• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarıyla Açılan Kapı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
Ajandam Üsküdar 2025
Site Haritası

3 Mayıs

BEZMİÂLEM VÂLİDE SULTAN

(1853)

 

Hayatına dair çok az bilgi vardır. Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemekte, hakkındaki bazı kayıtlardan, küçük yaşta esirciler eliyle saraya câriye olarak teslim edilen bir Gürcü kızı olduğu anlaşılmaktadır. Sarayda yetiştirilip eğitildikten sonra Sultan II. Mahmud’un hanımı oldu; daha sonra ondan bir şehzade (Abdülmecid) dünyaya getirince “ikinci kadın”lığa yükseldi (25 Nisan 1823). Sultan Mahmud’un vefatından sonra, on altı yaşını henüz bitirmiş olan oğlu Abdülmecid tahta geçince Bezmiâlem de Vâlide Sultan ve Mehd-i Ulyâ-yı Saltanat unvanını kazandı (30 Haziran 1839). Daha çok Bezmiâlem Vâlide Sultan adıyla tanındı.

Tahta çıktığında Sultan Abdülmecid’in henüz çocuk denecek bir yaşta bulunması ve devlet işlerinde tecrübesiz oluşu, annesinin devlet ve hükümet işlerinde bizzat yol gösterici ve müessir rol oynamasına yol açtı. Vâlide Sultan hemen bütün hayatı boyunca bu rolünü başarı ile yerine getirdi. Padişahın memleket içindeki seyahatleri sırasında saray ve devlet işleriyle ilgilendi, gerektiğinde devlet ve hükümet erkânına emirler verdi, hatta resmikabul ve ziyafetler de düzenledi. Vâlide Sultan yakalanmış olduğu amansız bir hastalık sonucunda 3 Mayıs 1853 günü Beşiktaş Sarayı’nda vefat etti ve aynı gün Sultan II. Mahmud Türbesi’ne defnedildi.

Bezmiâlem Vâlide Sultan akıllı, tedbirli, şefkatli ve cömert bir kadın, dünyevî hırs ve gösterişlerden kendini alıkoymaya muvaffak olmuş seçkin bir kimse idi. Bu özellikleriyle, Osmanlı tarihinde birtakım entrika ve desiseler yüzünden birçok fecaate sebep olan bazı kadınlardan tamamen ayrı bir şahsiyete sahipti. Oğlu Abdülmecid’in israf ve gösteriş iptilâsına bir ölçüde engel olabilmiş, gerektiğinde devlet işlerinde kendisine yardımcı olmuş, fakat mevkiini hiçbir zaman kötüye kullanmamıştır. Oğlunun padişahlığı sırasında devletin kendisine tahsis etmiş olduğu maaş ve diğer gelirlerini fakirleri doyurmak, ihtiyaçlarını gidermek, rahmet ve şükranla anılmasına vesile olacak pek çok hayır eseri yaptırmak yolunda sarf etmiştir. Bu arada tarikat erbabını gözetmeyi, tekke ve dergâhlara büyük ölçüde bağışlarda bulunmayı da ihmal etmemiştir. Bizzat mahalle aralarında dolaşarak fakir ve muhtaçlara yardım elini uzatması, yetim ve kimsesiz kızları evlendirmesi, borcunu ödemeye gücü yetmeyenlere ve hapse düşmüş kimselere çeşitli malî ve nakdî yardımlarda bulunması (BA, İrade-Dahiliye, nr. 9035), ince ruhlu, şefkat ve merhamet sahibi bir insan olduğunu gösterir.

Vakıfları ve Hayır Eserleri. Bezmiâlem Vâlide Sultan ülkenin çeşitli yerlerinde pek çok hayır eseri ve vakıf meydana getirmiş, bunların devamlılığını sağlamak maksadıyla da gelir getiren çok sayıda emlâk ve “nukūd-i mevkūfe” bırakmıştır. Kurmuş olduğu vakıfların bir kısmı ile bunların akarları, 1256-1267 (1840-1851) yılları arasında tanzim edilen ve on dört vakfiyeyi ihtiva eden 400 sayfalık bir vakıfnâmede tesbit ve tescil edilmiştir (vakıfnâmenin aslı ile bir sûreti Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’ndedir).

 

Bezmiâlem Vâlide Sultan Vakfiyesi’nin ilk iki sayfası

Bu vakıfnâmede belirtilenlerin dışında Vâlide Sultan’ın daha birçok hayratı vardır. Ayrıca harap olmuş veya tamamen ortadan kalkmış pek çok eseri de tamir ve ihya ettirmiştir. Hayır eserlerinden önemli olan bazıları şunlardır:

a) Hastahaneler. 1.Gurebâ-yi Müslimîn Hastahanesi. İstanbul’da Şehremini semtindeki Yenibahçe mevkiinde bugün de faaliyetini sürdüren bu hastahane, zamanına göre modern bir şekilde inşa ve teçhiz edilmiştir (4 Nisan 1845). “Hastahane” tabiri ilk defa bu müessesede kullanılmaya başlanmıştır. Adından da anlaşılacağı gibi burada müslüman ve erkek olmak kaydıyla sadece muhtaç ve kimsesiz “garipler”in parasız tedavi göreceği hususu vakfiye ve nizamnâmesinde şart koşulmaktadır. Vâlide Sultan, hastahanenin varlığının korunması ve hizmetin en iyi şekilde yürütülmesi için buraya zengin gelirli birçok vakıf bağışlamıştır. Mekke’deki Gurebâ-yi Müslimîn Hastahanesi. İnşasına Vâlide Sultan’ın sağlığında başlanan, ancak vefatından sonra yarıda kalan bu eser Sultan II. Abdülhamid tarafından tamamlanmıştır.

