HÜSEYİN CEMİL MERİÇ
(1916-1987)
Uzun yıllar Üsküdar’da oturmuş fikir adamı; denemeci, çevirmen. Hatay Reyhaniye’de (Reyhanlı) doğdu (12 Aralık 1916). Tam adı Hüseyin Cemil’dir. Babası hâkim Mahmud Niyazi Bey, annesi Zeynep Ziynet Hanım’dır. Ailesi aslen Meriç’in öte yakasındaki Dimetoka’dandır. Reyhaniye Rüştiyesi ve Antakya Sultânîsi’nde okudu. 1936’da gittiği İstanbul’da bir yıl Pertevniyal Lisesi’ne devam etti. Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi gibi dönemin solcu aydınlarıyla tanıştı. Geçim sıkıntısıyla Antakya’ya geri dönünce liseyi orada bitirdi. Bir köy okulunda öğretmenlik, İskenderun Tercüme Bürosu’nda başkan yardımcılığı, Nahiye Müdürlüğü, Türk Hava Kurumu’nda sekreterlik ve belediyede kâtiplik gibi görevlerde bulundu. 1939’da bağımsız Hatay hükümetini devirmekle suçlandı; idamla yargılandıysa da beraat etti. Tekrar İstanbul’a gidip (1940) iki yıllık eğitiminin ardından Yabancı Diller Yüksek Okulu’ndan mezun oldu (1942). Elazığ Lisesi’ndeki öğretmenliği olumsuz şartlar sebebiyle yürümeyince İstanbul’a döndü (1945) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Fransızca okutmanı oldu (1946). 1974’te bu görevinden emekli oldu. Okutmanlığı devam ederken aynı üniversitenin Felsefe Bölümüne doktora öğrencisi olarak kaydoldu (1951). Işık Lisesi’nde (1952-1954), Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde dersler verdi. Çocukluğundan beri problemli olan gözlerinden geçirdiği ameliyatlar başarısız olunca 1955’ten sonra, görme yetisini kaybetmiş biri olarak ailesi, dostları ve sevenlerinin okuma ve söylediklerini dikte etmedeki yardımlarıyla yazı ve fikir hayatını sürdürdü.
1984’te geçirdiği beyin kanamasına bağlı felçle gelen ağır hastalık şartlarının ardından İstanbul’da vefat etti (13 Haziran 1987). Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Erken yaşlarda kitapların dünyasıyla tanıştı, daha Antakya’daki öğrencilik yıllarında ilk yazılarıyla dergilerde göründü. İstanbul’da 1941’den sonra İnsan, Ayın Bibliyografyası, Yurt ve Dünya, Yücel, Gün, Amaç gibi dergilerde yazıları çıktı, 1943’te Balzac’tan yaptığı Altın Gözlü Kız yayımlanan ilk eseri oldu. Maârif Vekâleti klasikler dizisi için V. Hugo’nun Hernani’sini çevirdi, 1963’ten başlayarak günlük tutmaya başladı, bir ara Hint edebiyatıyla yoğun olarak meşgul oldu (1960-1964). 1967’de Saint-Simon İlk Sosyolog İlk Sosyalist kitabı çıktı. “Koyu Müslümanlık”, “şoven milliyetçilik”, “sosyalistlik”, “Araf ” ve “Hint devri” gibi dönemlere ayırdığı hayatının 1964’ten sonraki yıllarını “sadece Osmanlı” diye adlandırır. 1974’te Bu Ülke’yle başlayan ve adının geniş okuyucu kesimlerince tanınacağı yıllar yazarın olgunluk dönemidir. Yazıları Türk Edebiyatı, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Köprü gibi dergilerle Orta Doğu ve Yeni Devir gibi gazetelerde yayımlandı. İçinde yaşadığı toplumun meselelerine bakarken, Türkçe’nin kan kaybettiği bir süreçten geçildiği kabulüyle, yazı ve kitaplarında dil meselesine önemli bir yer ayırır. Yaşanan sağ-sol kamplaşmasını Avrupa’dan ithal ve yapay bulur, insan beyninin iki yarım küresi gibi Doğu ve Batı’yı bir bütünün parçaları olarak görür. Fevziye Hanım’la evlendikten sonra 1945’te ilk çocukları Mahmut Ali, Üsküdar Zeynep Kâmil Hastanesi’nde doğar. Aile bu yıllarda ilk olarak Bağlarbaşı’nda, bugünkü İlahiyat Fakültesi’nin bahçesinin yerinde bulunan üç katlı ahşap bir evin bir katında, sonra da Gümüşarayıcı Sokağı’ndaki mütevazı ahşap evde yaşar. İkinci çocukları Ümit de aynı hastahanede dünyaya gelir.
