şadırvanda olduğu gibi Şair Tâib Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Fındıkzâde İbrahim Efendi hattı ile yazılan bu kitab, kırk sekiz mısralıdır. Tıpkı çeşmede olduğu gibi, cümle kapısı kitabesinin son iki mısrasında yapıyda tarih düşürmüştür:
‘’Mahallinde yapıldı Valide Sultan’ın âsârı
1122
Güzide beyt-i taat-ı İlahi mâbed-i zibâ
1122 ’’
Kitaben öğrendiğimize göre, 1708 yılında yapımına başlanan caminin inşası 1710 yılında tamamlanmıştır.
Taş işçiliğinin nefis örneklerinden biri olan ve etrafını kuşatan istalaktitli korniş ile çok güzel bir görünümü olan kapının önünde, dört mermer sütun tarafından beş kubbeli bir revak bulunmaktadır. Her iki yanda istalaktitli birer mihrap, minare kapıları ve bir de mükebbirlik bulunur. Mükebbirlik, müezzinlerin özellikle büyük camilerde, son cemaat yerinde ya da avluda namaz kılanlara tekbir seslerini duyurabilmeleri için yapılan özel alandır. Son cemaat yerinin sağında, 1270 (1853-54) tarihi bir şiirin mermer su teknesi dikkat çeker.
Cami, büyük bir kubbe ile örtülü olup, yanlarında da dört yarım kubbe bulunur. İki yandaki mahfiller, kıble duvarına kadar uzanır. Camide toplam 118 cami olmasına rağmen, bu pencerelerin çoğunluğu revzenli olduğu için yeterli aydınlık elde edememiştir. Camideki kalem işleri, 1965 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen onarım sebebiyle günümüze kadar ulaşamamıştır. Kubbede ‘‘Şüpesizki ALLAH gökleri ve yeri yok olup gitmesinler diye tutuyor. And olsun ki onların nizamı eğer bir bozulursa, kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O halimdir, çok bağışlayıcıdır.” Mealindeki Fatır Suresi’nin 41. Ayeti yazılıdır.
Yılmaz, Sinan. Altın Şehir Üsküdar. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2017.
AHMET REMZİ AKYÜREK
(1872-1944)
Mevlânâ Dergâhı poştnişini Mehmed Said Hemdem Çelebi’nin mürşidi Seyyid Süleyman Türâbî sülâlesinden gelen Kayseri Mevlevîhânesi şeyhi Süleyman Atâullah Efendi’nin oğludur. Kayseri Mevlevîhânesi’nde dünyaya geldi. Sıbyan mektebini ve rüşdiyeyi bitirdikten sonra, başta babası olmak üzere, eniştesi Güncizâde Nuh Necati Efendi’den, Müridzâde Ali Efendi’den ve Hisarcıklızâde şair Sâlim Efendi ile şair Sâmi Efendi’den Arapça, Farsça ve edebiyat dersleri aldı. 1892’de İstanbul’a gitti. Divân-ı Muhâsebât’ta çalışırken Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Celâleddin Efendi’ye intisap ederek semâ çıkarttı. Bir yıl sonra Kayseri’ye dönünce Nâzım Paşa’nın aracılığıyla Kayseri İdâdîsi ahlâk ve ulûm-ı dîniyye hocalığına tayin edildi. Bir taraftan da çeşitli medreselerde Farsça, Pend-i ʿAṭṭâr, Gülistân, Bostân, ʿArûż-ı Câmî ve Mesnevî okuttu.
