AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ
(1543-1628)
948’de (1541) Şereflikoçhisar’da doğdu. Çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar’da ilk tahsiline başladı. Daha sonra İstanbul’a giderek Küçük Ayasofya Medresesi’ne girdi. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra hocası Nâzırzâde Ramazan Efendi’nin muîdi oldu. Talebelik ve muîdlik yıllarında bir yandan da Halvetiyye tarikatına mensup Küçük Ayasofya Camii şeyhi Nûreddinzâde Muslihuddin Efendi’nin sohbetlerine devam etti. Hocası Nâzırzâde Edirne Selimiye Medresesi’ne müderris, Mısır ve Şam’a kadı tayin edildiği yıllarda Hüdâyî’yi yanından ayırmadı. Hüdâyî Mısır’da hocasıyla beraber bulunduğu sıralarda Halvetiyye tarikatının Demirtaşiyye kolundan Kerîmüddin el-Halvetî’den “usûl-i esmâ” terbiyesi gördü. 1573’te Mısır’dan dönüşünde Bursa Ferhâdiye Medresesi’ne müderris ve Câmi-i Atîk Mahkemesi’ne nâib tayin edildi. Hocası Nâzırzâde ise Bursa mevleviyetine getirildi. Bursa’ya gelişinin üçüncü yılında hocası vefat etti. Talebelik ve muîdlik yıllarından beri tasavvuf çevresiyle yakın teması bulunan Hüdâyî, hocasının ölümünün üzerinde bıraktığı derin tesir sebebiyle resmî görevlerinden ayrılarak daha önce vaaz ve sohbetlerine katıldığı Muhyiddin Üftâde’ye intisap etti. Üç yıl gibi kısa bir zamanda seyrü sülûkünü tamamladı. Şeyh Üftâde kendisini memleketi Sivrihisar’a halife tayin etti. Burada ancak altı ay kadar kalabilen Hüdâyî, şeyhi Üftâde’yi ziyaret etmek için tekrar Bursa’ya döndü. Fakat bu arada şeyhi vefat edince Rumeli’ye gitti. Trakya ve Balkanlar’da bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a geldi. Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi’nin delâletiyle tayin edildiği Küçük Ayasofya Camii Tekkesi’nde sekiz yıl şeyhlik makamında bulundu. Bir yandan da Fâtih Camii’nde vâizlik yaptı, tefsir ve hadis okuttu. Daha sonra Üsküdar’da Hüdâyî Dergâhı’nın bulunduğu yeri 1589 yılında satın aldı. Dergâhın inşaatıyla daha yakından ilgilenmek için ikametgâhını Rum Mehmed Paşa Camii civarına nakletti. 1595’te dergâhın inşaatı tamamlandı. 1599 yılında Fâtih Camii vâizliğini bırakarak Üsküdar Mihrimah Sultan (İskele) Camii’nde perşembe günleri vaaz vermeye başladı. Sultan Ahmed Camii’nin açılışında (1616) ilk hutbeyi Aziz Mahmud Hüdâyî okudu ve her ayın ilk pazartesi günü burada vaaz etmeyi kabul etti. Üsküdar’da bulunduğu yıllarda Bulgurlu’da da bir çilehâne ile bir hamam yaptırdı. Çilehânenin bulunduğu yerdeki Bulgurlu köyü, Ilısuluk tarlaları ve Gaziler tepesinin bir kısmı I. Ahmed tarafından fermân-ı hümâyunla Aziz Mahmud Hüdâyî adına tescil edildi.
Kanûnî’nin, kızı Mihrimah Sultan’dan torunu Ayşe Sultan (ö. 1598) ile de evlendiği rivayet edilen Aziz Mahmud Hüdâyî Safer 1038’de (Ekim 1628) vefat etti. Altısı kız olmak üzere on bir çocuğu oldu ve nesli, kızları Ümmügülsüm (ö. 1641), Zeyneb (ö. 1642) ve Fatma Zehrâ (ö. 1675) vasıtasıyla devam etti.
Hüdâyî, halktan sultanlara kadar uzanan geniş bir tesir halkası meydana getirdi. Devrin padişahlarıyla yakın ilgi kurmayı başardı. III. Murad, I. Ahmed ve II. Osman gibi padişahlara mektuplar yazdı, öğütler verdi. IV. Murad’a saltanat kılıcını kuşattı. Ferhad Paşa ile Tebriz Seferi’ne katıldı. Zaman zaman padişahların davetlisi olarak saraya gitti ve onlarla sohbetlerde bulundu. Evliya Çelebi, “yedi padişahın Hüdâyî’nin elini öptüğünü, 170.000 müride irâdet (el) verdiğini” belirtir. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin dergâhı her zümreden insanlarla dolup taştı. Devlet ricâlinden Sadrazam Kayserili Halil Paşa, Dilâver Paşa, ilmiyeden Hoca Sâdeddin Efendi, Sun‘ullah Efendi, Şeyhülislâm Hocazâde Esad Efendi, Okçuzâde Mehmed Şâhî Efendi, Sarı Abdullah Efendi, Nev‘îzâde Atâî, meşhur sûfî Olanlar Şeyhi İbrâhim Efendi ve benzerleri onun dergâhının müntesip veya müdavimleri arasındaydı. Vefat ettiğinde altmışa yakın halifesi bulunduğu rivayet edilen Aziz Mahmud Hüdâyî, halifeleri ve yazdığı otuz kadar eseriyle Anadolu ve Balkanlar’daki dinî-tasavvufî hayat üzerinde derin tesirler icra etmiş ve bu şekilde şöhreti günümüze kadar ulaşmıştır. Tekkesi, İstanbul’un en önemli tasavvuf ve kültür merkezi olarak hizmet görmüş, bu dergâhtan pek çok ilim ve fikir adamı, şeyh ve mûsikişinas yetişmiştir.
Hüdâyî Dergâhı’na bağlı müelliflerin en meşhuru, şüphesiz, Rûḥu’l-beyân sahibi Bursalı İsmâil Hakkı’dır. Eserlerinde sık sık Hüdâyî’den nakiller yapan Bursalı İsmâil Hakkı, onu Gazneli Sultan Mahmud ile mukayese ederek sevgisini şöyle dile getirir: “Ey gürûh-ı Muhammedî biliniz / Geldi bu âleme iki Mahmûd / Biri Mahmûd-ı Gaznevî meşhûr / Biri Mahmûd-ı ma‘nevî ma‘hûd.”