b) Mektepler. 1.Dârülmaârif (Vâlide Mektebi). Osmanlı Devleti’nde planı mektep olarak çizilip inşa edilen ilk büyük binadır. Rüşdiyeden daha üst seviyede üç yıllık tahsil veren ve değişik programla 20 Nisan 1850’de hizmete açılan bu mektep, hem devlet dairelerine memur kadrosu hazırlayan, hem de Dârülfünun’a “mukaddime ve mahreç” olmak üzere talebe yetiştiren bir müessese idi. Vâlide Sultan ayrıca bu mektep içinde bir litografya matbaası kurdurmuş ve kütüphanesine de 546 cilt değerli yazma kitap bağışlamıştır. İstanbul’da Sultan II. Mahmud Türbesi yanında (Cağaloğlu) bulunan ve günümüzde hâlâ ayakta olan bu mektepte 1933’ten bu yana İstanbul Kız Lisesi adı altında öğrenime devam edilmektedir. Bezmiâlem Vâlide Mektebi. Beykoz Çubuklu’da yaptırılan bu mektep hakkında, Evkaf İdaresi tarafından kiraya verileceğine dair 15 Şubat 1332 (28 Şubat 1917) tarihli Takvîm-i Vekāyi‘de yer alan resmî ilân kaydından başka bilgiye rastlanmamıştır. 3. Bezmiâlem Sıbyan Mektebi. İstanbul’da Edirnekapı Molla Aşkî mahallesinde 1844’te üstü ahşap ve bir dershane ile bir hoca odasından müteşekkil olarak inşa edilmiştir. 4. Bezmiâlem Sıbyan Mektebi (Yeşil Mektep). Dârülmaârif Mektebi’nin yanında ve onunla birlikte 20 Nisan 1850’de açılmıştır. Dârülmaârif idâdîsi olarak kurulan bu mektebin asıl adı Yeşil Mektep’tir.

c) Camiler. 1.Dolmabahçe Camii (1853). İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nın yanında empire tarzında inşa edilen bu cami, Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın vefatından sonra oğlu Sultan Abdülmecid tarafından tamamlanmıştır. Gureba Hastahanesi Camii (1845). Gurebâ-yi Müslimîn Hastahanesi’nin hemen yanında ve ahşap çatılı olarak inşa edilen bu cami, 1845’te adı geçen hastahane ile birlikte aynı günde ibadete açılmıştır.

d) Köprüler.Galata Köprüsü (Cisr-i Cedîd veya Vâlide Köprüsü). Eminönü ile Karaköy’ü birbirine bağlayan bugünkü Galata Köprüsü’nün ilk kurucusu da Vâlide Sultan’dır. Köprü 1844’te ahşap dubalar üzerinde “sâbih” (yüzer) olarak yaptırılmış ve on sekiz yıl hizmet gördükten sonra günümüze kadar çeşitli tarihlerde yenilenmiştir.

e) Çeşmeler.Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın yaptırdığı veya tamir ettirdiği çeşme ve sebiller, geç devir Osmanlı hayır eserleri arasında önemli bir yer tutar. Bunlardan tesbit edilebilen on iki çeşme İstanbul’da, üç sebilin de ikisi Medine’de, birisi Kerbelâ’dadır.Beşiktaş-Maçka’da Vâlide Çeşmesi(1255/1839). XIX. yüzyıl çeşme mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak halen ayaktadır. Meydan çeşmeleri sınıfına giren bu âbidevî esere izâfeten bulunduğu mahalleye de Vâlideçeşme denilegelmiştir. Suyu Sultan II. Mahmud Bendi’nden iki masura (sonra dört masura olmuştur) alınarak bağlanmış (Vakfiyye, s. 20-21), daha sonra çeşmeye kadim Taksim suyu, bu da kesilince Hamidiye suyu verilmiştir. Vâlide Sultan, her türlü bakım ve onarımın sağlanması için gereken masraflarla görevlilere ödenecek maaşları karşılamak üzere birçok yerden emlâk satın almış ve bunları çeşmeye vakfetmiştir (Vakfiyye, s. 12-13).

Kare bir plan üzerinde kurulan ve dört cephesinde dışbükey birer tekne taşı ve lüle bulunan çeşme tamamen mermer kaplama olup empire üslûbunda inşa edilmiştir. En üst tarafında dört cepheyi dolanan bir mermer silme ile bunun altında Sultan Abdülmecid’in tuğraları, yanlarda ise kıvrık dal motifleri ve defneyaprağı şeklinde çelenkler görülmektedir. Köşelerde mermer kaplamalardan yapılmış düz başlıklı pâyeler yer alır. Ayna taşı, çelenk şeklinde kabartma çiçekler ve bunun altında çapraz iki meşale ile rokoko tarzında süslenmiş olup üzerinde mermer kitâbe bulunmaktadır. Çelengin iç kısmındaki kıvrılmış yapraklar, aynı şekilde lüle deliğinin iki yanında da yatay olarak devam eder. Tekne taşlarının yanlarında yine tekne taşı şeklinde ikişer seki mevcuttur. Ana yola bakan kitâbesinde şair Şükrî’nin ta‘lik hatla yazılmış beş beyitlik manzumesi yer alır. Tarih beyti şöyledir: “Şükriyâ târîhini al gel sadâ-yı âbdan / Lûleden bu kevser âbı geldi cûyân eyledi.”