Meşrutiyet’in ilânından sonra gittiği Konya’da Abdülhalim Çelebi’nin emriyle Çelebizâdeler’e Mes̱nevî okuttu. Daha sonra Kütahya Ergûniye Mevlevîhânesi’ne şeyh vekili olarak gönderildi. 1909’da Kastamonu Mevlevîhânesi’ne şeyh oldu. 1913’te Halep Mevlevîhânesi postnişinliğine tayin edildi. I. Dünya Savaşı başlayınca, İstanbul’dan Filistin cephesine hareket eden Mevlevî taburuna katılarak taburun başında önce Şam’a, daha sonra Medine’ye gitti. Şam’da kaldığı süre içinde Emeviyye Camii’nde Mes̱nevî okuttu. 1919’da Halep’in işgali üzerine İstanbul’a döndü ve Üsküdar Mevlevîhânesi’ne şeyh tayin edildi. Aynı zamanda Üsküdar’daki Sultan Mustafa Camii ile Beyazıt Camii’nde Mes̱nevî okutan Remzi Dede, Meclis-i Meşâyih âzalığı, Medresetü’l-irşâd’da tasavvuf müderrisliği, Üsküdar müfettişliği idaresindeki tekkelere ait işlerle ilgili mecliste de âzalık yaptı. 2 Eylül 1925’te tekkelerin kapatılması üzerine Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi başmemurluğuna tayin edildi. Burada on seneden fazla bir süre kitapları tasnif ve tanzim ederek fihristlerini çıkardı. 1 Şubat 1937’de istifa ederek Ankara’ya gitti. Ankara’da da bir süre Eski Eserler Kütüphanesi’nde müşavir olarak çalıştı. 6 Kasım 1944’te Kayseri’de vefat etti; cenazesi Seyyid Burhâneddin Tirmizî’nin türbesine defnedildi.
Hazîne-i Fünûn (1893-1895), Mahfil (1922), Tarih ve Edebiyat (1922) gibi devrin bazı edebî mecmualarında aruz ve hece vezni ile dinî ve tasavvufî şiirler de yayımlayan Ahmed Remzi Dede, divan şiiri geleneği içinde yetişmiş Mevlevî şairlerin son temsilcilerindendir. Başta Mevlevîlik olmak üzere tasavvufla ilgili pek çok risâle telif ve tercüme etmiş, ayrıca Arapça ve Farsça şiirler yazmıştır. Son devir müelliflerinden Hüseyin Vassâf’ın Ahmed Remzi Dede hakkında Remzinâme adlı yayımlanmamış biyografik mahiyette bir eseri vardır.
Eserleri:
Manzum Kavâid-i Fârisî (İstanbul 1316).
Tuhfetü’s-sâimîn. Sultan Veled’in oruç hakkında otuz beyitlik kasidesinin şerhidir (İstanbul 1316).
Âyîne-i Seyyid-i Sırdân. Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî’nin manzum menâkıbıdır. Terkibibend şeklinde yazılan eser on üç bendden meydana gelmiştir (Sivas 1316).
Mir’ât-ı Zeynelâbidîn. Kayseri’de medfun mutasavvıflardan Zeynelâbidin’in (ö. 817/1414) müseddes biçiminde yazılmış on bendden meydana gelen manzum menâkıbıdır (Sivas 1317).
Bir Günlük Karaman Seyahatnâmesi. Seksen beyitlik bir manzumedir (Konya 1324).
Bergüzâr. Remzi Dede’nin, şiirlerinin bir kısmını topladığı mecmuadır. Basılmış nüshanın içinde Âyîne-i Seyyid-i Sırdân ile Mir’ât-ı Zeynelâbidîn de bulunmaktadır (Kastamonu 1329).
Târihçe-i Aktâb. Mevlânâ’dan başlayarak Konya’daki Mevlevî dergâhında postnişin olan çelebilerin doğum, ölüm ve şeyhlik makamına geçiş tarihlerini bildiren seksen dört beyitlik bir manzumedir. Nesib Dede’nin Mevlânâ, Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’nin doğum ve ölüm tarihlerini yazdığı yirmi bir beyitlik manzumesine zeyil olarak kaleme alınmıştır (Şam 1331).
Münâcât-ı Hazret-i Mevlânâ. Mes̱nevî’deki dua ile ilgili beyitlerin bir araya getirilmesinden meydana gelmektedir (İstanbul 1336).
Gülzâr-ı Aşk. İranlı mutasavvıf şair Vâhidî’nin Gül ü Bülbül adlı manzum-mensur eserinin tercümesidir (İstanbul 1337).
Rehnümâ-yı Ma‘rifet. Ebû Sâbit Muhammed b. Abdülmelik et-Tûsî ed-Deylemî’nin tasavvufa ait Arapça risâlesinin tercümesidir (İstanbul 1928).
Tuhfe-i Remzî. Tuhfe-i Şâhidî ve Tuhfe-i Vehbî tarzında, Farsça’yı kolayca öğretmek için hazırlanmış manzum bir sözlüktür (İstanbul 1344).