Gerek devrinde gerekse daha sonra yazılan tarih ve bibliyografya kitaplarında “kutbü’l-aktâb, sâhib-i zamân, mürşid-i kâmil” gibi unvanlarla anılması ölümünden sonra da şöhretinin devam ettiğini gösterir. Dilden dile nakledilen menkıbe ve kerametleri halkın gönlünde taht kurmasını sağlamış, ziyaretçileri her devirde artarak devam etmiştir. Daha sağlığında hayatını tehlikede gören pek çok devlet adamının onun tekkesine sığınarak hayatını kurtardığı bilinmektedir. Vefatından sonra ise bıraktığı çok zengin vakfiyesi sayesinde tekkesi, imaret ve külliyesi halkın sığınak ve barınağı olmuştur. Özellikle mensupları, sevenleri ve türbesini ziyaret edenler hakkında, “Denizde boğulmasınlar, âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler ve imanlarını kurtarmadıkça gitmesinler” şeklindeki duası, türbesini İstanbul’da Eyüp Sultan, Sünbül Efendi ve Yahyâ Efendi’den sonra ziyaretçisi en çok olan türbeler arasına sokmuştur. 1266 (1850) yangınında yanan Hüdâyî Külliyesi’nin devrin padişahı Abdülmecid tarafından yeniden inşa ettirilmiş olması, bu sevgi bağının saray çevresinde devam etmekte olduğunu gösterir.
Eserlerinin İstanbul kütüphanelerinde birçok nüshasının bulunması onların halk tarafından ne kadar sevilip benimsendiğini gösterir. Celvetiyye tarikatı ve diğer tarikat mensuplarınca eserlerinin büyük bir kısmına şerh ve hâşiyeler yapılmış, bazıları da Türkçe’ye çevrilmiştir. Yûnus tarzındaki ilâhilerine pek çok mutasavvıf-şair tarafından nazîreler yazılmıştır. Celvetî tekkelerinde şeyhlik eden kimselerin tamamına yakın kısmı Hüdâyî tarzında şiirler yazmış ve besteler yapmıştır.
Tasavvufî halk edebiyatı şairleri zümresi içinde yer alan Hüdâyî, sade ve hikemî mahiyette tekke şiirleri yazmıştır. Daha çok ilâhi tarzındaki bu şiirleri bir divan oluşturacak sayıdadır. Şiirlerinde bazan hece, bazan da aruz veznini kullanan Hüdâyî, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirdiği vahdet-i vücûd anlayışına bağlı bir mutasavvıftır. Eserlerinde, şiirlerinde ve mektuplarında bu açıkça görülmektedir. Ancak onun vahdet-i vücûd anlayışını Yûnus Emre kadar derin bir şekilde işlediğini söylemek güçtür. Bununla birlikte tasavvufun engin ruhunu samimi bir ifadeyle nazmetmiştir. İlâhilerinden bir kısmı bizzat kendisi, bir kısmı da muhib ve müntesipleri tarafından bestelenerek yüzyıllar boyu tekkelerde okunmuş, zikir meclislerinin ve âyinlerin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Kurucusu bulunduğu Celvetiyye tarikatı Selâmiyye, Hakkıyye, Fenâiyye, Hâşimiyye adlı dört kola ayrılmıştır. Tekkelerin kapatılmasına yakın yıllarda, İstanbul’da bu kollara bağlı otuz kadar tekke bulunmaktaydı (bk. CELVETİYYE).
Eserleri. Arapça ve Türkçe otuz kadar eseri bulunan Aziz Mahmud Hüdâyî, devrinin anlayışına uyarak eserlerinin çoğunu Arapça yazmıştır. Başlıca Arapça eserleri şunlardır:
1. Nefâʾisü’l-mecâlis. Tasavvufî bir tefsirdir. Ancak Kur’an âyetlerinin tamamı değil seçilen bazı âyetler açıklanmıştır. Yazmalarının bir kısmı iki, diğerleri üç cilt halinde olup en düzgün ve en eski nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Şehid Ali Paşa, nr. 172-174).
2. Câmiʿu’l-feżâʾil ve ḳāmiʿu’r-reẕâʾil. İlmî, amelî ve ahlâkî faziletleri anlatan bu eser, Hüdâyî’nin en meşhur ve en yaygın eserlerinden biri olup en eski nüshası Köprülü Kütüphanesi’ndedir (nr. 1853/3). Eser H. Kâmil Yılmaz tarafından İlim Amel ve Seyr ü Sülûk adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul 1988).
3. Miftâḥu’ṣ-ṣalât ve mirḳātü’n-necât. Namazın fazilet ve hikmetlerini anlatan risâlede Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Şehâbeddin Sühreverdî gibi büyük mutasavvıfların fikirlerine de yer verilmiştir. 1010 (1601) tarihli en eski yazma nüshası Murad Molla Kütüphanesi’ndedir (nr. 1314/4). Bu risâle de H. Kâmil Yılmaz tarafından tercüme edilerek İlim Amel ve Seyr ü Sülûk adlı eserin sonunda yayımlanmıştır.
4. Ḫulâṣatü’l-aḫbâr fî aḥvâli’n-nebiyyi’l-muḫtâr. Hüdâyî’nin hilkat, varlık ve hakîkat-i Muhammediyye gibi tasavvufî konuları işlediği yaklaşık altmış varaklık bir eseridir. En eski yazma nüshası 1037 (1627) tarihli olup Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir (Hüdâî Efendi, nr. 258).
5. Ḥabbetü’l-maḥabbe. Allah, Peygamber ve Ehl-i beyt sevgisini anlatan küçük bir risâledir. Ahmed Remzi Akyürek tarafından Mahbûbü’l-ahibbe adıyla tercüme edilen bu risâleyi Rasim Deniz yeni harflerle yayımlamıştır (Habbetü’l-Mahabbe Tercümesi Mahbûbü’l-ahibbe, Kayseri 1982).
6. Keşfü’l-ḳınâʿ ʿan vechi’s-semâʿ. Semâın meşruiyetini müdafaa için yazılmış olan bu risâlenin 1016 (1607) tarihli nüshası Köprülü Kütüphanesi’ndedir (nr. 1583/7). Eser H. Kâmil Yılmaz tarafından tercüme edilerek neşredilmiştir (“Hüdâyî’nin Semâ Risâlesi”, MÜİFD, sy. 4 [1986], s. 273-284).
Bunlardan başka Ḥayâtü’l-ervâḥ ve necâtü’l-eşbâh, el-Fetḥu’l-ilâhî, Tecelliyât, eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye, Fetḥu’l-bâb ve refʿu’l-ḥicâb, el-Mecâlisü’l-vaʿẓıyye adlı Arapça eserleri vardır. Şeyhi Üftâde’nin sohbetlerinde tuttuğu notlardan meydana gelen Vâḳıʿât adlı eser de genellikle Hüdâyî’ye nisbet edilmiştir. Yazmaları genellikle üç cilt halinde tertip edilmiş olan eserin, üzerinde Hüdâyî’nin hattı olduğuna dair bir kayıt bulunan nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir (Hüdâî Efendi, nr. 250).