Kısa bir süre Erenköy’de oturan aile bu defa Üsküdar’la Kuzguncuk arasında Fethi Paşa Korusu’nun girişinde, Nacak Sokağı 14 numaralı evin bir katına yerleşir. İki yıllık bir Çengelköy konaklaması dışında 1948-1960 arasında bu evde yaşarlar.
Eserleri. Hind Edebiyatı (İstanbul 1964, genişletilmiş 2. baskı,
Bir Dünyanın Eşiğinde, İstanbul 1976);
Saint-Simon: İlk Sosyolog-İlk Sosyalist (İstanbul 1967);
Bu Ülke (İstanbul 1974);
Umrandan Uygarlığa (İstanbul 1974);
Mağaradakiler (İstanbul 1978);
Kırk Ambar (İstanbul 1980, İletişim Yayınları’nın bastığı külliyat içinde iki cilde bölünmüş ve I. cildi 1998’de Kırk Ambar: Rümuz-ül Edeb başlığıyla bazı ekleme ve çıkarmalarla yayımlanmıştır);
Bir Facianın Hikâyesi (Ankara 1981);
Işık Doğudan Gelir (İstanbul 1984);
Kültürden İrfana (İstanbul 1985);
Jurnal I-II (İstanbul 1992-1993);
Sosyoloji Notları ve Konferanslar (haz. Ümit Meriç, İstanbul 1993).
Ayrıca Balzac’tan Altın Gözlü Kız (1943),
Otuzunda Kadın (1945),
Onüçlerin Romanı (1945),
Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti (1946);
Victor Hugo’dan Hernani (1956);
Uriel Heyd’den Ziya Gökalp: Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (1980);
Maxime Rodinson’dan Batıyı Büyüleyen İslam (1983) adlı kitapları çevirmiş, Berke Vardar’la birlikte Antoine Meillet’den (kapakta belirtilmemesine rağmen iki bölümden oluşan kitabın 2. bölümü Michel Lejeune’e aittir)
Dillerin Yapısı ve Gelişmesi’ni (1967) çevirip ilâvelerde bulunmuştur.
Thornton Wilder’dan Köprüden Düşenler (1981, Lamia Çataloğlu ile birlikte),
Victor Hugo’dan Marion de Lorme (1966, Mahmut Sait Kılıççı ile birlikte) yaptığı diğer çevirilerdir.
Ferit Hakkı Saymen ve Louat ile beraber üniversite öğrencileri için hazırladığı Fransızca Yardımcı Metinler adlı kitapçığıyla (1951) Sosyalizm ve Sosyoloji Tarihinde Pierre Joseph Proudhon (İstanbul 1969),
İdeoloji (1970) gibi yazılarının basımıyla ortaya çıkan risâleleri ve 1959’da Fransızca hocaları için hazırladığı basılmamış bir Fransızca grameri bulunmaktadır.
https://www.uskudar.bel.tr/userfiles/files/MNA_Uskudarli_Meshurlar.pdf
https://islamansiklopedisi.org.tr/meric-cemil
Meriç, Ümit. Babam Cemil Meriç. İstanbul: Ketebe Yayınları, 2021.
MUSTAFA UZUN
(1949-)
Trabzon Vakfıkebir’de doğdu (1949). Kendisi küçük yaştayken ailesi İstanbul’a yerleşti. İstanbul İmam-Hatip Lisesi (1968), Pertevniyal Lisesi (1968), İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü (1974) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden (Türkoloji) mezun oldu (1977). Bu yıllarda Halil Can, Sadettin Heper ve talebesi Nezih Uzel’den klasik ve dinî mûsiki dersleri aldı. İstanbul Üniversitesi’nden mezun olduğu bölümde Prof.Dr. Faruk Kadri Timurtaş’ın danışmanlığında başladığı doktora tezini, hocasının vefatı sebebiyle İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Dr. A. Necla Pekolcay’ın nezaretinde “Dede Ömer Rûşenî’nin Hayatı, Eserleri ve Miskinnâmesi” adıyla öğretim üyeliği tezi olarak tamamladı (1981). Bu enstitünün Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne dönüşmesinden sonra aynı adlı teziyle doktor unvanını aldı (1983). “Dede Ömer Rûşenî’nin Neynâmesi” başlıklı takdim teziyle doçent (1990), “Dinî Edebiyatımızın Son Temsilcilerinden Mehmed Fevzi Efendi ve Dinî Mesnevîleri” başlıklı takdim çalışmasıyla profesör unvanı aldı (1996).