Kitâbenin bulunduğu cepheye göre sol yüzünde bir tuğra ve bunun altında yine ta‘lik hatla yazılmış Zîver Paşa’ya ait beş beyitlik diğer bir tarih kitâbesi bulunmaktadır. Bu kitâbenin son beytinin her iki mısraında da tarih düşürülmüştür: “Revân kılsın şeh-i âfâka cûy-i nusretin sübhân / Bu semti Vâlide Sultân kıldı âb ile dil-şâd.Silivrikapı Uzunyusuf Mahallesinde Bezmiâlem Çeşmesi(1257/1841). Eski Lâlezar Camii sokağındadır. Kırkçeşme’den gelen suyu daha sonra kesilmiştir. Klasik üslûpta inşa edilen çeşmenin cephesi kesme taştandır. Bu haliyle XVI-XVIII. yüzyıla ait olduğu anlaşılan eseri Vâlide Sultan sadece ihya ettirmiştir. Kemerin hemen üstünde yer alan mermer kitâbenin ortasındaki oval bir çerçeve içinde Sultan Abdülmecid’in tuğrası bulunmaktadır. Ayna taşı sade, seki taşları kalındır. Çeşmenin altı beyitlik tarih kitâbesi Zîver Paşa’ya aittir ve ortada yer alan tuğranın iki yanına ta‘lik hatla altışar mısra halinde yazılmıştır. Tarih beyti şöyledir: “N’ola Zîver kulu târîh-i tâmmın eylese işrâb / Getirdi âb-ı dil-cû çeşme yapdı Vâlide Sultân.”Sultanahmet’te Üçler Çeşmesi(1259/1843). Üçler mahallesine adını veren ve bugün yerinde olmayan Üçler Çeşmesi’nin de bânisi Vâlide Sultan’dır. Kitâbesinden anlaşıldığına göre Bezmiâlem Vâlide Sultan, Abdülmecid’den önce dünyaya gelip küçük yaşlarda ölen Ahmed ve Mehmed adlarındaki iki oğlu ile on üç yaşında vefat eden Abdülhamid adındaki üçüncü oğlunun ruhlarının şâd olması için bu çeşmeyi yaptırmış ve adını da bu sebeple Üçler Çeşmesi koymuştur. Çeşmenin niçin yapıldığını anlatan Zîver Paşa’ya ait on beyitlik kitâbenin son üç beyti şöyledir: “Bu aynı yaptı nâmın kıldı Üçler Çeşmesi zîrâ / Zülâl-i cûdun üç taksîm edip evlâda ol Sultân // O üç şehzâdeye ey teşne-leb bu ayn-ı vâlâdan / İçip su oku üç İhlâs’la bir Fâtiha ol ân // Dedi Zîver kulu bu hayr-ı cârîyi görüp târîh / Bu zîbâ çeşmeden âb etti icrâ Vâlide Sultân.”Topkapı’da Bezmiâlem Çeşmesi(1259/1843). Sultan II. Mahmud’un “ruhunu ihyâ” için yaptırılmıştır. İlk yapıldığında Beşiktaş’ta Yıldız Saat Kulesi’nin karşısında, Yıldız Sarayı’nın duvarına yaslanmış durumda ve Taksim suyuna bağlı iken 1943-1945 yıllarında yerinden sökülerek o sırada Topkapı surları dışında yıkılmış halde bulunan Hüseyin Bey Çeşmesi’nin yerine monte edilmiş ve suya kavuşturulmuştu. Ancak 1957-1958 yıllarında meydanın tanzimi sırasında buradan da kaldırılarak 100 m. kadar ileride ve sur dışında, Edirnekapı’dan gelerek Maltepe’ye dönen yolun üzerindeki mezarlığın duvarı üstüne nakledilmiş, günümüzde yoldan 2-3 m. kadar yüksekte ve susuz kalmıştır.

Çeşme empire üslûbunda inşa edilmiş olup cephesi tamamen mermerdendir. Cephesinin yukarısında hiçbir üslûba uymayan garip bir tepelik bulunmaktadır. İki yanında ikişer buçuk metre kadar yükseklikleri olan birer mermer sütun (pâye) vardır. Tekne taşı bu sütunların kaideleri arasındaki boşlukta yer alır. Teknenin gerisindeki ayna taşı ise yüksek bir kemerle çevrilmiş, ortası alçak kabartma oluklu bir sütun üzerine konulmuş büyük bir küre kabartması ve bu küreyi çevreleyen ışık huzmeleriyle süslenmiştir. Kitâbenin üzerindeki Sultan Abdülmecid’in kabartma tuğrası Cumhuriyet’in ilk yıllarında pek çok eserde olduğu gibi kazınarak silinmiştir. Ta‘lik hatla yazılmış on beyitlik kitâbe Zîver Paşa’ya aittir; tarih beyti şöyledir: “Gevherîn târîhini Zîver dedim içip suyun / Kevser olsun rûhuna Mahmûd Hân’ın bu zülâl.”Gurebâ-yi Müslimîn Hastahanesi Çeşmesi(1261/1845). Bu çeşme, yine Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın hayır eserlerinden olan Yenibahçe’deki Gurebâ-yi Müslimîn Hastahanesi ile yanındaki cami için yaptırılmış ve bunlarla birlikte hizmete açılmıştır. Önceleri Kırkçeşme suyunun geçtiği Şehremini-Tatlıkuyu semtinden gelen suyu uzun zamandan beri kesilmiş durumdadır.

Empire üslûbunda inşa edilen çeşme tamamen mermer kaplamadır. Ayna taşı kabartma iki sütun arasına alınmış ve ortasına meşale şeklinde büyük yapraklı bir bitki motifi yüksek kabartma olarak işlenmiştir. Tavuskuyruğunu da andıran bu motifin kökü lüle kısmına rastlamaktadır. Tekne taşı ile iki yanındaki mermer sekili kısımların dış yüzlerinde papatyaya benzeyen çok yapraklı birer çiçek motifi bulunur. Kitâbenin üst kısmında görülen üçgen şeklindeki dekorlu bir kısmın içine Sultan Abdülmecid’in etrafı güneş huzmeleriyle çevrilmiş oval çerçeveli kabartma tuğrası yerleştirilmiştir. Bunun altında mermer bir silme, onun da altında kitâbe taşı yer alır. Kitâbe taşının alt kısmında ise ikinci bir mermer silme bulunmakta ve bunu ayna taşını çevreleyen iki yivli pâye taşımaktadır. Ta‘lik hatla yazılmış Zîver Paşa’ya ait beş beyitlik kitâbenin tarih beyti şöyledir: “Zîver etsin def‘-i illet nazmdan târîh-i tâm / Yaptı dil-cû mâder-i şâh-ı zamân aynü’ş-şifâ.”Beşiktaş Cihannümâ Mahallesinde Bezmiâlem Çeşmesi(1262/1846). Serencebey caddesini takip eden Serencebey Yokuşu’nda, Anber Ağa Camii’nin yanında duvara yaslanmış olduğu ve bir haznesi ile kitâbesinin bulunduğu kaydedilen (bk. Yüngül, s. 44) çeşme bugün yerinde mevcut değildir. Suyunun Taksim makseminden iki lüle olarak verildiğine dair bazı kayıtlar mevcuttur (İSKİ Sular Defteri, s. 39; aynı defterden naklen: Çeçen, s. 262). Eldeki bilgilerden 1957 yılına kadar yerinde durduğu ve suyunun da akmakta olduğu öğrenildiğine göre çeşmenin daha sonra yol açma veya diğer inşa faaliyetleri sırasında ortadan kaldırılmış olması muhtemeldir. Şair Şükrî’ye ait on dört beyitlik kitâbesinin tarih beyti şöyledir: “Vâdî-i hayretde herkes su ararken Şükriyâ / Nehr-i Kevser bunda cârî söyledim târîh-i tâm.”