Hüdâyî’nin belli başlı Türkçe eserleri de şunlardır: 1. Divan. Dîvân-ı İlâhiyyât olarak da bilinen eserde Hüdâyî’nin 255 kadar ilâhisinden başka rubâî ve kıtalar da vardır. Divan Kemaleddin Şenocak ve Ziver Tezeren tarafından ayrı ayrı yayımlanmıştır (İstanbul 1970, 1986).
2. Necâtü’l-garîk fi’l-cem‘ ve’t-tefrîk. Tasavvuf terimlerinden olan cem‘ ve farkın manzum olarak anlatıldığı bir risâledir.
3. Tarîkatnâme. Celvetiyye tarikatı âdâbını anlatan bir risâledir. Bu üç eser Nûri adlı bir kişi tarafından Külliyyât-ı Hazret-i Hüdâyî adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1287). Bu neşrin sonunda Hüdâyî’nin kısa bir hal tercümesiyle tarikat silsilesine de yer verilmiştir. Aynı eserleri, Hüdâyî Âsitânesi’nin son postnişinlerinden Mehmed Gülşen Efendi (ö. 1925), başına daha geniş bir hal tercümesi ve Hüdâyî’nin Arapça eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye adlı eserini de ilâve ederek yeniden neşretmiştir (İstanbul 1338).
4. Mektûbât. Hüdâyî’nin III. Murad’a ve diğer padişahlarla bazı devlet erkânına gönderdiği mektuplardır. Çoğu III. Murad’a yazılan 152’si Türkçe, yirmi iki kadarı da Arapça mektuptan oluşan bir nüsha Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Fâtih, nr. 2572).
5. Nesâih ve Mevâiz. Hüdâyî’nin vaaz ve nasihatlerini ihtiva eden eser 237 varak olup kırk üç bölümden oluşur. Bilinen tek yazma nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir (Hüdâî Efendi, nr. 266).
6. Mi‘râciyye. Mi‘rac hadisesini âyet ve hadislerin ışığı altında anlatan bir risâle olup bir nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir (Hüdâî Efendi, nr. 262).
https://islamansiklopedisi.org.tr/aziz-mahmud-hudayi
Doğancılar’da Ahmet Çelebi Mahallesi’nde, bugün Hüdâî Mahmud, Aziz Mahmud ve Aziz Efendi Mektebi sokaklarının kuşattığı bir arsa üzerinde 997-1003 (1589-1595) yılları arasında kurulmuştur. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin tekke ve türbesi etrafında teşekkül eden bu külliye, âsitâne ve pîr evi sıfatları ile, Celvetiyye tarikatının merkezini teşkil etmiş olan büyük ve önemli bir tekkedir. Nitekim Osmanlı kaynaklarında Hazret-i Hüdâyî Âsitânesi, Hüdâyî Mahmud Efendi Âsitânesi, Pîşvây-ı Tarîkat-ı Aliyye-i Celvetiyye, Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi Hankahı, Hankāh-ı Celvetî, Hazret-i Hüdâyî Aziz Mahmud Efendi Dergâhı ve Hüdâyî Aziz Mahmud Efendi Tekkesi gibi adlarla anılmaktadır.
Külliyenin çekirdeğini oluşturan tekkenin bânisi Aziz Mahmud Hüdâyî tekkenin arsasını 1589’da satın almış ve aynı yıl inşaatı başlatmıştır. Muhtemelen mensupları ve muhiblerinin de katkıları ile 1003’te (1595) tamamlanan ilk tekke aynı zamanda tevhidhâne olarak kullanılmıştır. Burası 1007’de (1598-99) bizzat bânisi tarafından minber ilâvesiyle camiye çevrilmiştir. Külliye bu tevhidhâne ile bunun etrafında yer alan derviş hücreleri, aşhane-imaret niteliğinde büyük bir mutfak, taamhâne, biri kendisine, dördü de kızlarına tahsis edilmiş toplam beş meşrutahâne ve cümle kapısı ile yanındaki iki çeşmeden meydana gelmekteydi. Bu yapılara, bâninin hayatının sonlarına doğru inşa edilen türbesini de ilâve etmek gerekir.
Hüdâyî Külliyesi’nin kuruluşundan XIX. yüzyıl ortalarına kadar çeşitli tamirler geçirdiği, zaman zaman bazı eklerle büyütüldüğü ve kalabalık bir derviş zümresini besleyebilecek güçte maddî kaynaklarla bunları barındırabilecek ölçüde mekânlara sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak 1850’de Üsküdar Çarşısı’nda çıkan ve külliyenin bulunduğu yamaca doğru yayılan bir yangın sonucunda Hüdâyî Türbesi dışında kalan binalar ortadan kalktığından türbe kısa bir müddet tevhidhâne olarak kullanılmıştır. 1272’de (1855-56) Sultan Abdülmecid tarafından türbe de dahil olmak üzere külliye yeni baştan inşa ettirilmiştir. Külliyenin bu ikinci inşasında geniş mimari programı ve yerleşim düzeni hemen hemen aynen korunmuş, ancak cami-tevhidhâneye hünkâr mahfili ile arsanın güney kesimine bir sıbyan mektebi ilâve edilmiştir. Yine bu dönemde Sultan II. Abdülhamid’in yakın adamlarından Lutfi Bey 1317’de (1899-1900) cami-tevhidhânenin karşısına, içinde bir kısmını kendisine ve aile fertlerine türbe olarak tahsis ettiği müstakil bir kütüphane binası yaptırmıştır. Bundan bir yıl sonra külliye, masrafları hazîne-i hâssadan karşılanmak suretiyle tamir ettirilmiş ve halen ayakta olan harem bölümü (şeyh dairesi) inşa edilmiştir. 1910 yılında yıldırım isabetiyle yıkılan minare türbenin önüne, türbedarlara mahsus bölümün üzerine devrilerek burayı tahrip ettiğinden minare yeniden inşa edilmiş, ayrıca Mısır Hidivi İsmâil Paşa’nın kızlarından Prenses Fatma Hanım tarafından 1912 yılında türbenin şimdiki camekânlı giriş bölümü yaptırılmıştır. Bu haliyle, kapatıldığı 1925 tarihine kadar gelen külliyenin cami-tevhidhânesi bu tarihten sonra sadece cami olarak hizmete devam etmiş, meşrutahâneler ise cami görevlileri ve vakıfların kiracılarına mesken olmuştur. Mutfak, hazîre, çeşmeler, türbe ve cümle kapısı gibi unsurlar günümüze aynen gelemedikleri gibi, derviş hücreleri ve selâmlık gibi kullanımlarını kaybeden bazı bölümler de tarihe karışmıştır. Başta cami olmak üzere ayakta kalan binaları 1975’te Vakıflar Genel Müdürlüğü tamir ettirmiştir. Son yıllarda kurulan Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfı tarafından külliyenin bakımı hususunda büyük gayret sarfedilmekte, ayrıca talebelere ve muhtaçlara dağıtılmak üzere her gün aşhanesinde yemek pişirilmektedir.