Bir süre Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde İstanbul’da imam-hatiplik ve murakıplık görevlerinde bulunduktan sonra İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne İslâmî Türk edebiyatı asistanı olarak intisap etti (1977). 1982’de Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne dönüşen bu kurumdaki öğretim üyeliği görevini emekliliğine kadar (2017) sürdürdü; pek çok öğrenci yetiştirdi ve idarî görevler üstlendi. Bu dönemde bir süre (1986-1987) Kahire’deki Ayn Şems Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu.
Kuruluş aşamasından (1981-1982) itibaren TDV İslâm Ansiklopedisi çalışmalarına önemli katkıları oldu. Ansiklopedi İnceleme ve Redaksiyon Kurulu üyeliği yaptı (1989-1995). Eski Türk Edebiyatı İlim Heyeti başkanı ve müellif-redaktör olarak ansiklopedi mutfağında bizzat hizmet verdi; 139 madde veya madde bölümü telif etti, çok sayıda maddenin ilmî redaksiyonunu gerçekleştirdi. Bu hizmetleri sebebiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, “Yüzyılın İslam Kültür Hizmeti Onur ve Hizmet Ödülleri” kapsamında hizmet ödülüne lâyık görüldü (2014).
Rahle Yayınevi, Divan İlmî Araştırmalar Müessesesi, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı ve Yayınevi, aynı vakıf bünyesinde hizmet veren Mehmed Âkif Araştırmaları Merkezi gibi pek çok kurumun kuruluşunda ve idaresinde görev aldı.
İlmî ve akademik çalışmaları İslâmî Türk edebiyatı alanında yoğunlaşmıştır.
Çağrı: Yunus’tan Seçme Şiirler (İstanbul 1981), İslâmî Türk Edebiyatı: Giriş (Neclâ Pekolcay v.dğr. ile birlikte, İstanbul 1981), Dinî Edebiyatımızın Son Temsilcilerinden Mehmed Fevzi Efendi ve Dinî Mesnevîleri (İstanbul 1996) başlıca eserleri arasında sayılabilir. Gece Hikâyeleri: Müsâmeretnâme (İstanbul ts), Mehmed Âkif Ersoy: İstiklâl Marşı'nın Kabulünün 90. ve Âkif'in Ölümünün 75. Yılı Anısına (Ankara 2011), İstiklâl Şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy (İstanbul 2011) ve Mûsikî Dünyamızın Dâvûdu Buhûrîzâde Mustafa Itrî (İstanbul 2013) gibi eserlerin editörlüğünü yaptı; yayıma hazırladı. Başyazarlığını Mehmed Âkif Ersoy’un yaptığı Sırâtımüstakīm-Sebîlürreşâd dergisi külliyatının günümüz harfleriyle neşri projesinin (Meşrûtiyet’ten Cumhuriyet’e Yakın Tarihimizin Belgesi: 1908-1925 Sırâtımüstakīm/Sebîlürreşâd Mecmûası, Proje Koordinatörü: M. Ertuğrul Düzdağ, 17 cilt, İstanbul 2012-2019) ilk altı cildine danışman ve editör olarak katıldı. Ayrıca Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (İstanbul 1977), Osmanlı Ansiklopedisi (İstanbul 1993), İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (İstanbul 1994-1996), Sahâbeden Günümüze Allah Dostları Ansiklopedisi (İstanbul 1996) gibi ansiklopedilerde alanıyla ilgili maddeler yazdı.