Yine Anber Ağa Camii yanındaki Anber Ağa Çeşmesi’nin yaslanmış olduğu duvarda sonradan monte edildiği anlaşılan 1255 (1839) tarihli başka bir kitâbe daha bulunmakta ve üzerinde ta‘lik hatla, “Şevketlü, mehâbetlü Sultan Abdülmecid Han efendimizin vâlideleri, ismetlü Bezmiâlem Vâlide ... [Sultan] hazretlerinin hayratıdır. Sene 1255” ibaresinin yazılı olduğu görülmektedir. Eğer “hayrat” kelimesinden kastedilenin çeşme olduğu kabul edilirse Serencebey Yokuşu’nda Vâlide Sultan’ın iki çeşmesi bulunduğu ve bu sonuncu çeşmenin de birincisi ile aynı âkıbete uğramış olduğu düşünülebilir; eldeki kayıtlar da bunu teyit etmektedir (İSKİ Sular Defteri, s. 39).Tarabya’da Bezmiâlem Çeşmesi(1269/1852-53). Hayat Çeşmesi olarak da bilinen çeşmenin suyu Soğuksu menbaından gelmektedir. Mimari yönden önemli bir özelliği yoktur. Geniş ve yüksek cephesi kesme taştan yapılmıştır. Teknesinin iki tarafında uzun yalaklar vardır. Mermerden olan ayna taşının üzerinde ve tamir kitâbesinin her iki tarafında kabartma motifler bulunmaktadır. Çeşme duvarının üzerindeki Sultan Abdülmecid’e ait tuğranın hemen altında inşa edildiği yılı gösteren “1269” yazılıdır. Bunun altında yer alan Lutfî imzalı iki mısralık kitâbeden de Sultan II. Abdülhamid tarafından 1319 (1901-1902) yılında tamir ettirildiği anlaşılmaktadır: “Sâye-i Sultân Hamîd Hân’da / Oldu ma‘mûr Bezmiâlem Çeşmesi.”Alibeyköyü’nde Bezmiâlem Çeşmesi.Vâlide Sultan’ın eşi II. Mahmud’un “ruhunu ihyâ” için yaptırdığı bugün mevcut olmayan çeşmenin bir duvara monte edilmiş halde bulunan kitâbesinden inşa tarihini tesbit etmek mümkün değildir. Çünkü iki beyitlik kitâbe ortasından kırılmış ve yazıları yer yer tahrip olmuş durumdadır.Silivrikapı’da Abdullah Ağa-Bezmiâlem Çeşmesi(1257/1841). Bâlâ Tekkesi civarında, Yeldeğirmeni sokağı ile Silivrikapı Yağhanesi sokaklarının kesiştiği köşede yer almakta ve üzerinde daha sonra yapılmış olan ahşap bir ev bulunmaktadır. İlk bânisi, Bâbüssaâde Ağası Abdullah Ağa’dır. Zamanla harap olan çeşme Bezmiâlem Vâlide Sultan tarafından 1257 yılında esas üslûbu değiştirilmeden tamir ettirilmiştir. Vâlide Sultan’ın on dördüncü vakfiyesinden, suyunun devamlı akması için 20 kuruş maaşla bir suyolcu tayin edilmesinin şart koşulduğu öğrenilmektedir (Vakfiyye, s. 392). Zîver Paşa’ya ait olan yedi beyitlik tamir kitâbesinin tarih beyti şöyledir: “Güher-senc oldu Zîver feyz-i hâmemle bu târîhim / Bu ayn-i pâki cârî etti vâlâ mâder-i Hâkān.”

Çeşmenin daha sonra yeniden tamire muhtaç hale gelerek 1325 (1907) yılında II. Abdülhamid devrinde Saraylı Serfürû Hanım’a “rahmet vesilesi” olmak üzere tamir edildiği, cephenin sağındaki tarih kitâbesinden anlaşılmaktadır: “Merhûme Saraylı Serfürû Hanım’a vesîle-i rahmet olmak için ihyâ edildi / Fî Zilkade 1325.”

Cephesi kesme taştan yapılan ve çeşme-ev mimarisinin nâdir örneklerinden birini teşkil eden eser, klasik Türk çeşme mimarisindeki özgün biçimini günümüzde de korumuştur. Dikdörtgen bir niş şeridi ile çerçevelenmiş olan cephenin en üstünde ve nişin hemen altında, ortasında Sultan Abdülmecid’in tuğrası bulunan birinci tamir kitâbesi, onun sağ altında da ikinci tamir kitâbesi yer alır. Ortada sivri Türk kemeri ve bunun içinde mermer ayna taşı bulunmaktadır. Ayna taşı iki kısma ayrılmış olup üstteki kısımda su tası konulacak bir oyuk vardır; alttaki kısımda ise musluk takılmış vaziyettedir. Tekne taşının her iki yanında seki kısmı yer alır. Çeşme önceleri Kırkçeşme sularına bağlı iken bugün musluğundan şehir şebeke suyu akmaktadır.Kasımpaşa’da Bezmiâlem Çeşmesi(1257/1841). Hacıhüsrev mahallesinin doğu sınırını teşkil eden İplikçi Sokağı üzerinde ve Sahaf Muhyiddin Camii’nin (Kara İmam Camii) önündedir. Kitâbesinden Vâlide Sultan tarafından tamir ettirilmiş olduğu anlaşılan çeşmenin ilk bânisi hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmamakta, Sahaf Muhyiddin Camii’ne minber koyan ve yanında da bir sıbyan mektebi yaptıran Lâle Devri’nin meşhur kaptanpaşası Kaymak Mustafa Paşa’nın bir hayır eseri olduğu sanılmaktadır (Ayvansarâyî, II, 12).

Çeşme barok üslûpta ve kesme taştan yapılmıştır. Üst kısmında demir desteklerin taşıdığı kavisli bir mermer saçak bulunmaktadır. Asıl çeşme cephesi dikdörtgen bir niş içine alınmış olup nişin kenarları bükülmüş ip şeklinde işlenmiştir. En üstte kitâbe taşı yer almaktadır. Kitâbe taşının ortasında oval bir çerçeve içinde Cumhuriyet’in ilk yıllarında kazınarak silinen Sultan Abdülmecid’in bir tuğrası vardı. Tuğra madalyonunun üstünde bir perde saçak, altında ise çapraz iki zeytin dalı kabartması bulunmaktadır. Ta‘lik hatla tuğranın iki tarafına dörder mısra halinde yazılmış olan Zîver Paşa’ya ait dört beyitlik kitâbesinin tarih beyti şöyledir: “Dedi târîh-i tâmmın çâker-i dîrînesi Zîver / Akıttı Bezmiâlem Sultân mâ-i aynü’l-Hak.”

