SOKULLU MEHMET PAŞA
(1505-1579)
Hıristiyan adı Bayo (Bayiça) olup 1505’te Bosna’nın Vişegrad kazasının Rudo nahiyesinin Sokoloviç (Şahinoğlu) köyünde dünyaya geldi. Zinkeisen, İtalyan kaynaklarından naklen Ragusa yakınlarında Trebinye’de doğduğunu yazar. Babasının adı Dimitriye olarak kaydedilir (Samarćić, s. 8). Bazı Sırp kaynaklarına göre aynı ailenin Ravanci köyünde yaşayan koluna mensuptur. Sadrazamlığı döneminde paşa ile konuşan İtalyan elçileri kendisinin Sırp despotlarının soyundan geldiğini söylediğini ifade ederler. Ayrıca Boşnak asıllı olduğu da belirtilir. Boyunun uzunluğu sebebiyle Osmanlı tarihlerinde “Tavîl” veya “Uzun” lakaplarıyla anılır.
İlk eğitimini Bosna manastırları arasında edebî bir merkez olan Mileşeva Manastırı’nda rahip olan dayısından aldı. Burada iken papaz yardımcısı olarak çalıştı. Kanûnî Sultan Süleyman’ın hükümdarlığının ilk yıllarında Bosna’dan devşirme toplamakla görevlendirilen Yayabaşı Yeşilce Mehmed Bey tarafından beğenilip saraya alınmak üzere devşirme yazıldı. Sokoloviç ailesinden daha önce de devşirme alındığı bilinmektedir. Bunlardan en önemlisi yirmi yıl önce saraya getirilen Deli Hüsrev Paşa’dır. Kaynaklara göre ailesi oğullarını devşirme olarak vermek istememiş, ancak Mehmed Bey oğullarının istikbalinin çok parlak olduğunu ve devlet kuşunun başlarına konduğunu söyleyip onları ikna etmiştir. Sokullu Mehmed Paşa ise 1576’da Venedik elçisi Marc-Antonio Tiepolo’ya, devşirildiğinde manastırda yemek esnasında yüksek sesle ilâhi okumakla görevli on sekiz yaşında bir genç olduğunu söylemiştir. Edirne’ye getirildiğinde, Sadrazam Damad İbrâhim Paşa’yı Mısır’a uğurladıktan sonra buraya gelen ve on ay kadar kalan Kanûnî Sultan Süleyman’a Bosna’nın tanınmış ailelerinden toplanan kırk çocukla birlikte takdim edildi. Ardından Edirne sarayında eğitimine başladı. Bu sırada Mehmed adını aldı ve Edirne Sarayı’nın iç oğlanları zümresine dâhil edildi. Edirne Sarayı’ndaki eğitiminin ardından muhtemelen dönemin önde gelen devlet adamlarından Defterdar İskender Paşa’nın maiyetine verildi. Defterdarın Irakeyn Seferi sırasında öldürülmesinden sonra Enderun’a alındı. Önce küçük odada hizmet gördü, oradan iç hazine kısmına geçti. Ardından sırasıyla rikâbdar, çuhadar, silâhdar, çaşnigîrbaşı ve büyük kapıcıbaşı oldu.
Silâhdar iken Bosna cizyesini toplamaya memur edilen Ahmed Bey aracılığıyla babasını, ortanca kardeşini ve kendisine küçük kardeşi olarak tanıtılan amcazadesini İstanbul’a getirtti. Babası Müslüman olup Cemâleddin Sinan adını aldı. Diğer iki çocuktan öz kardeşi olan büyüğünün adı Mustafa konuldu. Mustafa birkaç yıl sonra ölünce adı en küçük çocuğa verildi. Mehmed Ağa, bir süre sonra annesini ve hâlâ köyde yaşamakta olduğunu öğrendiği asıl küçük kardeşini de İstanbul’a getirtti. Bu çocuk İbrâhim Paşa Sarayı’na verildiyse de fazla yaşamadı. Sokullu, Barbaros Hayreddin Paşa’nın 6 Cemâziyelevvel 953’te (5 Temmuz 1546) ölümü üzerine kaptan-ı deryâlığa tayin edilerek taşraya çıktı. Kanûnî Sultan Süleyman’ın ikinci İran seferi esnasında 24 Rebîülevvel 956’da (22 Nisan 1549) vezâretle Mısır beylerbeyiliğine tayin edilen Semiz Ali Paşa’nın yerine Rumeli beylerbeyiliğine getirildi. 3 Receb 956’da (28 Temmuz 1549) padişahın huzuruna çıkarak yeni vazifesine başladı ve yıl sonuna kadar sürecek askerî harekâta katıldı. Bu kadar hızlı yükselmesi sarayda iken padişahın yakın çevresine girip Kanûnî’nin güvenini kazandığını göstermektedir.
İran seferinden sonra Erdel’de yaşanan problemler, Erdel kralı küçük yaştaki Yanoş’un vasîsi keşiş Georg Martinuzzi’nin yol açtığı karışıklıklar yeni bir Osmanlı seferini gerekli kıldığında harekâtın kumandası Rumeli beylerbeyi sıfatıyla ona verildi. Osmanlı ordusu, Martinuzzi’nin diplomatik yollarla oyalama çabalarına rağmen 6 Ramazan 958’de (7 Eylül 1551) Tuna’yı geçti. Titel civarından Tisa nehrini aşan Sokullu Mehmed Paşa başta Beçe (Bećse), Beçkerek, Çanad ve Lipova (Lippa/Lipva) olmak üzere irili ufaklı birçok kaleyi, palangayı ve iskeleyi ele geçirdi, Avusturya-Macar kuvvetlerinin asıl karargâhı olan Tımışvar’ı muhasara etti. Stefan Losanczy’in kumandasındaki müdafilerin kararlı direnişi ve soğukların bastırması yüzünden 17 Zilkade’de (16 Kasım) Tımışvar kuşatmasını kaldıran Sokullu Mehmed Paşa Belgrad’a kışlağa çekildi.