https://islamansiklopedisi.org.tr/muellif/mustafa-ismet-uzun
BURHAN FELEK ANADOLU LİSESİ
Adres: Selamiali, Selamı Ali Efendi Cd. No139, 34674 Üsküdar
KURULUŞ TARİHİ:1847
TARİHÇESİ VE OKULA VERİLEN İSİMLER:
1847 - Mülkiye Mekteb-i Rüşdiyesi
1852 - Üsküdar Rüşdiye Mektebi
1872 - Üsküdar Atik Rüşdiye Mektebi
1880 - Üsküdar Doğancılar Rüşdiye Mektebi
1888 - Üsküdar Merkez Rüşdiyesi
1893 - Üsküdar İdadisi
1913 - Üsküdar Mekteb-i Sultanisi
1923 - Üsküdar Erkek Lisesi
1924 - Üsküdar 1. Ortaokulu
1925 - Üsküdar Erkek Lisesi
1929 - Üsküdar Ortaokulu
1931 - Üsküdar Karma Ortaokulu
1935 - Üsküdar 1. Ortaokulu
1938 - Paşakapısı Ortaokulu
1970 - Üsküdar Lisesi
1983 - Burhan Felek Lisesi
2013 - Burhan Felek Ticaret Lisesi
2014 - Burhan Felek Çok Programlı Lisesi
2015 - Burhan Felek Anadolu Lisesi
Bugün Burhan Felek Anadolu Lisesi adını taşıyan okul, 1847 yılında ilk Rüşdiye Teşkilatı kurulduğu zaman Üsküdar'ın merkezinde bulunan Hacı Selim Ağa Mektebinde, Mülkiye Mekteb-i Rüşdiyesi adıyla öğretime başlamıştır. Aynı sene İstanbul’da açılan beş Rüşdiye mektebinden biridir. 1852 yılından itibaren Üsküdar Rüşdiye Mektebi ismiyle anılan okul, pek çok kez yer değiştirmek zorunda kalmış; yerleştiği yeni mekânlarla birlikte ismi de pek çok kez değişikliğe uğramıştır. Bir sonraki adresi Toptaşı olan okul, 1867 yılında şimdiki semtine taşınmış ve faaliyetlerine Müşirlik Dairesi içinde devam etmiştir. 1872 yılından itibaren Üsküdar Atik Rüşdiye Mektebi, 1880 yılından itibaren de Üsküdar Doğancılar Rüşdiye Mektebi ismiyle anılan okul, 1888 yılından sonra da Üsküdar Merkez Rüşdiyesi adını almıştır.
1875, okulun tarihi açısından önemli bir yıldır. Zira Sultan Abdülaziz’in tahtta olduğu bu tarihte okulun bahçesine ordu ve donanmanın subay ihtiyacını karşılamak gayesi ile Paşakapısı Askeri Rüşdiyesi adı altında ikinci bir okul daha açılmıştır.
1893’te okul Üsküdar İdadisi haline getirilmiştir.
1908 İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’da bazı idadiler, sultani mektebi haline getirilmiş ve 1913 yılında Üsküdar İdadisi olan okul da sultaniye dönüştürülerek Üsküdar Mekteb-i Sultanisi adını almıştır.
1913 yılında Balkan Savaşı sonraları okul binası hastane olarak kullanılması üzerine savaş sonuna kadar öğretime Paşalimanında bir yalıda devam edilmiştir. Savaş sonunda ise Paşakapısı Mülkiye Rüştiyesi binasına sığınılmıştır.
1914 yılında başlayan 1. Dünya Savaşı ve ardından Kurtuluş Savaşı yılları Üsküdar Sultanisi’nin en zor yılları olmuştur. Seferberlik dolayısıyla 8 öğretmen ve 43 öğrencimiz silahaltına alınıp cephelere koşmuşlardır. Öğretmenlerinden 3’ü, öğrencilerinden de 26’sı okula geri dönmüş, diğerleri vatan uğruna şehit olmuşlardır. Sağ dönebilenlerin bir kısmı da askerlik çağına ulaştıkları için eğitimlerini tamamlayamamıştır. Bu nedenle lise kademesinde eğitim gören öğrenci yokluğundan 1917-1922 yılları arasında okul mezun verememiştir.
Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak İstanbul’u işgal eden İtilaf Devletleri askerlerinin bir kısmı da Üsküdar’da konuşlanmıştır. 1918’de işgalci durumundaki İngiliz askerlerinin çıkardığı yangında çevredeki pek çok bina ile beraber ahşap olan okul binası da tamamen yanmıştır. Yangından sonra ise ilerleyen süreçte Paşakapısı adını alacak olan Mal Hatun Mektebine ait olan binaya sığınılmış ve okulun ilk kısmı geçici olarak dağıtılmıştır. Okulun ismi de 1923 yılında Üsküdar Erkek Lisesi olmuştur. 1924 yılında ortaokula dönüştürülen ve Üsküdar 1. Ortaokulu adını alan okul, dönemin müdürü Mehmet Emin Bey’in yoğun gayreti ve öğretmenlerin bir yıl ücretsiz çalışma fedakârlığı göstermeleri ile lisenin birinci sınıfı tekrar açıldığında yıl 1925’tir.
1929 yılında ortaokul öğrenci sayılarının artması üzerine binanın yetersizliğinden dolayı tekrar ortaokul olan okul, 1931 yılında kız öğrencilere de kapılarını açarak Üsküdar Karma Ortaokulu adını almıştır. Okulu 1935 yılında yapımı tamamlanan şimdiki tarihi binasına taşındığında Köprülü Konak’ta kızlar için ikinci bir ortaokul açılmıştır. Bu tarihten itibaren yeniden Üsküdar 1. Ortaokulu adını almıştır. 1938 yılında kızlar için açılan ortaokulun kapatılması üzerine tekrar karma ortaokul olmuş ve Paşakapısı Ortaokulu ismini almıştır.
1968-1969 öğretim yılından itibaren okul bünyesinde Üsküdar Akşam Lisesi öğretime başlamıştır. 1970-1971 yılında Üsküdar Lisesi olarak açılmış ve 1973 yılında ilk mezunlarını vermiştir. 1983 yılında okulun adı; eski mezunlardan ve uzun yıllar İstanbul Gazeteciler Cemiyetine Başkanlık yapmış olan Şeyhülmuharrim merhum Burhan Felek’in anısına Burhan Felek Lisesi olmuştur.
2013 yılından itibaren önce Ticaret Meslek Lisesi, ardından da Çok Programlı Anadolu Lisesi haline getirilmiştir. Ancak 12 Haziran 2015 tarihinden itibaren tarihi misyonuna uygun olarak Anadolu Lisesine dönüştürülmüş ve Burhan Felek Anadolu Lisesi adıyla öğrencilerini yükseköğretime hazırlamaya devam etmektedir.
ÖĞRENCİLERİNDEN BAZILARI:
ÖĞRETMENLERİNDEN BAZILARI:
Yılmaz, Sinan. Üsküdar’ın Tarihi Okulları.İstanbul: Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, 2022.
SABRİ ÜLKER
(1920-2012)
Sabri Ülker, 1920 yılında Kırım’da doğdu. Hayatının çocukluk dönemi, Kırım’daki Sovyet ihtilalinin etkisiyle oldukça zor geçti. Zorlu çocukluk anıları ona Ülker’i kurduğunda “Biz her insanın, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, güzel bir çocukluk geçirme hakkına sahip olduğuna inanıyoruz” sözünü söyletti.
Kırım’da yaşanan sıkıntılara dayanamayan ailesi 1929 yılında İstanbul’a göç etti. 9 yaşında İstanbul’a gelen ve Kadırga İlkokulu’na kaydolan Sabri Ülker’in hafızasında o günlerin izi hiç silinmedi. O günleri şöyle anlatmıştı:
“Çok acılı anlarımız, günlerimiz ve aylarımız geçti. Unutmak mümkün mü? Bütün bağ, bahçe ve tarlalara el konularak, ´Hepsi devletindir, baştan dağıtacağız’ dendi. Güzelim bağ ve bahçeler tanınmaz hale geldi. Eğitimli, çalışkan ve kendi düşüncelerinde olmayan insanları Urallar´a Sibirya´ya sürmeler ve toplu kurşuna dizmeler başladı. Dr. Jivago filmindeki sahneler her tarafta yüzlerce defa tekrarlandı. Babamızı ve bizi defalarca bu sürgün kafilelerine soktular.”