Kitâbenin altında ise kenarları dantel şeklinde derinliği az bir kemer ve kemerin köşe dolguları olarak da karşılıklı birer ayyıldız motifi görülür. Kemerin altında gayet uzun dikdörtgen şeklinde mermer bir ayna taşı vardır ve uçları mızrak, ortaları kemer şeklinde kıvrılmış barok üslûbunda kabartma yaprak motifleriyle süslüdür. Asıl tekne taşı yok olmuştur. Önceleri Taksim suyundan beslenen çeşmeye daha sonra şehir şebeke suyu bağlanmış, ancak 1982 yılında tekrar kesilmiştir.Topkapı’da Fâtih Sultan Mehmed’in Yaptırdığı Çukur Çeşme.Fâtih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettiği gün Topkapı surlarından şehre girdikten sonra kapıya yakın bir yerde, bir çeşme yapılmasını emretmişti. Sonradan Çukur Çeşme ve Çarşı Çeşmesi diye şöhret bulan bu hayrat zamanla harap olmuş ve Turunçluk menbaından gelen suyu kesilmişti. Bezmiâlem Vâlide Sultan, kethüdâsı Mîr Hasan’ı bu çeşmeyi tamir ettirmekle görevlendirmiş ve çeşme 1851 yılında yeniden hizmete açılmıştır. Bugün ortadan kalkan çeşmeler arasında bulunan eserin tamir kitâbesi altı beyit olup Zîver Paşa’ya aittir. Üç kere 1267 tarihi düşürülen son beyti şöyledir: “Ebü’l-feth-i megāzî Hân Mehemmed Çeşmesi için / Getirdi hayr edip bak âb-ı sâfî Vâlide Sultân.”Galata Kulesi Yanında Bereketzâde Çeşmesi

Sebiller. 1. Medine’de Bezmiâlem Sebili. Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın Medine’de Hz. Hamza Türbesi’ne giden yol üzerinde satın aldığı küçük bir arsaya, özellikle hacılar için on adet bakır maşrapası bulunan bir sebil yaptırmış olduğu vakfiyesinde kayıtlıdır (Vakfiyye, s. 205).Medine’de Bezmiâlem Sebili(1267/1851). Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın yukarıda zikredilen sebil yakınında ve Şam Kapısı’nın dışında Sebil Bahçesi diye bilinen bostan civarında, daha önce Vehhâbî istilâsı sırasında tamamen yıkılmış olan başka bir sebilin yerine “tarz-ı nev üzre” daha büyük bir sebil yaptırdığı (8 × 6,5 zirâ) yine vakfiyesinden öğrenilmektedir (Vakfiyye, s. 357). Zîver Paşa’ya ait iki beyitlik kitâbesinin tarih beyti şöyledir: “Eylesin huccâc târîhim görüp Zîver duâ / Mâder-i Abdülmecîd Hân yaptı zîbende sebîl.”Kerbelâ’da Bezmiâlem Sebili(1263/1847). Vâlide Sultan’ın Kerbelâ’daki Hz. Hüseyin’in türbesi avlusunda çok güzel bir sebil yaptırmış olduğu, Zîver Paşa’nın son beyti aşağıda verilen on iki beyitlik tarih manzumesinden (Âsâr-ı Zîver Paşa, s. 206; ayrıca bk. Yağlıkçızâde Ahmed Rifat, s. 109) öğrenilmektedir: “Zevce-i Mahmûd Hân sultan-ı dînin mâderi / Bezmiâlem nâm sultân etti bak icrâ sebîl.”

Bunlardan başka Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın İstanbul’da ve ülkenin çeşitli yerlerinde tamir ve vakfetmiş olduğu pek çok hayratı mevcuttur. Bunlar arasında Terkos gölü ve civarı, yüzlerce dönüm tarla ve arazi, çiftlikler ve köyler, dükkânlar, hanlar, değirmenler, evler vb. zengin gelirli emlâk ile muhtelif vakıflara ve hizmetlere sarfedilmek üzere tahsis etmiş olduğu büyük meblâğda “nukūd-i mevkūfe” sayılabilir.

Vâlide Sultan, Kâbe-i Muazzama ve Ravza-i Mutahhara (Türbe-i Nebevî) ile İstanbul’daki Ebû Eyyûb el-Ensârî Vakfı’na da çeşitli hizmetler (cüzhanlık, ferrâşlık, bevvâblık vb.) götürmüş ve değerli bağışlarda bulunmuştur. Sık sık kullanmış olduğu mühründe kazınmış olan aşağıdaki ibare, onun mânevî şahsiyetini de ortaya koyan güzel bir örnektir: “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl / Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl / Zuhûrundan Bezmiâlem oldu vâsıl.”

https://islamansiklopedisi.org.tr/bezmialem-valide-sultan

 

VALİDEBAĞ KORUSU

Adres: Altunizade, 34662 Üsküdar/İstanbul

Validebağı adı verilen ve bazı rivayetlerde iki bin dönüm olduğu ifade edilen bağın oluşumu 19. yüzyılın ortalarına doğru oldu. Hem bir avlak, hem de sayfiye bölgesi olarak yeni yeni keşfedilen, III.Selim ve II.Mahmud’un av ve gezinti alanı olarak tercih ettikleri Çamlıca’nın tarihinde bir dönüm noktası olan olay, bu arazinin Sultan Abdülmecid tarafından validesi Bezmialem Valide Sultan’a hediye edilmesiydi.