Kışın çatışmalar devam etti ve Martinuzzi’nin desteğiyle Lipova tekrar Avusturyalılar’ın eline geçti. Baharda Erdel harekâtının kumandası ikinci vezir Kara Ahmed Paşa’ya verildi, Rumeli Beylerbeyi Sokullu Mehmed Paşa’ya da serdara katılması emredildi. 21 Cemâziyelevvel 959’da (15 Mayıs 1552) Belgrad’da Sokullu’nun kuvvetleriyle birleşen Serdar Vezir Ahmed Paşa, 6 Receb’den (28 Haziran) 4 Şâban’a (26 Temmuz) kadar devam eden bir muhasara sonucu Tımışvar’ı fethetti. Bir rivayete göre kale üzerine yapılan son hücum sırasında Sokullu Mehmed Paşa’nın atı bir tüfek kurşunuyla öldürüldü, ancak Mehmed Paşa başka bir ata binip savaşı sürdürdü. Tımışvar’ın fethinden sonra Lipova, Solimos, Solnok (Szolnok) gibi kaleleri de ele geçiren Osmanlı ordusu 20 Ramazan’da (9 Eylül) Eğri’yi kuşattı. 1 Zilkade’ye (19 Ekim) kadar süren muhasarada kale alınamayınca Sokullu Mehmed Paşa da ordu ile birlikte Belgrad’a kışlağa çekildi.
Osmanlılar’ın Batı sınırlarında meşgul oldukları sırada Safevî Hükümdarı Şah Tahmasb’ın Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Bağdat’ın güvenliğini tehdit etmesi yeni bir Osmanlı-İran savaşına yol açınca Kanûnî Sultan Süleyman, Nahcıvan seferi diye anılacak üçüncü İran seferine çıkmadan önce Rumeli Beylerbeyi Sokullu Mehmed Paşa’ya Anadolu’ya geçmesini ve Tokat’ta kışlamasını emretti. 960 (1553) kışını Tokat’ta geçiren Sokullu Mehmed Paşa 5 Haziran 1554’te Suşehri civarında yapılan ordu alayına katıldı ve padişahın maiyetinde 30 Temmuz’a kadar süren ve Nahcıvan’ın tahribiyle neticelenen harekâta iştirak etti. Osmanlı ordusu sefer dönüşünde Erzurum civarına vardığında Şah Tahmasb’ın Çoruh yöresinde saldırıya geçtiği haberi geldi. Bunun üzerine Sokullu Mehmed Paşa, Rumeli birlikleriyle Şam ve Karaman Beylerbeyileri dahil Vezîriâzam Kara Ahmed Paşa’nın emri altında Oltu’ya gönderildi (6 Eylül). Şahın ric‘at ettiği öğrenilince tekrar Erzurum’a dönüldü (21 Eylül). Barış talebiyle gelen bir Safevî elçisini kabul eden Kanûnî Sultan Süleyman yine aynı gün Sokullu Mehmed Paşa’ya vezâret tevcih etti ve onu dördüncü vezirliğe getirdİ. Bir belgede vezirliğe tayini 25 Şevval 961 (23 Eylül 1554) olarak gösterilir. Kanûnî Sultan Süleyman Amasya’da iken 10 Mayıs 1555’te bir Safevî elçilik heyeti barış isteğiyle Amasya’ya geldiğinde Sokullu Mehmed Paşa yapılan barış müzakerelerine katıldı, padişahın emriyle elçiye ziyafet verdi. Sefer dönüşünde Düzmece Şehzade Mustafa isyanında âsilerin te’dibiyle görevlendirildiyse de Rumeli muhafazasına bırakılan Şehzade Bayezid’in birlikleri Sokullu daha Edirne’ye varmadan Düzmece Mustafa’yı ele geçirerek isyanı bastırmıştı. İstanbul’a dönüldükten sonra Vezîriâzam Kara Ahmed Paşa’nın 13 Zilkade 962’de (29 Eylül 1555) öldürülmesi ve ikinci vezir İbrâhim Paşa’nın yaşından dolayı emekli edilmesinin ardından Sokullu üçüncü vezir oldu. Bu görevdeyken 1557’de Sırp kilisesini İpek’te tekrar açtırdı ve başına kardeşi Makarije’yi patrik olarak tayin etti.
Şehzade Selim ile Şehzade Bayezid’in mücadelesi Sokullu Mehmed Paşa’nın kariyerinde bir dönüm noktası oldu. İki oğlu arasında günden güne artan gerilimi sona erdirmek isteyen Kanûnî Sultan Süleyman birer hatt-ı hümâyunla Sokullu Mehmed Paşa’yı Şehzade Selim’e, dördüncü vezir Pertev Paşa’yı Şehzade Bayezid’e nasihat için gönderdi. Şehzade Bayezid’in Nisan 1559’da ordusuyla birlikte Amasya’dan ayrılarak Ankara’ya gelmesi üzerine Kanûnî Sultan Süleyman bu defa onu bir miktar kuvvetle Konya’ya Şehzade Selim’e yardım için yolladı. Mehmed Paşa, 21 Şâban 966’da (29 Mayıs 1559) şehzadeler arasında Konya ovasında yapılan savaştan Şehzade Selim’in galip çıkmasında önemli rol oynadı. Mağlûp şehzadeyi ele geçirmek için Şehzade Selim’le birlikte Sivas’a kadar ilerlediği sırada Şehzade Bayezid’in İran’a iltica ettiği haberini aldı ve padişahın emriyle 1559-1560 kışını Halep’te geçirdi.