Hüdâyî Külliyesi, Osmanlı devri İstanbul’unun en parlak tasavvuf kültürü merkezlerinden birisi idi. Özellikle bânisinin müstesna şahsiyeti bu müesseseyi hükümdarlar, hânedan ve saray mensupları, devlet büyükleri, ulemâ, sanat ve mûsiki erbabı dahil olmak üzere her sınıftan insanın ve diğer tarikatlara mensup pek çok kişinin feyiz aldıkları bir irfan ocağı haline getirmiş ve bu gelenek tekkenin postuna daha sonra oturmuş diğer şeyhlerce de sürdürülmüştür.
Aziz Mahmud Hüdâyî Külliyesi’nin ilk yapıldığı devirdeki özellikleri hakkında kesin bilgiler vermek mümkün değildir. Yine de ikinci inşasında yerleşim düzeni pek fazla değiştirilmemiş olduğundan cami-tevhidhânenin aynı yerde bulunduğu, ancak daha küçük ölçülerde yapıldığı anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, arsadaki dağılımı ve mimariyi aydınlatıcı açık bilgiler vermemekte, ancak 300 kadar dervişin müstakil hücrelerde barındığını söylemekle yetinmektedir. XVIII. yüzyıldaki durumunu kısmen göstermesi bakımından Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî’nin verdiği şu bilgi ise kayda değer: “...Câmi-i şerîfin avlusunda şadırvanı ve etrafında fevkanî ve tahtânî mahfilleri vardır. Ve zâviye kapısında müteaddid çeşmeler vardır. Ve zâviye hücerâtı câmi etrafındadır. Şeyh dairesi başka olup müstakil meşruta menzilleri dahi vardır.” Külliyenin ikinci inşası sırasında yapılar, asıl mimarileri hiç hesaba katılmaksızın, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin yaşadığı devre tamamen yabancı düşen empire üslûbunda yenilenmiştir. Külliyenin ilk halinden günümüze intikal edebilmiş olan unsurlar, cami-tevhidhânenin batısındaki açık türbe ile cümle kapısının solundaki iki çeşmeden ibarettir.
Batıdan doğuya doğru oldukça meyilli olan külliye arsası çeşitli istinat duvarları ile setlere ayrılmış, binalar bu setler üzerine yerleştirilmiştir. Külliyenin tam ortasından geçen ve arsayı doğu-batı doğrultusunda ikiye bölen basamaklı bir geçit, tekke sakinleri ile cami cemaatinin yanı sıra çevre halkınca da kullanılagelmiş ve Hüdâî Avlusu sokağı adını almıştır. Sokak niteliğindeki bu avlunun doğu ucunda Aziz Mahmud Efendi sokağına birleştiği noktada külliyenin cümle kapısı yer almaktadır. Köfeki taşından pilastırlar ile iki yandan kuşatılmış olan dikdörtgen açıklıklı kapının üzerinde, mermerden iki silme arasında, külliyenin Sultan Abdülmecid tarafından ikinci inşasına ait 1272 (1855-56) tarihli manzum bir kitâbe yer almaktadır. Metni Süleyman Senih Efendi’ye ait olan ve ta‘lik hatla yazılmış bulunan kitâbe iki parça halinde düzenlenmiş, bunların ortasına adı geçen padişahın tuğrası kondurulmuştur. Kapının solunda yan yana iki çeşme mevcuttur ki muhtemelen ilk bânileri Aziz Mahmud Hüdâyî’dir. Her ikisi de klasik üslûpta silmeler ve sivri kemerlerle donatılmış olan bu çeşmelerden soldakinde, kemerin üzerinde, 1033’te (1623-24) yaptırıldığını gösteren sülüs hatlı Arapça mensur bir kitâbe, kemer aynası içinde ise 1272 (1855-56) tarihinde külliye ile beraber Sultan Abdülmecid tarafından tamir edildiğini gösteren, manzum metni Zîver Paşa’ya ait ta‘lik hatlı manzum bir kitâbe daha bulunmaktadır. Bunun sağında yer alan ve daha ufak ölçülerdeki çeşmede de, son mısraı ebcedle 1019 (1610-11) tarihini veren sülüsle yazılmış manzum bir kitâbe yer almaktadır. Cümle kapısının sağındaki çeşmede, Lâle Devri’nde 1141 (1728-29) yılında Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’nın oğlu “Genç” lakaplı Damad Mehmed Paşa tarafından yaptırılmış olduğunu belirten ta‘lik hatla yazılmış, metni şair Şâkir’e ait manzum bir kitâbe bulunmaktadır. Bu çeşmenin gerek cephe düzeni gerekse detayları tamamen empire üslûbunda olup 1272’de (1855-56) yenilendiğini ispata yeterlidir. Bu çeşmelerin üstünde, halen imam ve müezzin meşrutası olarak kullanılan birer ahşap mesken vardır. Geçen yüzyılın ikinci yarısında elden geçirildikleri anlaşılan bu evlerden soldaki yakın bir zamanda kâgire çevrilerek orijinal şeklini kaybetmiştir. Bunun arkasında, muhtemelen külliyenin ilk inşasından kalma bir su haznesi ile bir grup helâ yer almaktadır.