Fihrist-i Hûb. Tuhfe-i Vehbî ile bunun Hayâtî tarafından yapılan şerhindeki kelimeleri kolayca bulmak için yapılmış bir fihristtir. Tuhfe-i Vehbî’nin son baskılarından birinin başında yayımlanmıştır.
Üslûb-ı Mergūb. Nuhbe-i Vehbî ile Hayâtî şerhindeki Farsça kelimeleri kolayca bulabilmek için düzenlenmiş bir fihristtir. Nuhbe-i Vehbî’nin son baskılarından birinin başında yayımlanmıştır.
Miftâhü’l-kütüb ve Esâmî-i Müellifîn Fihristi. Bursalı Mehmed Tâhir’in Osmanlı Müellifleri’nin kitap ve müellif adına göre yapılmış fihristidir (İstanbul 1346).
Zâviye-i Fukarâ. Trabzonlu Köseç Ahmed Dede’nin er-Risâletü’l-behiyye fî ṭarîḳati’l-Mevleviyye adlı Arapça eserinin tercümesidir (nşr. İbrahim Kutluk, “Mevlevîliğe Dair İki Eser”, TDED, II/3-4 [1948], s. 291-300).
en-Nushatü’ş-şâfiye fî tercemeti’s-Sohbeti’s-sâfiye. Trabzonlu Köseç Ahmed Dede’nin er-Risâletü’l-behiyye fî ṭarîḳati’l-Mevleviyye adlı Arapça eserine Şeyh Galib’in yine Arapça olarak yazdığı hâşiyenin tercümesidir. 26 Nisan 1942’de tamamlanan bu eser de İbrahim Kutluk tarafından yayımlanmıştır (“Şeyh Galib ve as-Sohbet üs-sâfiyye”, TDED, III/1-2 [1948], s. 21-47).
Mahbûbü’l-ahibbe. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Ḥabbetü’l-maḥabbe adlı Arapça risâlesinin tercümesidir (nşr. Rasim Deniz, Habbetü’l-mahabbe Tercümesi Mahbûbü’l-ahibbe, Kayseri 1982).
Ahmed Remzi Dede’nin yayımlanan bu eserlerinden başka Kayseri Şâirleri (bu kitap kayıptır) adlı biyografik bir eseriyle Lübb-i Fazîlet (Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 1475-1476), Sadreddîn-i Konevî veya Şeyh Nâsırüddin Mahmud’un Tebṣıratü’l-mübtedî ve teẕkiretü’l-müntehî adlı eserinin Tekmiletü’t-tarîka ve ta‘rifetü’l-hadîka (Konya Mevlânâ Müzesi, nr. 5909; İstanbul Belediye Ktp., nr. 18, 327) adıyla yaptığı tercümesi ve Farsça bir divançesi (Konya Mevlânâ Müzesi, nr. 5436) vardır.
https://islamansiklopedisi.org.tr/akyurek-ahmed-remzi
AHMED GÜNER SAYAR
(1946 -)
İktisatçı, araştırmacı-yazar. 6 Kasım 1946, İstanbul doğumlu. Şair ve yazar Abbas Sayar’ın oğludur. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden 1968’de mezun oldu. Mezun olduğu fakülteye 1975’te araştırma görevlisi olarak girdi. İngiltere’de Birmingham Üniversitesi Ekonomi Bölümünde yüksek lisans yaptı (1970-72). İÜ İktisat Fakültesinde doktorasını yaptı (1976), doçentliğe (1980) ve profesörlüğe (1988) yükseldi. Çalışmalarını 1982’den sonra İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim üyesi olarak sürdürdü. Aynı fakültenin İktisat Tarihi Anabilim Dalı başkanlığını yaptı.
Makaleleri Tarih ve Toplum, Toplum ve Bilim, Türkiye Günlüğü, Toplum ve Ekonomi, Dergâh, Türk Yurdu gibi dergilerde yayımlandı. Uzmanlık alanı iktisat teorisi ile iktisat tarihidir. Özellikle 1986 yılında yayımlanan Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması adlı eseri bu alandaki önemli bir yayınıdır. Hocalarına olan minnet borcunu ödemeye çalıştığını belirttiği ilk eseri A. Süheyl Ünver: Hayatı Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986 (1994) çalışmasını Bir İktisatçının Entellektüel Portresi: Sabri F. Ülgener çalışması izledi (1998).