Rüstem Paşa’nın 28 Şevval 968’de (12 Temmuz 1561) vefat etmesi ve yerine Semiz Ali Paşa’nın getirilmesiyle Sokullu Mehmed Paşa ikinci vezir oldu. 1562’de Şehzade Selim’in kızı İsmihan (Esmâhan) Sultan ile evlenmesi Sokullu’nun mevkiini daha da sağlamlaştırdı. Semiz Ali Paşa’nın 30 Zilkade 972’de (29 Haziran 1565) ölümü üzerine sadrazamlığa yükseldi. Sokullu Mehmed Paşa bu makama tayin edildiğinde Malta kuşatması sürüyordu. Ayrıca Avusturya İmparatoru Ferdinand’ın 1564’te ölmesi ve II. Maximilian’ın tahta çıkması dolayısıyla 1562’de yapılan barış antlaşmasının yenilenmesi ve Osmanlılar’a tâbi olan Erdel Kralı Yanoş’un ele geçirdiği Szatmár’la ilgili görüşmeler devam ediyordu. Yeni sadrazam selefinin aksine Avusturya ile barış taraftarı değildi. Macaristan’daki Osmanlı kuvvetleri Erdel’e sevkedilmişti. İki taraf arasındaki görüşmelerden bir netice alınamayınca Osmanlı ordusu sefer hazırlıklarına başladı.
Kanûnî Sultan Süleyman 11 Şevval 973’te (1 Mayıs 1566) son seferine çıkarken Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa da yanındaydı. Sokullu Mehmed Paşa 7 Ağustos 1566’da başlayan Sigetvar Kalesi muhasarası işini üstlendi. Padişahın rahatsızlığı dolayısıyla yaklaşık bir ay süren Sigetvar kuşatmasının bütün sorumluluğu onun üstünde kaldı. Birçok gecesini siperde askerlerle birlikte geçirdi, hatta bir defasında hayatı sır kâtibi Feridun Ahmed Bey tarafından son anda kurtarıldı. Nihayet 5 Eylül’de Osmanlı askerleri kale bedenine açılan bir gedikten içeri girmeye başladı. Müdafaa imkânının kalmadığını gören kale kumandanı Miklós Zrínyi iç kaleye çekildi. Bunun üzerine iç kale kuşatıldı ve surları ateşe verildi. Sigetvar tamamen düşmek üzere iken 6-7 Eylül gecesi Kanûnî Sultan Süleyman vefat etti. Böyle bir durumda padişahın ölümünün asker arasında duyulması bir aylık çabayı boşa çıkarabilirdi. Sokullu Mehmed Paşa, padişahın ölümünden haberdar olanlara bunun bir sır olarak saklanmasını emretti. 7 Eylül’de Zrínyi’nin huruç hareketini püskürten Osmanlı askerleri kısa sürede iç kaleyi de ele geçirdiler. Sokullu Mehmed Paşa, hemen fetihnâmeyle birlikte babasının öldüğünü belirten bir mektubu Kütahya’daki Şehzade Selim’e gönderdi. Bundan sonra padişah hayattaymış gibi işleri yürüttü. Şehzade Selim gelinceye kadar üç hafta bu sırrı sakladı. Padişahın vefatını Belgrad’a yaklaşınca duyurdu ve askeri de etkileyici sözleriyle teskin etti. Bu tehlikeli durumun izlediği dikkatli siyasetle ve aldığı tedbirlerle atlatılmasını sağladı. Fakat Belgrad’da cülûs bahşişi verilmemesini kabullenemeyen ve İstanbul’a gelindiğinde padişahın yolunu kesen askerleri ikna edemedi. Belki de yeni padişaha vazgeçilmez olduğunu ve siyasî nüfuzunu hissettirmek için özellikle böyle davranmıştı. Nitekim padişaha bahşiş ve zamların kabulü sözü verdirilerek durum yatıştırıldı.
Selim de tahta geçtikten sonra devletin yönetimine fazlaca müdahalede bulunmayarak işleri ona bırakacaktı. Bununla beraber Sokullu Mehmed Paşa, mevkiini muhafaza etmek için zaman zaman güçlü rakipleriyle uğraşmak zorunda kaldı ve Kanûnî dönemi politikalarının takipçisi oldu. Hindistan’da daha aktif bir politika takip edilebilmesi için önceki dönemlerde de düşünülen Süveyş’te bir kanal açılması projesi tekrar gündeme geldiyse de bu bir teşebbüsten öteye geçemedi. Hint Müslümanlarıyla Kanûnî Sultan Süleyman zamanında başlayan münasebetler sürdürüldü. Açe Sultanı Alâeddin Riâyet Şah’a, Portekizliler’e karşı kullanılmak üzere Kurtoğlu Hızır Reis kumandasında bir donanma gönderileceği vaad edildi. Ancak bu donanma Yemen hadiseleri sebebiyle gönderilemeyince aralarında top döküm ustaları, topçular ve mühendislerin bulunduğu 500 Türk askeriyle birkaç ağır tunç top ve çeşitli savaş levazımını taşıyan iki yardım gemisi 1567’de Açe’ye vardı. Yemen’de İmam Mutahhar’ın 1567’de başlayan isyanıyla sarsılan Osmanlı hâkimiyeti Koca Sinan Paşa’nın iki yıl süren faaliyetleriyle 1570’te tekrar tesis edildi. Sokullu Mehmed Paşa, ilk defa 1563’te gündeme gelen Don ve Volga nehirlerini bir kanalla birleştirme projesini ise hayata geçiremedi. Bu işle ilgili olarak Astarhan seferine memur edilen Kasım Paşa başarılı olamadı (1569). Bu sırada başta Lala Mustafa Paşa olmak üzere Sokullu’nun rakipleri onun muhalefetine rağmen Kıbrıs’a sefer düzenlenmesini sağlayınca imparatorluğun bütün dikkat ve enerjisi Akdeniz’e yöneldi.