Bezmialem Valide Sultan 19. yüzyılın en önemli Meyve meraklılarından biriydi. En büyük arzusu, çeşit çeşit meyve ağaçlarının bulunduğu emsalsiz bir bağ meydana getirmekti. Onun meyve ağaçlarına yönelik tutku seviyesindeki ilgisi Hekimbaşı Salih Efendi sayesinde başladı. Bezmialem Valide Sultan, Hekimbaşı Salih Efendi’nin Anadoluhisarı’nda kurduğu ve içinde bin bir çeşit meyvenin bulunduğu bahçenin methini duymuştu. Salih Efendi’nin bahçesinin tesirinde kalan Valide Sultan, kendisi de bir meyve bağı kurmaya karar verir. Validesinin bu arzusundan haberdar olan Sultan Abdülmecid en uygun arazi olarak Dersaadet’e de yakın olan Üsküdar’daki bu bölgeyi görmüş, ya Bezmialem Sultan’ın talebi üzerine ya da validesinin haberi olmaksızın hazırladığı sürpriz sonucu, ona hediye etmişti. Valide Sultan oğlunun hediye ettiği bu araziyi kısa zaman içinde parmakla gösterilen bir meyve bahçesi haline getirecekti. Valide Sultan sadece İmparatorluğun muhtelif köşelerinden Meyve ağaçları getirip dikmekle yetinmedi. Aynı zamanda yabancı ülkelerden fidanlar getirtti, daha önce farklı ülkelerden getirilip saray bahçelerinde olan meyve ağaçlarını burada topladı, topraklarda tutunmasını sağladı. Bu bağda onlarca çeşit ağaç bulunuyordu.
Meyve ağaçları galerisi ya da botanik bahçesi gibi olan bağın ünü tüm İmparatorluğa yayılmıştı. Validebağı’nda yetiştirilen meyvelerden mühim bir kısmının hem kendisi, hem tatları, hem de isimleri unutuldu. Validebağı’nda 206 armut, 98 elma, 25 ayva, 43 şeftali, 13 vişne, 31 kiraz, 21 kayısı, 9 nar, 11 incir, 11 dut, 15 muşmula, 59 üzüm ve 31 portakal cinsi bulunmaktaydı.


Bağdaki meyvelerin arasında 206 farklı armut cinsinin her birinin ayrı ismi vardı. 
Meyvelerin ilk mahsulleri ilk önce Sultan II.Abdülhamit’e tattırılıyordu. Validebağ’da  eğitimli bahçıvanlar çalışıyordu bunlardan biride Zakaryan Efendi idi.
1980 yılına kadar arazinin bir bölümünde meyve, sebze, tahıl yetiştirilmekte  kümes hayvanları ve inek beslenmekte, gelir elde edilerek binanın gereksinimleri karşılanmaktadır. Binalar arasında, hala rayların bir kısmı bugüne kadar gelen servis amaçlı raylı bir taşıma sistemi yapılmıştır
Koru’da 1999 yılında bir sayım yapılmış ve 3419 ağaç tespit edilmiş. 2006’da yapılan bir sayımda ise 6321 ağaç, ağaççık ve çalı listelenmiş.
Meşe, Selvi, Sedir, Mazı, Çam, Çitlembik, Dişbudak, Akasya, Defne en fazla bulunan ağaç çeşitleri. Yaşları kimisinin 400 yıla uzanıyor. Ayrıca 200 kadar çeşitli meyve, Dut, Zeytin, Ceviz, Kestane, Ihlamur, Sakız ağacı mevcut.
2015 yılında yapılan çalışmayla Koruda 1 Adet Erguvan, 4 Adet  Sakız, 5 Adet Meşe toplam 10 adet Anıt ağaç , 42 Meşe, 14 sakız,1 Adet Londra Çamı, 3 Adet Doğu Çınarı ,1 Adet Fıstık Çamı , toplam 61 adet Korumaya Değer Ağaç tespiti yapıldı.


Validebağı, Bezmialem Valide Sultan adı verilmiş olmasına rağmen, Adile Sultan ile meşhur olmuştur.


Adile Sultan Kasrı süreç içerisinde bakımsız kaldıysa da köşk ve bağlara asıl müdahale 1980 darbesi sonrasında meydana gelmiştir. Bir rivayete göre 2000 dönüm, daha sonra 700 dönümlük köşk, yapı ve bağdan oluşan alan bir kararla bugünkü haline yani 354 dönüme düşürülmüştür.

Yılmaz, Sinan. Altın Şehir Üsküdar.İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2017.

 

 

 

YAMAN DEDE

 (1887-1962)

Mevlevî şairi

Kayseri’nin Talas ilçesinde doğdu. Asıl adı Diamandi’dir. Yanan Dede, Yanar Dede, Yamandi Molla, Molla Bey lakaplarıyla da bilinir. Babası iplik tüccarı Yuvan Efendi, annesi Afurani Hanım’dır. Niğde Bor Kütüphanesi’nde bulduğu bazı belgelerden, içinde yer aldığı Rum Ortodoks camiasının aslen Türk olduğunu öğrendiğini söylemektedir. Henüz küçükken ailesi Kastamonu’ya taşındı. Öğrenim hayatına burada Rum Ortodoks Mektebi’nde başladı; daha sonra Kastamonu İdâdîsi’nde okudu. Bu yıllarda gayri müslim öğrencilerin din derslerine katılma zorunluluğu olmadığı halde hocalarının izniyle bu derslere katıldı. Mektuplarında belirttiğine göre Farsça hocası İskilipli Osman Efendi’nin verdiği, Mes̱nevî’nin ilk on sekiz beytini okuma ödevini yerine getirdiği sırada ruhunda büyük bir değişim meydana geldi. Bu olayın ardından hocalarının etkisiyle Arapça ve Farsça ile daha çok ilgilendi. İdâdîyi bitirince müderris Hacı Mümin Efendi’nin tavsiyesi üzerine iki yıl Nasrullah Medresesi’ne devam etti ve bu iki dili daha da ilerletti. Arapça’ya olan vukufu dolayısıyla Diamandi (Yamandi) Molla adıyla anılmaya başlandı. 1909’da İstanbul Dârülfünunu Hukuk Mektebi’ne girdi. Mezun olunca (1913) Beyoğlu Birinci Hukuk Mahkemesi zabıt kâtipliğine tayin edildi. Avukatlık yapmak amacıyla istifa ettiği 1932 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Bir yandan da Galata Mevlevîhânesi’nde Ahmed Celâleddin Dede ve Ahmed Remzi (Akyürek) Dede’nin Mes̱nevî derslerine katıldı. Ahmed Remzi Dede onun çalışmasını ve gayretini takdir ederek kendisine Yaman Dede adını verdi. Yaman Dede notlarında, Ahmed Remzi Dede’nin derslerine devam ettiği sırada Mes̱nevî’yi Ankaravî şerhiyle birlikte baştan sona kadar okuduğunu belirtmektedir.