Cümle kapısından sonra batıya doğru kademeli olarak devam eden Hüdâî Avlusu sokağı üzerinde, solda Hüdâyî Türbesi ile daha sonra buna dışarıdan bitiştirilmiş olan ve tekke şeyhleriyle aile fertlerinin gömülü oldukları türbe, Hüdâyî Türbesi’nin arkasında bu yapıya bitişik olarak yer alan cami-tevhidhâne, bunun batısında dar bir aralıktan sonra içinde Kaya Sultan’ın (ö. 1659) kızı Fatma Hanım-Sultan’a (ö. 1140/1727-28) ait açık türbeyi barındıran hazîre parçası sıralanmaktadır. Bu hazîrenin batısında, Aziz Efendi Mektebi sokağının kuzeye doğru kıvrılan kesiminin arkasında, duvarlarla çevrili bir bahçenin içinde harem dairesiyle müstakil mutfağı bulunmaktadır. Hüdâî Avlusu sokağının kuzey yakasında ise en altta küçük meşrutadan sonra sırayla yerden yüksek hazîre parçası, mutfak ile buna bitişik hünkâr mahfili girişi, abdest muslukları, kütüphane ve yine bir bölüm hazîre yer almaktadır. Abdest musluklarının üzerinde sıralandığı duvar, arsanın kuzey kesimini işgal eden geniş bir bölümü ayırmaktadır. Musluklar dizisini ikiye bölen bir kapıdan geçilen bu kesimde vaktiyle derviş hücreleri, kahve ocağı, taamhâne ve diğer selâmlık bölümlerinin bulunduğu bilinmektedir. Ahşap oldukları anlaşılan bu binalardan günümüzde hiçbir iz kalmamıştır. Hüdâî Avlusu sokağının Hüdâyî Mahmud sokağına birleştiği batı ucunda, cümle kapısı ile aynı üslûpta ve aynı ebatta kitâbesiz ikinci bir kapı görülmektedir. Bu kapının güneyinde sokak üzerinde, külliyeye ait meşrutalardan ikisi müstakil bahçeler içinde yer almaktadır.
Cami-tevhidhâne dikdörtgen planlı, kâgir duvarlı, ahşap çatılı, biri bodrum, biri de mahfillerin teşkil ettiği kısmî üst kat olmak üzere toplam üç katlı fevkanî bir binadır. Bütün açıklıkların basık kemerlerle geçilmiş olduğu cephelerde kat döşemeleri ve saçak hizalarında yatay silmeler dolaşmaktadır. Zemin katta namaza ve âyinlere tahsis edilmiş olan dikdörtgen alan kıble yönünde yer almakta, bunu batıda ve kuzeyde erkeklere mahsus, zeminleri bir seki ile yükseltilmiş mahfiller kuşatmaktadır. Bu mahfillerin sınırında ahşap korkuluklar arasında üst kat mahfillerini taşıyan ve kısa bir parapet duvarından sonra tavana kadar devam eden kare kesitli ve pilastır başlıklı ahşap sütunlar sıralanmaktadır. Her sütuna karşısındaki duvarda aynı ebatta bir duvar pâyesi tekabül etmekte, bunların arasında altlı üstlü ikişer pencere yer almaktadır. Batıdaki zemin kat mahfilleri ortada iki sütun arasındaki açıklık boyunca kesintiye uğratılarak buraya yalnızca Hüdâyî Tekkesi’ne mahsus ilginç bir mimari unsur olan “şeyh kafesi” yerleştirilmiştir. Bu değişik tertip, Aziz Mahmud Hüdâyî ile Hızır arasında cereyan etmiş olan bir menkıbeye dayanan ve sırf burada icra edilen âyinlerde riayet edilen farklı bir erkândan kaynaklanmaktadır. Cuma namazlarını müteakip icra edilen âyinlerde, cuma namazını da bu kafesin içinde eda eden şeyh efendi âyinin belirli bir yerinde, dervişler kıyama kalktıktan bir müddet sonra kafesten çıkarak esas tevhidhâneye girer ve âyindeki yerini alırdı. Gereğinde kapı şeklinde açılan kafesli bölmelerle kuşatılmış olan bu bölümün arkasında, iki ucu kapılı ufak bir koridor mahfiller arasındaki bağlantıyı temin etmekteydi. Şeyhler harem dairesinin bulunduğu batı yönünde, binayı kuşatan dar geçide açılan ve şeyh kapısı olarak adlandırılan müstakil girişi kullanırlar ve cemaate görünmeden bu kafese girerlerdi. Kafesin kıble yönündeki sınırı hizasında yer alan bir seki, cami-tevhidhânenin ilk inşasındaki güney sınırını göstermektedir. Kuzey yönündeki mahfiller de ortada iki sütun arasındaki açıklık miktarınca kesintiye uğramakta ve bu açıklığın ekseninde harimin güney duvarında mihrap, kuzey duvarında son cemaat yerine açılan kapı, bunun da karşısında yapının dış duvarındaki esas kapı yer almaktadır. Dışarıdan bir sıra basamakla ulaşılan ve cami cemaatince kullanıldığı anlaşılan bu kapının üzerinde, ortada Sultan Abdülmecid’in tuğrasının yer aldığı, şair Zîver’in kaleminden çıkmış ve ta‘likle yazılmış 1272 (1855-56) tarihli bir kitâbe bulunmaktadır. Bu esas kapının batı yönünde, aynı şekilde önü basamaklı daha ufak boyutlu diğer bir kapı daha vardır ki tevhidhâne kapısı olarak adlandırıldığına göre daha çok tekke sakinlerince kullanılmış olduğu anlaşılan bu girişin üzerindeki kitâbe levhasında, sülüsle yazılmış ve Aziz Mahmud Hüdâyî’ye ithaf edilmiş bir beyit yer almaktadır. Son cemaat yerinin doğu ucundan geçilen minare, dışarı taşkın kare bir kaide üzerinde yükselen daire kesitli gövdesi, basit şerefesi ve kurşun kaplı koni biçimindeki ahşap külâhı ile iddiasız bir görünümdedir.
Aziz Mahmud Hüdâyî Külliyesi camisinin içinden
İçinde birçok sofalarla odaların ve bir helânın bulunduğu hünkâr mahfili girişi cami-tevhidhânenin kuzeyinde, Hüdâî Avlusu sokağının öbür yakasında yer alan kısmî bir zemin kattan temin edilmiştir. Duvarları içeriden bağdâdî sıva, dışarıdan ahşap kaplama ile donatılmış olan ve bir hünkâr kasrı niteliği arzeden bu bölümün üst katı, iki çift ahşap sütunun yardımı ile sokağı köprü gibi geçerek yapıya bağlanmaktadır. Cami-tevhidhânenin kafeslerle donatılmış olan üst kat mahfillerinin kuzey kanadı hünkâr ile maiyetine ve hânedan mensuplarına, batı kanadı ise hanımlara ayrılmıştır. Ahşap bölmelerle taksim edilmiş olan bu mahfillere biri son cemaat yerinden, diğeri de batı yönündeki geçitten hareket eden iki merdivenle ulaşılabilmektedir.