Sokullu Mehmed Paşa, Kıbrıs seferini bir Haçlı tehlikesini Osmanlılar’ın üzerine çekebileceği ve fetih gerçekleşirse kendisine yeni rakipler çıkacağı için istemiyordu. Fakat Lala Mustafa Paşa’nın padişah üzerindeki etkisini bu defa kıramadı. Bununla beraber tahminleri doğru çıktı ve Kıbrıs’ın fethini engelleyemeyen Haçlı donanması İnebahtı’da Osmanlı donanmasının hemen hemen tamamını yok etti. İtalya’da kutlamalar sürerken sadrazam Uluç Ali Paşa’yı kaptan-ı deryâlığa getirdi ve dağılmış donanmayı toplamakla görevlendirdi. Yeni bir donanma inşasını başlattı. İstanbul’dan Alanya’ya kadar bütün Osmanlı tersanelerinde yeni gemilerin yapımı için hummalı bir faaliyete girişildi. Gerçekten de o kış yapılan büyük çalışma neticesinde Osmanlı donanması yeniden inşa edildi. Fransız elçisi bu durum karşısında 8 Mayıs 1572’de Kral IX. Charles’a gönderdiği mektubunda, “Kendi gözlerimle görüp değerlendirmesini yapma fırsatını bulmamış olsaydım asla bu monarşinin gücüne inanmazdım. Ama gerçekten de tek bir gün geçmiyor ki yeni etkilerle karşılaşmayayım” diye yazmıştı. Haziran ayında bu donanma Akdeniz’e açıldı. Bu hadisenin ardından müttefikler bir daha toparlanamadılar, Venedik de 1573 yılında Kıbrıs’ın fethini kabul edip tazminat ödeyerek Osmanlı Devleti ile antlaşma yaptı. 1574’te Koca Sinan Paşa ve Kılıç Ali Paşa’nın başında bulunduğu bir Osmanlı donanması otuz üç günlük kuşatma sonunda Halkulvâdî’yi alıp İspanyollar’ı Tunus’tan çıkarttı.
Sadrazam, bu sıralarda Lehistan iç politikasında yaşanan gelişmeleri de yakından takip edip yönlendirdi. 1572’de Lehistan Kralı II. Zygmunt’un vârissiz ölümüyle Polonya tahtı için çekişme başlamış, Ruslar’ın buraya asker sevki Sokullu’nun Lehistan işiyle doğrudan ilgilenmesine yol açmıştı. Lehistan, Habsburglar’a ve Rusya’ya karşı tampon bölge olarak görülüyordu. Lehistan tahtına Osmanlı aleyhtarı birinin geçmesi Eflak, Boğdan ve Erdel’in tehlike altına girmesi anlamı taşıyacaktı. Başlangıçta Sokullu Mehmed Paşa, Leh beylerinden birinin seçilmesi taraftarıydı. Ancak Fransa’nın da olaya müdahil olması ve Fransa kralının kardeşi Henry de Valois’i aday göstermesi üzerine onu desteklemeyi uygun gördü. Leh beylerine ve piskoposlarına yaptığı baskı ve tavsiyelerle Henry, Lehistan kralı seçildi. Fakat Henry’nin 1574’te Fransa tahtına geçmek üzere ayrılmasıyla Lehistan yine başsız kaldı. Bunun üzerine Sokullu, buraya Erdel Voyvodası Stephan Báthory’yi kral seçtirdi. Böylece Lehistan’daki Osmanlı nüfuzunu tam anlamıyla tesis etmiş oldu.
Sokullu Mehmed Paşa, II. Selim vefat ettiğinde padişahın ölümünü gizleyerek saraydaki kardeşlerinden birinin tahta geçirilmesinden endişe eden Manisa’daki Şehzade Murad’ın cülûsunu sağladı. III. Murad da İstanbul’a geldiğinde yaşlı vezîriâzamı yerinde tuttu. Ancak III. Murad döneminde makamını muhafaza etmesi zorlaşmaya başladı ve aleyhindeki faaliyetler giderek arttı. Düşmanlarının padişaha yaptıkları telkinler sonucunda eski otoritesi yavaş yavaş azaldı. Rakipleri sadrazamın karşı çıkmasına rağmen 1578’de İran’a savaş açtırdılar. Doğrudan padişahla irtibat kurarak devlet işlerini yaptırmaya başladılar. Sadrazam kendi yetkisinde olan tayinlerde ve diğer işlerde bile devre dışı bırakıldı.
Sokullu’nun en yakın adamlarından Feridun Ahmed Bey 1576’da nişancılıktan azledilmiş, kethüdâsı Hüsrev Ağa ile kapıcıbaşısı Sinan Ağa da yanından uzaklaştırılmıştı. Ayrıca amcasının oğlu Budin Beylerbeyisi Mustafa Paşa 1578’de idam edilmişti. Öte yandan özellikle Lala Mustafa Paşa ile Koca Sinan Paşa arasında sadrazamlık çekişmesi hızlandı ve bir bakıma bu çetin mücadele onun makamında bırakılmasının da başlıca sebebi oldu. Bütün baskılara rağmen dengelere dikkat ettiği anlaşılan III. Murad’ın etkisiyle mevkiini muhafaza eden Sokullu Mehmed Paşa, Osmanlılar’ı doğuda ve batıda yeni çatışmalardan uzak tutma siyaseti izlemeyi sürdürdü. 1577’de Avusturya ile barış antlaşması yenilendi, Venedik’le mevcut barış muhafaza edildi, ticarî imtiyaz talebiyle İstanbul’a gelen ilk İngiliz elçilerine karşı iyi muamele gösterildi.