Bu dönemde müslüman gibi yaşamaya, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ihtifallerinde konuşmalar yapmaya başladı. Paskalya yortusunda cami imamları ve tarikat şeyhlerinin kendisini ziyarete geldiğini, evinde dinî sohbetler yanında ilâhiler okunduğunu kendisi yazmaktadır. Öte yandan mason locasına da üye olup on üçüncü dereceye kadar yükseldi, fakat yine kendi ifadesine göre İslâm’a duyduğu yakınlık sebebiyle locadan çıkarıldı. 1935 tarihli bir belgeden, o sırada Türk Tayyare Cemiyeti İstanbul Şubesi’nin Rum vatandaşlardan meydana gelen üç numaralı yardım derneğinin başkanlığını yürüttüğü anlaşılmaktadır. Yaman Dede, mektuplarında gençlik yıllarından itibaren İslâmiyet’i benimsemekle birlikte ailevî bazı sebepler yüzünden bunu açıkça söylemekten çekindiğini, İslâmî eserleri gizlice okumayı sürdürdüğünü, ailesiyle birlikte kiliseye gittiği zamanlarda dua etmeden çıktığını, tam kırk yıl boyunca ailesinin haberi olmadan bazan sahura kalkmadan, bazan iftar etmeden oruç tuttuğunu ifade etmektedir. Bu gizlilik 1942’de sona erdi. O yılın şubat ayında dostlarından Tekel müdürü Emin Bey ile birlikte Tokat’a gittiği sırada Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Ahmed Hilmi Efendi’nin teşvikiyle İslâmiyet’i kabul ettiğini resmen bildirdi. Mehmet Abdülkadir Keçeoğlu adını alan Yaman Dede’nin ihtidâsı dönemin gazete ve dergilerine konu olmuştur.

Yaman Dede, İslâmiyet’i kabul ettikten kısa bir süre sonra gayri müslim eşinden ve kızından ayrılmak zorunda kaldı. Bir mektubundan, bu ayrılışta onun din değiştirmesinden rahatsızlık duyan patrikhâne idaresinin evliliklerinin devam edemeyeceği yönündeki beyanının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum ruhunda derin yaralar açmış, bilhassa kızı Belma’ya karşı hasreti mektuplarına açık bir şekilde yansımıştır. Ardından ilkokul öğretmenliği yapan Hatice Hanım’la evlendi; avukatlık yaptı ve bazı okullarda ders vermeye başladı. Daha sonra avukatlığı bırakıp tamamen öğretmenliğe yöneldi. Saint Benoit ve Notre Dame gibi yabancı okullarında, İstanbul İmam-Hatip Okulu ve İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Türkçe, edebiyat, Farsça, Arapça derslerine girdi. 1961 yılı başlarında rahatsızlandığı halde derslerine devam etti; 3 Mayıs 1962’de vefat etti ve Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.

Yaman Dede’nin hayatında şiirin özel bir yeri vardır. Kendisi hayatın içindeki her şeyin aslında bir şiir, şairin de görünmeyen dudakların üflediği bir ney olduğunu söyler. Şiirleri arasında bilhassa “Dahîlek yâ Resûlellah” çok meşhurdur. Ayrıca Mevlânâ üzerine yazdığı şiirler Mevlevî çevrelerinin yanı sıra Yahya Kemal Beyatlı, İbnülemin Mahmud Kemal, İbrahim Alaeddin Gövsa, Orhan Seyfi Orhon gibi ilim ve fikir adamlarınca takdirle karşılanmıştır. “Yanan Kalbe” adlı na‘tı Ali Kemal Belviranlı tarafından bestelenmiştir (Cönk, s. 54-55). Şairliğinin yanı sıra mutasavvıf kimliğiyle de öne çıkan Yaman Dede’nin Mevlânâ’ya duyduğu muhabbetin temelinde de İslâm dinine karşı olan derin sevgisi yatmaktadır. Müslümanlığı, içinde bütün kâinatın yer aldığı bir aşk diye nitelendirmiş, insanın bu aşk sayesinde yükseleceğini, insanlığın olgunluk ve mutluluğunun buna bağlı olduğunu, bu aşamaya ulaşıldığında ıstırabın zevke döneceğini ve insanın ruhuna akacağını, böyle bir durumun ise anlatılamayacağını, ancak duyulabileceğini ifade etmiştir. Mes̱nevî’nin ilk on sekiz beytini şerh eden Yaman Dede’nin, Cenab Şahabeddin’in, Ahmed Cevdet Paşa’nın mesnevîhanlığı ve Mevlânâ üzerine makaleleri, hayatını ve ihtidâ sürecini anlatan “Nasıl Müslüman Oldum?” başlıklı yazısı dikkat çekicidir. Şiirleri, notları, öğrencilerine ve dostlarına yazdığı mektupların önemli bir kısmını Mustafa Özdamar yayımlamıştır (Yaman Dede, İstanbul 1994).

https://islamansiklopedisi.org.tr/yaman-dede

 

 

 

BÜYÜK ÇAMLICA CAMİİ

Adres: Ferah, Ferah Yolu Sk. No:87, 34692 Üsküdar/İstanbul

 

Mimari Özellikleri

Büyük Çamlıca Camii’nin taşıyıcı yapı unsurları için özel bir beton kullanılmıştır. Türkiye’nin her köşesinden getirilen taşlar, her bölgenin kendisine özgü niteliklerini taşıyan malzemeler, uzun inceleme ve tetkikler sonucunda Anadolu coğrafyasından özenle seçilmiştir. Sadece mimari ayrıntıları değil, kullanılan yapı malzemelerinin seçimi ve uygulamanın titizliği de bu gerçeği vurgular.

Avlusu

Caminin dışarıdan iç avluya girişinde yer alan ve mermerle kaplanan Taç Kapı (Şah Kapı), büyüklüğüyle göz doldurmaktadır. Taç Kapı’nın avlunun içine bakan kısmında Kasas Suresi’nin 77. Ayeti yer alır. Caminin içine girilen kapının üzerine ise Al-i İmran Suresi’nin 132-136. ayetleri işlenmiştir. Klasik üslupta yapılan şadırvan avlunun tam ortasındadır. İç avlu revaklar ile çevrelenmiştir.

