MİMAR SİNAN
(-1588)
Osmanlı mimarbaşısı.
Osmanlı mimarisini farklı bir kavrayışla ele alarak dünya mimarlığının zirvesindeki gelişme noktasına taşıyan tek isimdir. Şehircilik, işletme yönetimi ve en genel anlamda yapı alanının örgütlenmesinde adını en çok duyuran kişi olması, beslenip dayandığı toplumsal alt yapı ve kurumlar kadar kişisel dehasıyla da bağlantılıdır. Bu bakımdan sadece biyografisinin dar çerçevesinde incelenirse mimari alanında Sinan’a kadarki gelişmeler anlamsız kalacağı gibi Osmanlı mimarisinin gelişme mantığı da anlaşılamaz. Sinan gerçeğini kendinden önceki üslûpları nasıl aştığını, mimarlık sanatına getirdiği dünya ölçeğindeki yenilikleri, kendisini kuşatan kültür çevresini olaylar dokusu ve örneklerle birlikte düşünmek bu bakımdan kaçınılmazdır. Mimar Sinan’ın hayatı ve eserleri hakkındaki yayınlar, belgelerle kanıtlanmış araştırmalar, polemik ve efsaneler, çok farklı düzeylerdeki yaklaşımlarla küçük bir kütüphaneyi doldurabilecek birikime ulaşmıştır. Le Corbusier ve Frank Lloyd Wright gibi çağdaş mimarlık kuramcılarının zaman zaman onun adını hayranlıkla anmaları yanında V. da Osa adlı yazarın Sinan: The Turkish Michelangelo başlıklı romanı da (New York 1982) bunlara eklenirse büyük ustanın dünya ölçeğinde yeterince tanınmış olduğu söylenebilir.
Mimar Sinan’ın hayatıyla ilgili en geniş bilgiler, çağdaşı ve yakın dostu olan şair Sâî Mustafa Çelebi’nin kaleme aldığı Tezkiretü’l-bünyân’da bulunur. 994-995’te (1586-1587) kaleme alındığı düşünülen bu tezkire, Mimar Sinan’ın anlattıklarından derlenmiş hayat hikâyesi ve eserlerinin dökümünden oluşmaktadır. Yine Sâî Çelebi tarafından yazılmış olan Tezkiretü’l-ebniye, benzer içerikte bilgilerle geliştirilmiş olmakla birlikte her iki kaynakta verilen yapılar listesinin birbirini tutmadığı, ancak kısmen birbirini tamamladığı görülür. Ayrıca bizzat Mimar Sinan’ın kaleme aldığı ileri sürülen taslak halinde kalmış üç eser daha vardır. Bunlardan Adsız Risâle olarak bilinen nüsha muhtemelen Mimar Sinan’ın yazmayı düşündüğü biyografisinin fihristi niteliği taşır. Risâle-i Mi‘mâriyye adlı eser ise Adsız Risâle’nin biraz daha geliştirilmiş, fakat yarım bırakılmış şekli olmalıdır. Tuhfetü’l-mi‘mârîn de bu ikisine benzerlik gösterir ve Risâle-i Mi‘mâriyye’nin geliştirilmiş edisyonu niteliğindedir (bu üç nüsha da TSMA, nr. D. 1461’de bir arada bulunmaktadır).
Sinan’ın Sâî Mustafa Çelebi’ye yazdırdığı kabul edilen ve biyografisini ayrıntılı biçimde veren Tezkiretü’l-bünyân’da onun ağzından şunlar anlatılmaktadır: “Bu hakir, Sultan Selim Hân-ı Evvel’in gülistân-ı saltanatının devşirmesi olup Kayseriye sancağında ibtidâ oğlan devşirmek ol zamanda vâki olmuştur.” Yavuz Sultan Selim döneminde yalnız Rumeli’den değil Anadolu’dan da devşirme yapılabileceği konusunda karar alınmıştır. Ayrıca bu sultanın ölümü üzerine bizzat Sinan’ın yazmış olduğu bir şiirde devşirmelik durumu şöyle tekrarlanır: “Anın devşirmesiyem ben kemîne / Aceb lutf eylemiştir bu hazîne.” Daha sonraki yıllarda Sinan’ın Kayseri’deki akrabalarıyla yazışmaları ve ilişkileri devam ettiğinden belgelerle de desteklenen Kayseri-Ağırnas kökeni gerçeğe uygundur. Bu verilere göre Sinan’ın Hırvat, Slav, Acem veya Bosna kökenli olmadığı açıktır. Ayrıca çokça tekrarlandığı gibi dönme (mühtedi) değil devşirmedir. Onun hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olması ailenin etnik kökenini açıklayabilecek yeterli ipucunu vermemektedir. O dönemdeki Kayseri müslüman Türk, hıristiyan Türk, hatta Moğol kalıntılarının yayıldığı bir alan olduğundan inanç sistemine dayalı ayırımlarla sağlıklı sonuçlara varmak mümkün değildir. Bu bakımdan onu belirli bir etnik grup, ırk ya da cemaate bağlama çabaları, kuşkusuz Osmanlı mimarisini de töhmet altına sokan polemiklere alt yapı hazırlamak anlamına gelmektedir.