Devlet idaresinde sıkıntılar içerisinde iken bir gün konağında ikindi divanına gelen bir derviş Sokullu Mehmed Paşa’ya arzuhal verecekmiş gibi yapıp koynundan bir hançer çıkararak kalbine sapladı. Ağır yaralanan yaşlı sadrazam kısa bir süre sonra öldü (20 Şâban 987 / 12 Ekim 1579). Sokullu’yu öldüren kişi görünüşte tımarının azaltılmasından şikâyetçi olan bir Boşnak’tı. Ancak bazı araştırmacılar suikastta Hamzavîler’in rolü olduğu üzerinde dururlar. Tarikatın şeyhi Hamza Bâlî suikasttan yıllar önce İstanbul’da idam edilmişti. Dervişin şeyhin intikamını almak için Sokullu’yu öldürdüğü söylenir. Ayrıca çok kuvvetli olmasa da sadrazamdan kurtulmak isteyen III. Murad’ın da suikastın arkasında olduğu iddiaları vardır. Türbesi Eyüp’tedir. Venedik’teki Fransız elçisi Ferrier’in III. Henri’ye 28 Kasım 1579 tarihinde gönderdiği bir raporda bu cinayetin asıl sebebinin cinayet öncesi onun sergilediği dinî patavatsızlık olduğu, adı geçen katil ve diğer birçok suç ortaklarının onu Hıristiyanlık’la itham ettikleri bilgisi bulunur. Ayrıca hıristiyan din adamı olan ve ondan birçok hediye alan bir kardeşi (yeğeni) olduğuna, hıristiyanları genelde çok koruduğuna ve hıristiyan devletlere karşı savaşı her hâlükârda engellediğine de dikkat çekilir.
Sokullu Mehmed Paşa kaynaklara göre büyük bir zekâ ve maharete, olağan üstü bir hâfızaya, dur durak bilmeyen bir hareketliliğe sahip, ölçülü ve düzenli bir hayat tarzı süren, en zorlu işlerin bile kolayca üstesinden gelen bir devlet adamıydı. Zekâsı ve devlet işlerinde uzun yılların tecrübesiyle hızlı ve kesin kararlar alabilmişti. Yabancı elçilerle konuşmalarında onları sükûnetle dinleyip taleplerine kulak verir, aceleci veya hakarete varan ifadeler kullanmaktan kaçınır, gerektiğinde bu tür sözleri yumuşak bir üslûpla söylerdi. Venedik elçisi Tiepolo sadrazamla konuşurken insanın bir Türk’ten ziyade bir hıristiyan hükümdarla konuşuyormuş hissine kapıldığını söyler. İlim sahiplerini kollayan Sokullu’ya birçok kitap ithaf edilmiştir. Oğulları Kurd Bey, Hasan Paşa ve İbrâhim Han’dır. Bunlardan ilki kendisinden önce vefat etmiştir. Sokullu’nun soyu iki koldan devam eder. Biri ilk eşinden olan Hasan Paşa’dan, diğeri II. Selim’in kızı İsmihan Sultan’dan olan oğlu İbrâhim Han’dan gelir. Bu ikinci kol İbrâhim Hanzâdeler olarak anılmış ve Osmanlı hânedanına alternatif arandığı zamanlarda sık sık gündeme gelmiştir.
Sokullu Mehmed Paşa’nın üç padişaha vezîriâzamlık yapması ve yaygın şöhreti, hakkında birçok menâkıbın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Osmanlı kaynaklarının bazılarında onun tarihe meraklı olduğu ve tıpkı Murad Hudâvendigâr gibi şehid olmayı arzuladığı ifade edilir. Sırp ve Boşnak kaynaklarında kendisi hakkında halk söylence ve türkülerine kadar yansıyan hikâyelere yer verilir. Alman kaynaklarında ise onun büyük gücü, sonsuz serveti, birçok hayratı söz konusu edilir.
Uzun süren sadrazamlığında büyük bir servet sahibi olan Sokullu Mehmed Paşa birçok hayır eseri inşa ettirmiştir. Azapkapı’da yaptırdığı ve Azapkapı Camii diye de anılan cami, Kadırga’da inşa ettirdiği cami; medrese, çeşme ve zâviyeden oluşan külliye; Eyüp’te medrese, dârülkurrâ, çeşme ve türbeden meydana gelen külliye; Büyükçekmece’de yaptırdığı ve Köprübaşı Camii diye de bilinen mescid; Lüleburgaz’da inşa ettirdiği cami, medrese, sıbyan mektebi, arasta, kervansaray, çifte hamam, imaret ve köprüden oluşan külliye; Hatay iline bağlı Dörtyol Payas’ta inşa ettirdiği cami, hamam, medrese, kervansaray ve arastadan oluşan külliye; Edirne yolu üzerinde Havsa’da yaptırdığı cami, medrese, tekke, imaret, çifte hamam, arasta, çeşme, sıbyan mektebi ve köprüden oluşan külliye; Antakya’da bir han ve Erdel Beçkerek’te imaret, cami, han, çeşme, köprü ve dârülkurrâdan oluşan külliye zikredilebilir. Sokullu ayrıca Edirne, Mekke ve Medine’de bir kısmı günümüze ulaşmayan birer hamam, Saraybosna’da imaret, saray ve kervansaray, Kırklareli, Trebinye (Arslanağa), Vişegrad ve Tekirdağ’da köprü inşa ettirmiştir. Ayasofya yakınlarındaki sarayı ile Kadırga, Halkalı ve İstanbul dışındaki sarayları da bugüne kadar gelmemiştir.
https://islamansiklopedisi.org.tr/sokullu-mehmed-pasa
SOKULLU MEHMET PAŞA İLKOKULU
ADRESİ:Atik Valide Mahallesi, Eski Toptaşı Caddesi, No: 106
KURULUŞ TARİHİ:1875
TARİHÇESİ VE OKULA VERİLEN İSİMLER:
1875 – Üsküdar (Toptaşı) Askerî Rüşdiyesi
1914 – Sokullu Numune Mektebi
1926 – Üsküdar(Toptaşı) 15. İlkokulu
1948 – Sokullu Mehmet Paşa İlkokulu
1997 – Sokullu Mehmet Paşa İlköğretim Okulu
2013 – Sokullu Mehmet Paşa İlkokulu
Toptaşı Hamamı’nın hemen üst tarafı, bir zamanlar Atik Valide Külliyesi’nin tabhanesinin olduğu sahadır. Tabhane sözcüğü, Farsçada güç, kudret anlamındaki tab ile ev, yer, mekân anlamına gelen hane kelimelerinden oluşur. Özellikle darüşşifaların yanında bulunan tabhaneler, iyileşen hastaların nekahet devrelerini uygun şartlarda geçirmeleri maksadıyla inşa edilirdi. Buradaki tabhaneyi de darüşşifanın bir parçası olarak kabul etmek gerekir. Ayrıca taşradan gelen yolcuların da bu tabhanede konakladığı bilinmektedir. İşte Sokullu Mehmet Paşa İlkokulu, Atik Valide Külliyesi’nin, günümüze ulaşmayan tabhanesinin olduğu saha üzerinde yükselmektedir. Bu tabhane III. Selim devrinde darüşşifa ile beraber süvari kışlası olarak kullanılmaya başlanmış, II. Mahmutdevrinde de aynı amaçla hizmet vermiştir.