Caminin içinden, üstte kadınlar mahfili
Bodrum katının, ilk mescid-tevhidhânenin altına tekabül eden kuzey kesiminde dar uzun koridorlara açılan ve ufak pencerelerden az miktarda ışık alan halvethâne (çilehâne) niteliğinde mekânlar vardır. Güney kesiminde ise 1272’deki (1855-56) genişletme sırasında içeriye alınarak bir türbe hüviyeti kazanmış olan hazîre parçası yer almaktadır. Empire üslûbuna has sadeliğin hâkim olduğu cami-tevhidhâne cephelerinde herhangi bir süsleme unsuru göze çarpmaz. İçeride de süsleme asgari ölçülerde tutulmuştur. Profilli çıtalarla meydana getirilmiş geometrik taksimata sahip tavanda ve pencere sıraları ile alt ve üst kat mahfilleri arasındaki kuşakta pastel renkler kullanılarak empire (ampir) üslûbunda stilize çiçekler ve dal kıvrımlarından oluşan bir tezyinat uygulanmıştır. Ayrıca üst kat pencereleriyle üst kat mahfillerinin kafesleri oymalı ve yaldızlı hotozlarla taçlandırılmıştır. Bu hotozların tepelerinde, zemini siyaha boyalı daireler içine, zerendûd tekniğiyle ve sülüs hatla, camilerdeki alışılmış düzene uyularak “Allah”, “Muhammed” ibareleriyle dört halifenin isimleri yazılmıştır. Minber ile şeyh kafesinin önünde yer alan vaaz kürsüsü ahşaptan yapılmış olup “S” ve “C” kıvrımlarını ihtiva eden ve daha çok barok üslûba bağlanan kabartmalarla süslüdür.
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin türbesi, vefatından 1925’e kadar Celvetiyye mensuplarınca bayram arefelerinde, âsitâne şeyhinin riyâsetinde debdebeli bir şekilde ziyaret edilmiş, ayrıca İstanbul’daki velî türbeleri içinde en çok rağbet görenlerden birisi olma vasfını da günümüze kadar sürdürmüştür. Cami-tevhidhâne ile aynı inşaî ve tezyinî özellikleri paylaşan türbe, kuzeyden güneye doğru sıralanan camekânlı bir giriş bölümü, türbedarların nöbet tuttukları piramit biçiminde bir külâhla örtülü oda ve esas harimden oluşmaktadır. Harim kapısı üzerinde Aziz Mahmud Hüdâyî’nin vefat tarihini (1038/1628) veren ta‘lik hatlı Arapça mensur bir kitâbe vardır. Dikdörtgen planlı harimin ortasında daire kesitli dört mermer sütuna oturan ve içeriden Celvetî tacının tepeliği gibi on üç dilime taksim edilmiş olan bir ahşap kubbe yükselmektedir. Pîrin yaldızlı demir şebekelerle kuşatılmış olan ahşap sandukası bu kubbenin altındadır. Çevresinde çocuklarına ve bir torununa ait on sanduka sıralanmaktadır. Duvarların üst kesiminde hattat Mahmud Celâleddin’in kaleminden çıkmış, Mülk sûresini ihtiva eden sülüs bir yazı kuşağı dolaşmaktadır. Türbede bulunan sandıklar içinde Aziz Mahmud Hüdâyî’nin birtakım emanetleri muhafaza edilmektedir. Bu türbenin doğusunda, önceleri açık hazîre şeklindeyken sonradan muhtemelen 1272’de (1855-56), üstü örtülerek türbeye tahvil edilmiş olan bölüm vardır. Tekke şeyhlerinden, mensuplarından ve aile fertlerinden birçok kişinin gömülü olduğu bu ikinci türbenin çatısı Cumhuriyet devrinde ortadan kalkınca ahşap sandukaların yerlerine çimentodan garip lahitler kondurulmuş, üzerlerine de bir kısmı hatalı Latin harfli ufak kimlik levhaları iliştirilmiştir. Külliyenin hazîresinde, birçoğu hat ve oymacılık sanatları açısından dikkat çekici nitelikte mezar taşları bulunmaktadır. Cami-tevhidhânenin batısındaki hazîre parçası için de yer alan Fatma Hanım-Sultan Türbesi, hepsi mermerden yontulmuş sekiz adet sekizgen kesitli ve baklavalı başlıklı sütunları, bunlara oturan sivri kemerleri, sütunların arasını kapatan tunçtan dökülmüş nefis şebekeleriyle, emsali olan açık türbeler içinde müstesna bir yere sahiptir.
Külliyenin mutfağı kâgir duvarlı ve ahşap çatılı olup biri büyük, diğeri daha küçük içiçe iki bölümden oluşmaktadır. Basık kemerli kapılar ve pencerelerle donatılmış olan bu mekânlardan büyük olanında tuğladan örülmüş kemeriyle muazzam ocak yer almaktadır. Dikdörtgen planlı olan kütüphanenin duvarları sarı renkli yumuşak bir taşla kaplanmıştır. Üzeri tuğladan örülmüş bir tekne tonozla örtülü olan bu yapının girişi, cami-tevhidhâneye bakan güney cephesinin ortasındadır. Gerek bu kapı gerekse pencereler, kilit taşları konsollarla belirtilmiş yarım daire kemerlere sahiptir. Aralarında, duvara gömülmüş ve İyon nizamında başlıklarla donatılmış yivli sütunlar vardır. Başlıkların üstünde de çeşitli silmelerle teçhiz edilerek “architrave” görünümü kazandırılmış bir kuşak uzanmaktadır. Cephenin en üst kesimi, sütunların hizasında yer alan, ortaları birer kabartma rozetle süslenmiş küçük pilastırlarla üçe taksim edilmiş, bu bölümlere bâni Lutfi Bey’in adını ve ebcedle 1317 (1899-1900) tarihini veren ta‘likle yazılmış manzum kitâbenin mısraları yerleştirilmiştir. Halen Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfı’nın idare binası olarak kullanılan kütüphanenin batı kesimi demir parmaklıklarla tecrit edilerek bâni ile ailesine ait sandukaları ihtiva eden bir türbe haline sokulmuştur. Empire üslûbunun antik tapınak cephelerini taklit eden ve Osmanlı mimarisine çok yabancı düşen bir uygulamasını sergileyen bu binanın tonozlu örtüsü üzerinde de başka yerde benzerine rastlanılmayan koni biçiminde üç madenî alem sıralanmaktadır. Hepsi geçen yüzyılın ikinci yarısı içinde yenilenmiş olan meşrutahânelerden harem dairesi, zemindeki kâgir, diğerleri ahşap olmak üzere üç katlı, oldukça büyük, tipik bir eski İstanbul konağıdır.