Bütün belgelerde rastlanan Sinan adı geçerlidir. Ancak eseri olan Büyükçekmece Köprüsü’ne kazınmış kitâbede “amilehû Yûsuf İbn Abdullah” olarak farklı bir isimle karşılaşılmakta, Dâyezâde’nin Risâle-i Selîmiyye’deki bir derkenarda ise Sinâneddin Yûsuf şeklinde farklı bir isimlendirme görülmektedir. Devşirmelerin babaları için genellikle Abdullah adı kullanılır. Baba adının Abdullah, Abdülmennân, Abdülkerim veya Abdurrahman gibi farklılıklarla yazılmış olması doğaldır. Bunlar doğumla birlikte verilmiş özel adlar olmadığından ufak değişiklikler önemsenmemiştir. Etnik köken konusunda kesin bir sonuca varılmış, meselâ onun Ermeni ya da bir başka kökenden geldiği belgelenmiş olsaydı Osmanlı toplumsal örgütlenme tarzı hakkında bilinenler değişmeyecek, “Osmanlılaştırma” sürecinin işleyişi yeni bir örnekle bir defa daha doğrulanmış olacaktı.
Hangi tarihte devşirildiği bilinmemekle birlikte İstanbul’a geldiğinde yirmi iki yaşında olduğu ileri sürülür. Bu bakımdan onun 896 (1491) yılından önce doğduğu kabul edilir. Sinan’ın hayranlık uyandıran büyük yapılarla süslü İstanbul’un en canlı noktasında, sultanın sarayına ve Ayasofya Camii’ne yakın bir yerde Atmeydanı’na bakan bir okulda eğitimine başladığı anlaşılmaktadır. Bu eğitiminin de ne kadar sürdüğü belli değildir. Bu sırada kendi isteğiyle neccârlık sanatına eğilim gösterdiğini bizzat kendisi belirtir. Yavuz Sultan Selim döneminde orduyla birlikte Çaldıran’da bulunduğuna dair bilgiler şüphelidir. Kendisinin bir süre padişahın hizmetinde Arap ve Acem diyarlarını gezip dolaştıktan sonra yine İstanbul’a döndüğü yolundaki ifadeleri böyle bir kanaate yol açmıştır. Ancak Mısır seferine katıldığı ve mimari çevreyi tanıdığı, Selçuklu ve Safevî dönemi yapıları kadar antik yapılar ve Mısır piramitlerinin onu çok etkilediği, mimari-şehir ilişkileri konusunda zengin bir birikim kazanmış olduğu açıktır.
Mimarbaşılık görevini kırk sekiz yaşında üstlenen Sinan mesleğinde kaydettiği aşamaları üç ayrı yapıyla somutlaştırarak tanımlar: “Çıraklık eserim” dediği Şehzade Camii ile (955/1548) ilk büyük sultan camisini tamamlamıştır. Kanûnî Sultan Süleyman ölen şehzadesi adına bir külliye yaptırmak istemiş, bu inşaat o sırada elli dört yaşında bulunan Sinan’a verilmiştir. Bu yapının tamamlanmasından birkaç yıl sonra sultanın adıyla yeni bir cami ve külliyenin inşasına başlamış ve yedi yıl içinde İstanbul’un ve bütün imparatorluğun en görkemli yapılarından biri tamamlanmıştır (1557). Süleymaniye’yi “kalfalık eserim” diye nitelendiren ustanın II. Selim adına, bu defa Edirne’de inşa ettiği cami Sinan’ın en büyük eseri olarak gösterilir. Bu yapı tamamlandığında seksen üç yaşındaydı ve yaşlılığından dolayı artık “Koca” lakabıyla anılıyordu. 992 (1584) yılında hacca giden Sinan kendi yerine Mehmed Subaşı adıyla tanınan mimarı vekil olarak bırakır. Hac dönüşünde ve 100 yaşı civarında olduğu halde görevini büyük bir coşkuyla sürdürerek 996’da (17 TEMMUZ 1588) vefat eder. Yakın arkadaşı Sâî Mustafa Çelebi, bu dünyadaki yol arkadaşlığının son bulduğunu görerek onun mezar kitâbesini şu satırlarla bitirir: “Geçti bu demde cihandan pîr-i mi‘mârân Sinân.” Bugün Süleymaniye Külliyesi’nin bir köşesindeki küçük toprak parçasında yatmakta olan Sinan’ın hayat süreci ve ortaya koyduğu mimari, etnik kökeni üzerine açılan tartışmaları anlamsız kılmaktadır.