Şimdiki taş bina, Sultan Abdülaziz döneminde açılan dokuz askeri rüştiyeden biri olarak, Toptaşı (Üsküdar) Askerî Rüştiyesi adıyla ve de 1875 yılında faaliyet göstermeye başlamıştır.
İki katlı binanın güney cephesi, buradaki kot yükselmesi nedeniyle tek kat gibi algılanır. İkinci kata, hem dört cephede hem de iç avluya bakan kısımlarda, yapıya genel görünümünü kazandıran uzun ve beşik kemerli pencereler açılmıştır. Alt kattaki pencereler küçük ve dikdörtgen şeklindedir. Caddeye bakan cephede ise ikisi kapının sağında, dördü de solunda olmak üzere altı dükkân şeklinde tanzim edilmiş, bu dükkanlar sonradan binaya dâhil edilmiştir. Okulun giriş kapısının iki yanında, yukarıda vazo betimlemesiyle sona eren sütunlar yükselir. En üstteki kemerli bölümde, Osmanlı Devleti’ni sembolize eden arma bulunur. Armanın üstünde Sultan Abdülaziz’e ait kazınmış tuğra, altında ise “Mekteb-i Rüştiye-i Askerîyye” yazılı levha yer alır. Bu levha ile kapı kemerinin arasında ise sekiz mısralı çok güzel bir hat ile yazılmış kitabe bulunmaktadır. Sokullu Mehmet Paşa İlkokulu Üsküdar’daki tarihi yirmi yedi okul içinde, üzerinde orijinal kitabesi bulunan üç okuldan biri, ayrıca bir manzum kitabeye sahip tek okul durumundadır.
Yüksek tavanlı koridor ve sınıflara sahip okulun sınıf kapıları ve koridor geçiş yerleri, pencereler gibi kemerlidir. Dışarıdan fark edilmeyen bir iç avlusu olan yapının arka tarafında, gözlerden uzak ocak yerleri vardır. Okulun hamama bakan bahçesinde ise bir çeşme bulunmaktadır. Yakın zamana kadar kitabesinin olduğu noktaya kadar asfalta gömülmüş ve yanına ancak merdivenle inilebilen bu çeşme, yapılan çalışma ile gün yüzüne çıkarılarak şimdiki yerine alınmış; böylece Üsküdar, adeta bir çeşmenin ikinci doğumuna şahitlik etmiştir. Bu sebeple Sokullu Mehmet Paşa İlkokulu bahçesinde kitabeli bir çeşme bulunana okul özelliğini de kazanmıştır. 1875 tarihinde açılan Üsküdar Askerî Rüşdiyesi, ortaokul seviyesinde olup gündüzlü ve dörder sınıflı bir okuldu. 1876 yılında 6 öğretmeni, 1 dahiliye zabiti ve 148 öğrencisi olan okul, bu okulla aynı yıl açılan Paşakapısı Askeri Rüşdiyesi’nin 1893’te mülkiye idadisine dönüştürülmesinden sonra Üsküdar’ın tek askeri rüştiyesi olarak 1914’e kadar eğitime devam etmiştir. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte askeri rüşdiyelerin kademeli olarak lağvedilme sürecinde, okul sivilleşerek Sokullu Numune Mektebi ismini almıştır. 1926 yılında Üsküdar(Toptaşı) 15. İlkokulu adını alan okulun adı 1948 senesinde Sokullu Mehmet Paşa İlkokulu olarak değiştirilmiştir. Bu arada okul binasında ciddi bir onarım ihtiyacı belirmiştir. Öyle anlaşılıyor ki ilk aşamada bu tarihi binada eğitime devam etmenin pek de mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmış ve yeni bir okul binası inşa edilmiştir. Okul 1959 yılında bu yeni binaya taşınmıştır. Yeni binasında öğrenime başlayan okul, 1960’ların sonu diye tahmin edilen yıllarda tekrar eski binasına döner. 1997 yılında ilköğretime dönüştürülen okul, 2013 yılı itibariyle yeniden ilkokul olmuştur.
ÖĞRENCİLERİNDEN BAZILARI:
ÖĞRETMENLERİNDEN BAZILARI:
Yılmaz, Sinan. Üsküdar’ın Tarihi Okulları.İstanbul: Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, 2022.
VANÎ MEHMED EFENDİ
(-1685)
Van’ın Hoşap kasabasında dünyaya geldi. Babası Bistâm Efendi’dir. Doğduğu şehre nisbetle Vanî ve Hoşâbî nisbeleriyle anılmıştır. Bazı kütüphane kataloglarında ve bibliyografik eserlerde Vankulu Mehmed Efendi ile (ö. 1000/1592) karıştırılmıştır. Mehmed Efendi’nin tahsil hayatına ilişkin ayrıntılı bilgilere yalnızca Uşşâkīzâde’nin Hadâyiku’l-hakāyık fî Tekmileti’ş-Şekāyık Zeyli adlı eserinde rastlanır (vr. 269b). Onun belirttiğine göre Mehmed Efendi, Hoşap kasabasından küçük yaşlarda ayrılıp Van’a gelerek ilim tahsiline burada başlamış, ardından Tebriz, Gence ve Karabağ’a gitmiştir. Karabağ’da hocası Molla Nûreddin Efendi’nin yanında on yıla yakın bir zaman kaldıktan sonra Erzurum’a geçmiş ve İstanbul’a gidinceye kadar orada yaşamıştır.