Sabri Ülker ilkokuldan sonra İstanbul Erkek Lisesi'ne kaydoldu. Orta ikinci sınıfta iken parasız yatılı sınavını kazanarak Bilecik Lisesi'ne gitti. Ortaokulu Bilecik'te, liseyi Kütahya'da okudu. Yüksek öğrenim için Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Mekteb-i Âli'sine kaydolduğunda 2. Dünya Savaşı da başlamıştı.
Ülker kuruluyor
Sabri Ülker, yüksek öğrenimini bitirdiğinde, savaş da sona erdi. Savaş yıllarında bisküvinin tadını unutan çocuklar için Ağabeyi Asım Ülker’le birlikte bisküvi üreteceklerdi. İki kardeş daha çocuk yaşlarında ve ilk gençliklerinde Besler fabrikasında çalışmışlardı. Ayrıca, aile bir süre şekerleme dükkanı işletmişti. Bu tecrübelere güvenerek, Sabri ve Asım Ülker Nohutçu Han’daki atölyede kendi bisküvi işlerini kurma kararına vardılar. Sabri Ülker daha sonra o günleri şöyle anacaktı: “Tahmin edersiniz 1944’te, 2.Dünya Savaşı’nın sorunlarını yaşayan genç cumhuriyetimizde üretim aletlerini bulmak çok zordu. 1944 yılı sonbaharında sabahın erken saatlerinde, İstanbul’un o zamanlardaki iş merkezi sayılan, Eminönü´ndeki Nohutçu Han´a geldim. Üçüncü kata çıktım ve hafifçe alçak bir yapıdan geçerek içeri girdim. Yaklaşık 100 metrekarelik alandaki kazanları, kepçeleri, kalıpları, arkada duran fırını ve diğer aletleri tek tek inceleyerek; ‘Bu işi başarmalıyım’ dedim.”
Aslında bu işi başarmaları iki kardeş için gerçekten mucize gibi bir şeydi. Atölyenin sahibi, burasını daha önce başkalarına da satmıştı. Alanlar da beceremeyip, eski sahibine daha düşük fiyattan geri satmışlardı. Atölyenin sahibi Asım ve Sabri Bey’in de öncekiler gibi bu işi başaramayacaklarını düşünüp “göreceksiniz birkaç ay sonra bana geri satacaklar” demekten çekinmemişti. Ve bu lafı ederken de bir bildiği vardı. Çünkü makineler çok eskiydi ve sürekli bozuluyordu. Yedek parça olmadığından yeniden çalıştırılmaları çok zordu. Sabri Ülker eski makineleri tamir etmeyi de öğrendi. Küçük atölyede ilk yıl günde 200 kilo bisküvi üretildi…
Bugün Ülker’in iki haftalık üretimiyle dünyadaki herkese bir bisküvi sağlayabileceği gerçeği gösteriyor ki, Sabri Ülker başarmıştı. Sabri Ülker gelecek nesillere, ana işi gıda ve içecek olan Yıldız Holding’i bıraktı. 2012 yılı itibariyle Türkiye dahil 10 ülkede üretim yapabilen, 54 fabrika ve 300 markası olan, 80’inin üzerinde ülkeye ihracat gerçekleştiren Yıldız Holding ülkemiz ve dünya ekonomisine katkıda bulunuyor.
Sabri Ülker’in başarısının sırrı
Sabri Ülker başarısının sırrını şöyle anlatıyordu: “Başarının temelinde önce, bıkmadan, usanmadan çalışma gelir. İkincisi dürüst çalışma, üçüncüsü ise kaliteli çalışmadır. Üretilen bir malın iyi olması, müşteriye cevap vermesi, yani aldığı paranın karşılısını vermesi gerekir. Dört; tanıtmaya çok önem verilmeli. Bunun üzerinde geniş bir şekilde durmak istiyorum... Reklama ilk günden itibaren önem verdik, şimdi de veriyoruz, daima vereceğiz...1950´den beri Ülker´in reklamını yapmaktayız. Özellikle, kaliteli bir malın reklamı yapıldığı zaman, elde edilen netice büyük oluyor."
“Akşama babacığım, unutma Ülker getir”
Türkiye’de reklamın öneminin çok da bilinmediği yıllarda “Akşam babacığım unutma Ülker getir” klasiği, Sabri Ülker’in çocuklar için, Türkiye için Ülker için istediği her şeyi anlatan bir cümleydi. Her eve, her çocuğa ulaşmak ve bunu lezzetli, sağlıklı, hijyenik, kaliteli ürünlerle yapmak.