Mimar Sinan Türbesi’nin inşa kitâbesi
Mimar Sinan’ın türbesi – Süleymaniye / İstanbul
Osmanlı Mimarisinde Sinan Okulu. Sinan’ın hayatı boyunca inşa ettiği eserlerin sayısı tartışmalıdır. Döneme ait kaynakların karşılaştırılmasıyla 452 yapıdan oluşan bir liste belirlenirken bazı el kitapları ve ansiklopedilerde 350 civarında eser yaptığı yazılıdır. Mimarın yüzyıla yakın yaşadığı bilinir. Buna rağmen kaynakların verdiği yapı sayısı düşündürücüdür. Ülkenin genişliği ve ulaşımın at sırtında yapıldığı göz önüne alınırsa başmimarın her eseri bizzat inşa etmediği, ayrıntılarla tek tek uğraşmadığı, bazı yapıların sadece planlarını çizdiği, projeyi gözden geçirdiği, yardımcıları vasıtasıyla inşaat süreçlerini denetlediği düşünülebilir. Bu durumun getirdiği bir başka sonuç da yapıların kâğıt üzerine çizilmiş projelere göre inşa edildiğidir. Klasik dönem Osmanlı mimarisindeki üslûp bütünlüğünün geniş bir coğrafyaya yayılmış olması üslûbu tek merkezin belirlediğini ortaya koymaktadır. Şu halde her yere koşuşturan bir Sinan yerine birbirinden uzak yapı alanlarına ulaşan ustalar, kalfalar ve planlardan söz etmek akla yatkın bir Osmanlı çözümü olarak gözükmektedir.
Günümüz araştırmacılarının ulaştığı yüksek birikim ve ayrıntı zenginliğine rağmen mimarı bilinmeyen bazı yapıların Sinan’a ait olup olmadığı konusu Sinan’ın bu ortamda tek başına olmadığı sonucuna götürmekte ve Sinan ayarında iş yapabilen, onun kadar güçlü başka mimarların da olabileceği kabul edilmektedir. Bunlardan Dâvud Ağa ve Sedefkâr Mehmed Ağa ismi bilinenlerden sadece ikisidir. Özetle mimaride yeni çözümler, buluşlar, her şeyin ötesinde oranların ortaya konuşu Sinan’la birlikte klasik denilebilecek yeni boyutlara ulaşmış, mimarlık alanının bu ustası imparatorluğun kıtalar üstü eğilimlerini hızla ve kuvvetle dış dünyaya yansıtmıştır. Bu üslûp, özellikle en güçlü tarzda yerleştiği eyalet ve şehirler üzerinde biçimler anarşisine son vermiş, kendi kimliğini dünya ölçeğinde ortaya koymuştur. Bu kimlik, Osmanlı düzeninin hâkim ve hükümran olduğu bölgelerin sanat kaderi üzerinde günümüze kadar uzanan izler bırakmıştır.
https://islamansiklopedisi.org.tr/sinan
Mihrimah Sultan Câmii – Üsküdar
Atik Valide Camii-Üsküdar
Şemsi Paşa Camii -Üsküdar
Vâlide Sultan Medresesi -Üsküdar
Mihrimah Sultan Medresesi -Üsküdar
Şemsi Ahmed Paşa Medresesi -Üsküdar
Hâcce Hâtun Medresesi -Üsküdür
Gülfem Hâtun Medresesi -Üsküdar
Atik Valide Sultan Darülkurrası-Üsküdar
Vâlide Sultan Dârülkurrâsı -Üsküdar
Vâlide Sultan Dârüşşifâsı -Üsküdar
Şemsi Ahmed Paşa Türbesi -Üsküdar
Şâh-ı Hûban Türbesi -Üsküdar
Atik Valide Sultan Hamamı-Üsküdar
Üç Kapılı Hamam -Üsküdar Sarayında
Vâlide SultanHamamı -Üsküdar
Vâlide Sultan İmâreti -Üsküdar
Mihrimah Sultan İmâreti -Üsküdar
Üsküdar Sarayının tâmiri -Üsküdar
Mehmed Paşa Sarayı -Üsküdar
Rüstem Paşa Sarayı -Üsküdür
Siyavuş Paşa Sarayı-Üsküdar
https://islamansiklopedisi.org.tr/sinan