Mehmed Efendi’nin Erzurum’da ilk görevi vâizliktir. Talebelerinden İshak b. Hasan Tokadî, Nazmü’l-ulûm adlı eserinde hocasını öğüt denizine benzetmiştir (vr. 66b). Vâizliğin yanı sıra ilim meclislerindeki sohbetleriyle de tanınan Mehmed Efendi, Zilhicce 1069’da (Eylül 1659) Erzurum beylerbeyi olarak şehre gelen Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’nın takdirini kazandı. Fâzıl Ahmed Paşa sadrazam olunca (Rebîülevvel 1072 / Kasım 1661) onu İstanbul’a davet etti ve IV. Mehmed ile tanıştırdı. Mehmed Efendi kısa sürede padişahın yakın ilgisini kazandı. IV. Mehmed yanından ayırmadığı Mehmed Efendi’nin vaazlarını ve huzur derslerini dinler, her vesileyle ona izzet ve ikramlarda bulunurdu. Mehmed Efendi, 1076’da (1665) İstanbul’da Yenicami kürsü vâizliğine ve hâce-i sultânîlik görevine getirildi. Bu arada Şehzade Mustafa’nın hocalığını üzerine aldı ve kendisine hünkâr vâizi pâyesi verilince bu görevi damadı Seyyid Feyzullah Efendi’ye devretti.
1094’te (1683) II. Viyana Kuşatması’na ordu vâizi olarak katılan Mehmed Efendi, Teşrifatçıbaşı Ahmed Ağa’nın Viyana Seferi Rûznâmesi’ne göre Viyana’yı kuşatan askerlerin siperlerini dolaşıp etkili sözlerle onları şevke getirmeye çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur. Viyana Kuşatması’nın bozgunla sona ermesi Mehmed Efendi’yi de etkiledi. Vezîriâzam Kara Mustafa Paşa, bu seferin gerçekleşmesini sağlayabilmek için onun da içinde bulunduğu bir gruba vaazlar verdirmişti. Mehmed Efendi, aslında bu işe pek taraftar olmayan padişahın ikna edilmesinde ve kamuoyu oluşturulmasında etkili olmuş, bu durum onu savaşın başlıca teşvikçileri arasına sokmuştu. Bu sebeple IV. Mehmed, kamuoyunda meydana gelen galeyanı hafifletmek üzere çok sevdiği hocasını görevlerinden uzaklaştırdı ve Bursa Kestel’e sürgüne göndermek zorunda kaldı. Sürgün olayı Mehmed Efendi’yi çok üzdü ve bundan az sonra 14 Zilkade 1096’da (12 Ekim 1685) vefat etti. Mezarı Kestel’de yaptırmış olduğu caminin girişinde bulunmaktadır.
Eserleri. Mehmed Efendi dinî-siyasî içerikli konularla ilgili olarak birtakım risâleler kaleme almış ve o dönemde çok okunan bazı eserlere hâşiyeler yazmıştır.
Arâʾisü’l-Ḳurʾân ve nefâʾisü’l-Furḳān ve ferâdîsü’l-cinân. Mehmed Efendi’nin en önemli eseri olup Kur’an kıssalarının bir tefsiri mahiyetindedir. İki bölümden meydana gelen eserin birinci bölümünde, âlemin yaratılışından başlamak üzere Kur’an’da adı geçen peygamberlerin kıssalarını anlatan âyetlerin tefsiri yapılmakta, ikinci bölümde Hz. Peygamber’in doğumundan vefatına kadarki hayatı ilgili âyet, hadis ve rivayetlere dayanılarak anlatılmaktadır. Bu bölümün sonunda Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti ve onun yalancı peygamberlerle mücadelesi söz konusu edilmektedir. Kayseri Râşid Efendi Kütüphanesi’nde bir (nr. 21525), Süleymaniye Kütüphanesi’nde dokuz, Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde de bir adet olmak üzere toplam on bir nüshası bilinmektedir. Brockelmann, bir yazmasının da Berlin Devlet Kütüphanesi’nde (nr. 1030) kayıtlı bulunduğunu söylemektedir (GAL, II, 581).
Aʿmâlü’l-yevm ve’l-leyl. Mehmed Efendi’nin sabah ve akşam yapmış olduğu, hadislerde yer alan dua ve zikirleri içeren bu risâlesinin Süleymaniye Kütüphanesi’nde bazı nüshaları bulunmaktadır (Lala İsmâil, nr. 727/4; Lâleli, nr. 164/1).
Tasavvufî Bid‘atlardan Sakınmaya Dair Bir Risâle. Cehren zikir yapmanın mekruh olduğunu ortaya koyan eser Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Hacı Beşir Ağa, nr. 406/3). Risâle bazı nüshalarda Risâle fî kerâhiyyâti’l-cehr bi’z-zikr (Esad Efendi, nr. 3819/2; Lala İsmâil, nr. 685/1) ve Risâle fî hakki’l-farz ve’s-sünne ve’l-bid‘a fî ba‘zı a‘mâl (Kasîdecizâde, nr. 663/1) ve Risâle fî reddi ahvâli’l-mübtediîn (Hafîd Efendi, nr. 453/3) adıyla da kaydedilmiştir.