Sabri Ülker bugün vizyon diye tanımlanan onun zamanındakilerin “ileri görüşlülük” diye tanımladığı bir haslete sahipti. Türkiye’nin 1990’larda tanıştığı ”iş fikirlerini”, o çok daha önceden keşfetmiş ve Ülker’de hayata geçirmişti. Bu özellikleri ile Türk sanayinin ve gıda sektörünün öncü girişimcilerindendi.
Uluslararası firmalarla rekabet edebilmek için büyük bir öngörüyle 1974 yılında Ülker’de Araştırma ve Geliştirme departmanını kurdurdu. 1980’lerden itibaren Ülker’in üretim çeşitliliği de zenginleşti. 1980’lerde, ithal ürünlerle başarılı bir rekabet sınavı verildi.
Dünyaya entegre olma fikrini de Sabri Ülker küreselleşme akımından çok önce geliştirdi. 1980’lerden 2000’lere uzanan süreç, Ülker’in dünyaya da entegre olduğu yıllardı. Sabri Ülker o dönemdeki öncü yaklaşımlarını şöyle anlatıyordu: “Türkiye’de dışardan uzman getiren ilk bisküvi şirketiyiz. En iyi uluslararası uzmanlarla çalıştık. Birçok yabancı şirketle ortaklık kurup onların ustalık ve deneyimlerinden faydalandık. Bazı şirketlerimizi halka açtık. Önceliğimiz her zaman müşterilerimizin sağlığı oldu. Bu nedenle ilk olarak biz bir hijyen departmanı kurduk. Tüm küresel gelişmeleri takip edip, dünyanın hızına yetiştik. Kapasitemizi artırmak için yatırım yaptık, yeni fabrikalar kurduk, iş olanakları sağladık. Böylece müşterilerimizin kalbini kazanan yeni ürünler üretmeye başladık.”
Mütevazı bir hayat
Sabri Ülker’in iş hayatındaki başarısının ardında, mutlu özel hayatının da büyük etkisi vardı. Sevgili eşi Güzide Hanım’la mütevazı bir yaşam seçtiler. Ve çocuklarını da, torunlarını da mütevazı yaşam biçimine özendirdiler. Güzide Hanım ve Sabri Bey’in hayatlarındaki en büyük acı evlatları Ali Ülker’i küçük yaşta kaybetmeleri oldu. Kaybettikleri evlatlarının anısını, adını verdikleri torunları Ali Ülker’de yaşattılar. Diğer evlatları Ahsen Özokur ve Murat Ülker hem ailenin mütevazı değerlerini hem de Sabri Ülker’in iş değerlerini benimsedi.
Zaten Sabri Ülker de hayatının sonuna değin onların yanında yer aldı. Sabri Ülker, 2000 yılında Ülker Grubu’nun onursal başkanlığını üstlendi. Ondan yönetim bayrağını Holding İcra Kurulu Başkanlığı’nı üstlenen Murat Ülker aldı. Sabri Ülker son günlere kadar fikirleriyle Ülker Grubu’na yol göstermeye devam etti.
Sabri Ülker 2010 yılında, hayat arkadaşı Güzide Ülker’i kaybetmenin acısını yaşadı. Sabri Ülker, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmanın yanı sıra, toplumsal gelişmeye katkıda bulunmak konusunda da öncü rol üstlendi. Türkiye'nin eğitim altyapısını güçlendirmek için Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak projeleri destekledi. Gelecek nesillere daha yaşanır bir Türkiye ve dünya bırakabilmek için sivil toplum kuruluşlarıyla koordinasyon içinde çalışmanın önemine inandığını ifade eden Sabri Ülker, TEMA Vakfı’nın kurucuları arasında yer aldı. Onun teşvikiyle Ülker, TEMA’nın köylerin kalkınmasına yönelik projelerini destekleyen ilk kurum olma özelliğini taşıyor
Yıldız Holding kurucusu Sabri Ülker 12 Haziran 2012 tarihinde Küçük Çamlıcada vefat etti. Kozlu Mezarlığında ebediyete uğurlandı.
https://www.sabriulker.com.tr/tr/hayat-hikayesi