Esas ilgi alanı `İktisat Teorisi` ile tarihi birleştiren çalışmalardır. İktisadî yapıları incelerken iktisat teorisi ve zihniyet tahlilleri arasındaki ilişkilere önem verir. Bu yönüyle hocası olan Sabri Ülgener’in takipçisidir. Kitap ve makaleleri çeşitli dergilerde yayınlanır ve ilgiyle takip edilir.
Ahmed Güner Sayar, öğrenciliği sırasında ve sonrasında İstanbul’un sanat ve kültürle yoğrulmuş seçkin muhitlerinde bulunur. Her biri abidevi niteliğe sahip şahsiyetlerin halkalarına dâhil olur ve yetişmesine buralarda devam eder. Sonraki dönemde bu tesir eserlerine yansır, vefa örneği portreler ve biyografiler yayınlar.
Üsküdar ileilişkisini Ahmed Güner Sayar şöyle ifade ediyor:
‘...Dedemin iki kızı vardı. Vefatı sonrasında, Hırka-i şerif’teki ev anneme Üsküdar Çiçekçideki ev de teyzemekaldı.Fakat teyzemin çocuğu olmadığı için ilerleyen yıllarında ihtiyaç hasıl oldu ve teyzem benden o evi apartmana dönüşmesini istedi oradanda bir daire bana verdi ve bana annelik yaptı. Bu eve taşınmamla birlikte benimde Üsküdarlılığım başlamış oldu. Üsküdar’da oturdum ama Üsküdarlı olma şuuruna varmanın çok farklı bişey olduğunun farkındayım. Bulunduğumuz yeri, insan mekân ve dahi coğrafyayı zaman iiçerisinde özümsemeniz lazım. Bu anaylayış içerisinde, istediğim gibi Üsküdar’a hemen adapte olamadım, çalışmam gerekiyodu. Neticede bu arayışla, orada has Üsküdarlı diyebeleciğim insanlarla bir araya geldim. Bunların başında 2008’de rahmetli olan Ahmed Yüksel Özemre geliyordu. Allah rahmet eylesin, deha sahibi idi ve her şeyden malumat sahibi bir insandı. Bunun yanında Allah uzun ömürler versin Niyazi Sayın ve Güngör Şatıroğlu’ndan da bahsetmem lâzım. Bu üç has Üsküdarlı ie yaptığım hasbi sohbetler, benim Üsküdar’la alakalı bilgi dağarcığımı doldurdu. Ben tarih içerisinde okuyarak ve üsküdarlı Hoca Ali Rıza Bey A. Süheyl Ünver bağlantısını değerlendirerek, Üsküdar’ın 1930 ‘lara kadar olan kısmını biliyordum...”
ESERLERİ:
Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması (1986),
A.Süheyl Ünver: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986 (1994),
A.Süheyl Ünver Bibliyografisi (1998),
Bir İktisatçının Entellektüel Portresi: Sabri F. Ülgener (1998)
Osmanlıdan Cumhuriyete Portre Denemeleri (2000)
Osmanlıdan 21. Yüzyıla Ekonomik, Kültürel ve Devlet Felsefesine Ait Değişmeler (2001)
Hasan Ali Yücel’in Tasavvufi Dünyası ve Mevleviliği (2002)
İktisat Metodolojisi ve Düşünce Tarihi Yazıları (2005)
İnsanlar, Olaylar ve Mekanlara Dair Yazılar (2007), İdris Küçükömer (2008)
Süheyl Ünver Hayatı Şahsiyeti ve Eserleri 1898-1986 (2004)
İktisat Metodolojisi ve Düşünce Tarihi Yazıları (2005)
Ülgener Yazıları (2006)
Osmanlı'dan Cumhuriyete Portre Denemeleri (2014).
Sahhaf Raif Yelkenci (2020)
Abdülbaki Gölpınarlı (2020)
Şeyh Bedreddin (2018)
Çekiç ile Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy (2021)
Yusuf Mardin'den Ahmet Güner Sayar'a Mektuplar (2020)
Gönül Pazarı: İnsanlar, Olaylar ve Mekanlara Dair Yazılar (2007)
Filozof İktisatçı Terence W. Hutchison (2012)
İdris Küçükömer Bir İktisat Düşünürünün Serüveni(2022)
Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun(2024)
chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://www.uskudar.bel.tr/userfiles/files/adam_olmus_cocuklar.pdf