Münşeât. Mehmed Efendi’nin zamanın devlet büyüklerine yazmış olduğu mektupları ve bazı törenlerde yaptığı duaları içermektedir (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4308). Onun çeşitli konularda birkaç varaktan oluşan bazı ta‘lîkāt ve risâleleri de vardır (Pazarbaşı, s. 56-59).
https://islamansiklopedisi.org.tr/mehmed-efendi-vani
VANİKÖY CAMİİ
Adres: Kandilli, Vaniköy Cd No:54, 34684 Üsküdar/İstanbul
Çengelköy ile Kandilli arasında küçük bir yerleşme olan Vaniköy, erken dönemlerde Lykadion koyu olarak tanınmaktadır [Dionysios 2010, 83]. Bu bölge denize paralel olan tepelerin oluşturduğu dik yamaç nedeniyle, dar bir kıyı şeridine sahiptir. H. 991 / 1584 tarihli Mevacip Defterleri’nde zikredilen has bahçeler arasında adı geçen Kandilli Bahçesi’nin büyük bir bölümünü güneye bakan, sert rüzgarlardan korunaklı, tepelere kadar uzanan bu alan oluşturmaktadır [Erdoğan 1958, 177-178]. Evliya Çelebi, Kandilli Bahçesi’nin Sultan III. Murad’ın (1574-1595) oluşturduğunu söyler [Evliya 2003, 427]. Mimar Sinan yapılarını bildiren, her üç yazmada da [Tezkiret ül-Bünyan, Tezkiret ül-Ebniye ve Tuhfet ül-Mi’marin] Sinan’ın Kandilli Sarayı’nda bazı yapılar yaptığı kayıtlıdır [Kuran 1986, 378]. Sultan IV. Murad’ın (1623-1640) bu bahçeyi sık sık ziyaret ettiği ve yaz aylarında burada kaldığı da bilinmektedir.
Sultan IV. Mehmed (1648-1687) döneminde şehzadelere hocalık eden Vâni Mehmed Efendi’ye padişah bu bölgede büyük bir toprak ve koruluk bağışlar. Vâni Mehmed Efendi buradaki eski bostancılar mescidini onarır, bir medrese ve imaretle cemaatine mensup kişiler için çok sayıda yapı yaptırır. Bundan böyle, daha önce hemen hemen hiçbir iskânın bulunmadığı bu alan yüz yıllar boyunca Vaniköy adıyla anılacaktır. İkinci Viyana Kuşatması (1683) sırasında ordu şeyhi olarak sefere katılan Vâni Mehmed Efendi, seferin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine gözden düşer ve Bursa’nın Kestel Köyü’ne sürgün gönderilir, iki yıl sonra 1685’de sürgünde vefat eder. Mevlevî semalarına, Bektaşî ayinlerine ve içki ticaretine karşı olan Vâni Mehmed Efendi’nin dönemin muhafazakarları içinde yer aldığı söylenir.
Sultan I. Mahmud’un (1730-1754) bu semti sevdiği, Sadrazam Divitkar Mehmed Paşa eliyle önce camiyi onarttığı, daha sonra özellikle yaz aylarında saray hekimbaşısıyla, Şeyhülislam Hayatizade Mehmed Emin Efendi’nin bölgeye yerleşmesine ön ayak olarak Vaniköy’ün tekrar canlanmasını sağladığı bilinir. Bu arada camiye bir de hünkâr mahfili eklenir. Zaman içinde çok sayıda onarım geçiren yapının plan şeması değişmeden günümüze ulaşır. Kıble duvarına paralel uzanan dikdörtgen şeklindeki yapıya, sağ yanında bulunan ahşap direklerle taşınan ve ana çatının devamı olan açık bir bölümden girilmektedir. Denize sağır olan bu bölüm kâgir bir duvarla kapalıdır. Duvarın gerisinde ise camii beden duvarlarından müstakil konumdaki kâgir minare yer almaktadır. Girişin solunda müezzin mahfili onun üzerinde de kadınlar mahfili bulunmaktadır. Her üç cephesinden ışık alan caminin içi çok aydınlık ve ferahtır. İki kat yüksekliğindeki mihrabın sağında ve solunda ikişerli dizi halinde sekiz pencere bulunur. Aynı düzen caminin denize bakan cephesinde de tekrarlanır. Caminin kuzey cephesi boyunca devam eden hünkâr mahfilinin, deniz cephesinde iki ahşap ayakla desteklenen büyük bir çıkması vardır. 1970’li yılların başına kadar hemen önünde yer alan Vaniköy Vapur İskelesi nedeniyle daha hareketli olan cami ve çevresi günümüzde terk edilmiş bir görüntü içermektedir. Cami ve hünkâr mahfilinin acilen onarıma ihtiyacı vardır. Boğaziçi’nin en az iskânına sahip olan Vaniköy’de geçmişi XVII. yüzyıl ortalarına uzanan böylesi bir kültür varlığının bulunması büyük bir şanstır. Yolun kara tarafında çok az sayıda ikametgahın bulunduğu yerleşmenin esas iskân alanı yalılarla kaplı sahil kesimidir. Otopark olarak kullanılacak hiçbir alanı bulunmayan, kaldırımları dar ve yürümeye elverişli olmayan Vaniköy’de kamuya açık herhangi bir alan bulunmamaktadır. En yakın kamuya açık alan beş yüz metre mesafedeki, elektrik idaresi deniz yönündeki açık alandır. Burada bulunan park özellikle bahar ve yaz aylarında yoğun bir kullanımla karşı karşıya kalmakta ve devamlı bakım ve onarım istemektedir. Bu park ve kamuya açık alanla Vaniköy Camii arasında yürümeye elverişli ve emniyetli geniş bir kaldırım/yürüme yolu yapıldığı taktirde caminin cemaatinin veya bu yapıyı ziyaret ederek farkına varanların sayısı artacaktır. Sayıları giderek azalan ahşap çatılı camilerimizin en güzel örneklerinden biridir.
2020 yılında çıkan yangın sonucunda Vaniköy Camii büyük oranda tahrip olmuş; camiinin ahşap çatısı ile mahfil bölümü tamamen yanmış, Hünkâr Kasrı’nın iç mekânları da kullanılamaz hale gelmiştir. Vaniköy Camii, yaşanan yangın sonrası geriye kalan özgün detayları da dikkate alınarak; Kalyon Vakfı tarafından aslına en uygun şekilde restore edilerek 16.06.2023 tarihinde ibadet ve ziyarete tekrar açılmıştır.
https://www.sinangenim.com/tr/medya/yayimlar-ve-bildiriler/vanikoy-camii-814/
https://kalyonholding.com/restorasyon/vanikoy-camii-restorasyon