Bu arada külliyenin yakın ve uzak çevresinde yer alan ve onunla ilgili sayılan bazı yapıları da zikretmek gerekir. Bunlar arasında, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin halifelerinden olan tekkenin üçüncü postnişini Ehl-i Cennet Şeyh Mehmed Fenâyî Efendi’nin (ö. 1664) cümle kapısının karşısında yer alan türbesi; yine bâninin mensuplarından olup mürşidine duyduğu hürmetten ötürü kendisini onun tekkesinde “kapıcı” olarak vasfeden Kayserili Halil Paşa’nın (ö. 1629) külliyenin güneydoğusunda ve az ilerisinde inşa ettirmiş olduğu Kapıcı Tekkesi ile Çamlıca’da Bulgurlu köyü yakınlarında (günümüzde Üsküdar ilçesine bağlı Bulgurlu mahallesinde bulunan Küçükçamlıca’da), Aziz Mahmud Hüdâyî’nin çileye soyunduğu mahal olan ve bu yüzden Çilehâne adını alan mevkide 1024’te (1615) inşa ettirilen mescid-zâviye bulunmaktadır.
https://islamansiklopedisi.org.tr/aziz-mahmud-hudayi-kulliyesi
Aziz Mahmud Hüdâyî Külliyesi camisinin dışından görüntüler
AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ EFENDİ TÜRBESİ
Türbe, camekânlı bir giriş bölümü, türbedarların nöbet tuttukları piramit biçiminde bir külâhla örtülü oda ve esas harimden oluşmaktadır. Türbeye girilen camekânlı bölüm, 1911 yılında minareye yıldırım düşmesi sonucu yıkılan yerler 1918’de Hidiv İsmâil Paşa’nın kızı Fatma Hanım tarafından tamir edilirken yaptırılmıştır. Bu bölümden türbe sofasına açılan kapının üzerinde iki ayrı bölüm içinde ta’lik hat ile dört mısra halinde yazılan şu mermer kitâbe vardır:
Bu meşhed mecma-ı ervâh-ı ecsâd-ı Hüdâyîdir Edeple gir azizim türbe-i pâk-i Hüdâyîdir Dilâ tahsil idem dersen eğer zevk-i ilâhiden Nasibin alur elbet giren bab-ı Hüdâyîden
Türbe sofasından türbenin harimine girilen kapının üzerinde de Aziz Mahmud Hüdâyî’nin vefat tarihini (1038/1628) veren şair Nevîzâde Atâî Atâullah Efendi’nin yazdığı ta‘lik hatlı Arapça bir kitâbe daha vardır. Minarenin yıkılması sırasında kırılan bu ilk kitâbe Şeyh Gülşen Efendi zamanında Hattat Necmeddin Okyay’a yeniden yazdırılmıştır. Kırık mermer kitâbe, caminin altındaki mahzende saklıdır (Haskan).
Dikdörtgen planlı harimin ortasında daire kesitli dört mermer sütuna oturan ve içeriden Celvetî tacının tepeliği gibi on üç dilime taksim edilmiş olan bir ahşap kubbe yükselmektedir. Pîrin yaldızlı demir şebekelerle kuşatılmış olan ahşap sandukası bu kubbenin altındadır. Çevresinde çocuklarına ve bir torununa ait on sanduka sıralanmaktadır. Türbede bulunan sandıklar içinde Aziz Mahmud Hüdâyî’nin birtakım emanetleri muhafaza edilmektedir.
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin türbesi, vefatından 1925’e kadar Celvetiyye mensuplarınca, cuma ve pazartesi geceleri, bayram arefelerinde, âsitâne şeyhinin riyâsetinde debdebeli bir şekilde ziyaret edilirdi. Türbe, İstanbul’daki velî türbeleri içinde en çok rağbet görenlerden birisi olma özelliğini hâlâ sürdürmektedir.
HAZÎRE VE DİĞER TÜRBELER
Külliyenin yüzyıllar içinde oluş-muş birkaç parçalı hazîresinde, birçoğu hat ve oymacılık sanatları açısından dikkat çekici nitelikte taşları olan pek çok mezar bulunmaktadır. Birçok devlet adamı olduğu gibi, Celvetî tarikatından gelen, buraya hizmet eden, burayı ve birbirlerini seven, adı bilinen veya bilinmeyen birçok insan burada yatmaktadır. Bunlar arasında dikkat çeken iki türbe vardır.
FATMA HANIM SULTAN TÜRBESİ
Mermerden yontulmuş sekiz adet sekizgen kesitli ve baklavalı başlıklı sütunları, bunlara oturan sivri kemerleri, sütunların arasını kapatan tunçtan dökülmüş nefis şebekeleriyle, emsali olan açık türbeler için-de müstesna bir yere sahiptir. Caminin sağ tarafındaki hazîre parçası içinde yer alan türbe kesme taş bir kaide üzerindedir. Türbede, IV. Murad’ın kızı Kaya Sultan’ın 1140 (1727-28) tarihinde vefat eden kızı Fatma Sultan medfundur. Fatma Sultan’ın, tavus kuşu kuyruklu şâhidesi üzerindeki 1140 (1727) tarihli kitâbesi vardır. Annesi Kaya Sultan, 1632’de dünyaya gelmiş ve 1646’da Melek Ahmed Paşa ile evlendirilmiş, doğum yaparken de genç yaşta vefat etmiştir.
Aziz Mahmud Hüdâyî Külliyesi camisinden görüntüler ve üstü açık Fatma Sultan türbesi
AYŞE HANIM SULTAN TÜRBESİ
Hüdâyî Efendi Türbesi’nin solunda ve ileridedir. Türbenin içinde biri Ayşe Sultan’a ait dört beton sanduka vardır. Yanında, torunu Mehmed Paşa’nın, Hüdâyî Efendi’nin kızı Ümmü Gülsüm Hanım’ın (ö. 1021/1612) ve eşinin kabirleri bulunmaktadır. Hümâşah Ayşe Sultan adıyla da bilinen Ayşe Sultan, Kanûnî Sultan Süleyman’ın torunu, Mihrimah Sultan ile Sadrazam Rüstem Paşa’nın kızıdır. 1595’te vefat etmiştir. Ayşe Sultan o tarihlerde buraya çok yakın, babası Rüstem Paşa’dan intikal eden İmrahor semtindeki muhteşem sarayında oturuyordu. Naîmâ Tarihi’nde de belirtildiği gibi, tekke ve müştemilâtı bu tanışmadan sonra yapılmıştır(Haskan).
Kütüphanesi. Vakfiyesinde belirtildiğine göre, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin, camide korunmak üzere bazı kitaplar vakfederek kütüphane için ilk adımı attığı anlaşılmaktadır. Müstakil bir kütüphane binası ise 1317’de (1899) Sultan II. Abdülhamid dönemi idarecilerinden Lütfi Bey tarafından cami ile şadırvan arasına (kütüphane ve türbe olarak) inşa ettirilmiştir. Bu tarihten evvel kitaplar cami içindeki dolaplarda muhafaza ediliyordu. Bunların bir kısmı Hüdâyî Efendi’ye, bir kısmı da Sadrazam Halil Paşa ile bazı hayır sahiplerine aitti.
Caminin karşısında, cephesi güneye bakan dikdörtgen planlı kütüphane-türbe binası, sarı renkli yumuşak bir taşla kaplan-mıştır. Üst bölümde çatı ile sütunlar arasındaki alanda ta’lik hatla ebced hesabı ile Lütfi Bey’in adını ve 1317 (1899-1900) tarihini veren manzum kitâbe yazılmıştır. Üzeri tuğladan örülmüş bir tekne tonozla örtülü olan bu yapının girişi, cami-tevhidhâneye bakan güney cephesinin ortasındadır. Dört beş mermer basamakla çıkılır. Bu merdivenin sol tarafında Lütfi Bey ve ailesine ait bir hazîre bulunmaktadır. Türbe kapı-sından küçük bir antreye girilir. Sol tarafta türbe, sağ tarafta ise, kütüphane odası bulunmaktadır. Yapı ampir üslûbunun antik tapınak cephelerini taklit eden ve Osmanlı mimarisine çok yabancı düşen bir uygulamasını sergilemektedir.
1925 yılında tekkelerin kapatılmasından sonra kütüphane Üsküdar’daki Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ne nakledilmiştir. Kütüphanenin eski kayıt defterlerine göre 2000’i aşan kayıt numarası koleksiyonun ne derece zengin olduğunu göster-mektedir. Bina, içindeki kitaplar nakledildikten sonra uzun yıllar boş kalmıştır. Bugün 1985 yılında kurulan Aziz Mah-mud Hüdâyî Vakfı tarafından kullanılmaktadır.
Özemre, Ahmed Yüksel. Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı. İstanbul:Kubbealtı Yayınları, 1997.
Üsküdar Belediyesi,Yüzyıllar Boyunca Üsküdar. Üsküdar Belediyesi, 2001.
chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://www.uskudar.bel.tr/userfiles/files/Y%C3%BCzy%C4%B1llar%20Boyunca%20%C3%9Csk%C3%BCdar1%20BirinciCilt.pdf
NEVMEKAN SAHİL KÜTÜPHANESİ
Adres: Aziz Mahmut Hüdayi, Şemsi Paşa Cd. No:2, 34672 Üsküdar/İstanbul
Yapı, Üsküdar meydanının sahil aksında, Şemsipaşa Külliyesi’nin hemen ardında konumlanmıştır. Meydanın dış çeperinde bulunan yapının Marmaray çıkışlarına ve otobüs duraklarına yakınlığı ve meydan - Kız Kulesi – Harem sahil aksındaki rekreasyon hattı üzerinde olması ile ana yaya akslarına bağlantısı meydana en yakın noktadan sağlanabilmektedir.
Plan şeması çok fonksiyonlu bir şekilde kurgulanmış olup, geniş katılımlı toplantıların gerçekleştirilebilecek şekilde merkezi planlıdır. Üst örtü kubbe geleneğimizin bir yorumu olarak geometrik (lattice shell) strüktür olarak kafes kabuk şekilde tasarlanmıştır. İslam Mimarisi'nde çok kullanılan, beş taksimatlı, çift merkezli kemer ve kubbe formu, kabuk yapıya dönüştürülerek, dönme hareketini vurgulayan fraktal formda, onaltıgen plana oturan onaltı lamine ahşap kirişle, bir kabuk konstrüksiyon oluşturulmuştur.
Aynı eksendeki çift merkezli bu kemer formu ile (pencî kemer), İslam Mimarisi geleneğinde olduğu gibi, İslam'da hayatın dünya ve ahiret ekseninde çift merkezli oluşu düşüncesi ifadelendirilmiştir.
Bu yapıda, içte ve dışta aynen okunabilen net mekânlarla, üretim ve tüketimde beşerî boyutu gözden kaçırmayan, az malzeme ile sade, fakat sadelik içinde ihtişamı olan bir mekânda güleryüzlü bir teknoloji ile İslâm mimârisinin özü olan sadelik ve basit, hem zordur hem de çok kolaydır mesajı verilmeye çalışılmıştır.
Yapı, çok fonksiyonlu olarak tasarlanmış olup, 2018 yılından itibaren Nevmekan Sahil olarak hizmet vermeye başlamıştır.
3 Ekim 2018 yılında açılışı gerçekleştirilen kütüphane 100 bin kitap kapasiteli olup, 79.500 basılı, 26 bin elektronik (çevrimiçi) kaynakla kullanıcılarına hizmet vermektedir. Kütüphanede Otomasyon Sistemi ve Akıllı Kütüphane Sistemi (RFID) kullanılmaktadır. Kitaplar DEWEY Sınıflama Sistemi ile kataloglandırılmıştır.
Nevmekân Sahil Kütüphanesi iki kattan oluşmaktadır. Giriş kat kitap kafe hizmeti veren ve çoğunlukla araştırma kitaplarının yer aldığı sesli alandır. Alt kat sessiz alan diye nitelendirilen ana kütüphane alanı olup, kullanıcıların rahatlıkla ders çalışıp, kitap okuyup ve araştırma yapabildikleri alandır. Bu alanda Türk ve Dünya Edebiyatına ait hikâye, roman, deneme, şiir ve çocuk kitapları yer almaktadır.
Nevmekân Sahil kütüphane alanı 08:00 – 23:00 saatleri arasında rezervasyon sistemi ile ücretsiz olarak kullanıcılarına hizmet vermektedir. Her gün belirli saatlerde kütüphane kullanıcılarına yönelik çorba, çay, kahve ve kek ikramları ücretsiz olarak yapılmaktadır.
Alt kat (ana) kütüphanede yer alan sergi alanında ünlü sanatçıların eserlerinin sergilendiği ve dönem dönem güncellenen sanat galerisi hizmet vermektedir.
Kütüphaneye üyelik ücretsiz olup, üye olan kullanıcılar 15 gün süreliğine 2 adet ödünç kitap alabilmektedir.
kutuphane.uskudar.bel.tr adresinden kütüphane kataloğuna erişim sağlayabilirsiniz.
https://www.uskudar.bel.tr/tr/main/pages/nevmekan-sahil-kutuphanesi/659