Kubbeleri

Büyük Çamlıca Camii kubbesi, 1 tam ve 4 yarım kubbenin yanı sıra, bunları çevreleyen farklı çaplardaki 80 kubbeden oluşur.Cumhuriyet tarihinin en yüksek kubbesi olan ana kubbenin 72 metre yükseklikte olması, “72 millet” tanımıyla anlatılan tüm etnik grupların tek bir kubbe altında birleşmesini simgeler. Caminin “fethi gören Üsküdar”da olmasına işaretle, ana kubbeyi taşıyan dört büyük kemerin altına Fetih Suresi’nin tamamı yazılmıştır. Kubbenin iç yüzeyine, 16 Türk devletine ithafen Allah’ın isimlerinden 16’sı, Haşr Suresi’nin son iki ayetinden istifade edilerek yazılmıştır.

Minareleri

İmanın şartını temsilen 6 minareli inşa edilen Büyük Çamlıca Camii’nin üç şerefeli 4 minaresi Malazgirt Zaferi’ne ithafen 107,1 metre, iki şerefeli 2 minaresi ise 90 metre yüksekliğinde yapılmıştır. Toplam şerefe sayısı 16 adettir.

Müezzin Mahfili

Müezzin Mahfili, müezzinin namaz ve diğer ibadetler sırasında üst kısma çıkarak dua okuduğu ve kıble ekseniyle aynı hizadaki bölümdür.

Hünkar Mahfili

Osmanlı başşehirlerindeki camilerde görülen, özellikle Edirne ve İstanbul’daki selâtin camilerin mimari bir parçası olarak karşımıza çıkan Hünkâr Mahfili, Büyük Çamlıca Camii’nin de önemli bölümlerinden biridir.

Minber

Üzerinde hutbe okunan yapı olan minber; 21 metre yüksekliktedir. Minber nişlerinde laleli bulutlu panolar, minber panosu olarak da “hayat ağacı” motifi kullanılmıştır. Ayrıca minberde, özenle çalışılmış kündekâri örnekleri de yer almaktadır.

Avizeler ve Pencereler

Mihrap

İmamın cemaatin önünde namaz kıldırdığı mihrap, kelime anlamı itibariyle “sığınak” demektir. Büyük Çamlıca Camii’nin özünü ve kıble istikametini gösteren mihrap, geometrik olarak içbükeydir. Mihrabın bir yanında Ayet-el Kürsi, bir yanında Tevbe Suresi'nin sonundaki ayetler yer alır. En son örnekleri 16. yüzyılda Osmanlı mimarisinde görülen çini mukarnaslı mihrap çalışmasının günümüzdeki bu nadir örneği, çok özenli ve zorlu bir çalışma sonrasında tasarlanmış, Büyük Çamlıca Camii için 22 farklı kalıp kullanılarak iki mihrap olmak üzere üretilmiştir.

 


Büyük Çamlıca Camii’ndeki avizeler, camiyi ziyaret edenlerin kubbeyi görebilecekleri şekilde tasarlanıp, paslanmaz çelikten yapılan üç halkadan oluşmaktadır. En alttaki halka yerden 4.5 metre yükseklikte ve 16 metre çapında, ortadaki halka yerden 8 metre yüksekliktedir ve çapı ise 24 metredir. Avizenin en üstteki halkası da yerden 12 metre yüksekte ve 32 metre çapındadır. Camide ayrıca 10 metre çapında 4 avize daha bulunmaktadır. Büyük Çamlıca Camii’nin belki de en karakteristik mimari unsuru cami cephelerinde yer alan büyük boyutlu cephe pencereleridir. Yuvarlak gözlü klasik alçı pencere tekniği ve modüler sistemle imal edilen iki yanda ve giriş tarafında yer alan, 13 metre genişliğe sahip üç pencereden, iki yan cephedeki pencerelerde gün doğumu ve gün batımı temalı özgün bir tasarım yer almaktadır.

Şadırvan

Cami iç avlusunda bulunan şadırvan, kubbeli ve 16 musluklu olup, klâsik üslupla inşa edilmiştir.

Tezyini Sanatlar

Büyük Çamlıca Camii’nde de Osmanlı tezyinat ekolü tercih edilmiş, boşluk oranı üçte bir olarak belirlenerek geleneksel sadeliğin güzelliği ön plana çıkarılmıştır. Büyük Çamlıca Camii’nin süslemeleri de simetrik mükemmelliği, desen zenginliği, ritmik akışkanlığı ile Allah’ın kâinat perspektinde tefekkür eden zihinlere sunduğu ilhamı esas alır.

 

 

Cami mekânını örten 15 adet küçük kubbede dört farklı desen, cami avlusunu çevreleyen 30 adet revak, 3 kapı üstü ve 1 şadırvan olmak üzere toplam 34 kubbede de 8 farklı desen uygulanmıştır. Bu desen çeşitliliğinin imkân tanıdığı renk zenginliğinde fon olarak seçilen gri ton ile bütünlük sağlanmaktadır. Kubbe merkezlerinde yer alan desenlerin kubbe çaplarının üçte bir oranında olmasına özen gösterilmiş ve bu oran caminin bütün kubbelerinde gözetilmiştir. Fetih Suresi, her biri elli beş metreden oluşan, toplam iki yüz yirmi metre boyunda, dokuz bin parçadan oluşan bir eser olarak kubbe altındaki kemerlere yerleştirilmiştir.

En özel tezyinat işlerinden birisi olan mukarnas, yani mimaride köşelerin, geçiş yerlerinin akışkanlığını sağlayarak, ışık ve gölge oyunları ile görsel zenginliği artırmak için yapılan bezeme şekli, Büyük Çamlıca Camii’nin çini işlerinin en önemli aşamalarından birini temsil eder.

 

 

 

Yer Döşemeleri

Büyük Çamlıca Camii’nin zemininde 17 bin metrekare büyüklüğünde, Gaziantep’te özel olarak dokunmuş, yüzde 100 yün ve antibakteriyel özellikte halılar yer almaktadır.

http://buyukcamlicacamii.com/

 

 

 

İSLÂM MEDENİYETLERİ MÜZESİ

 

 

 

Allah’ın kitabı Kur’ân ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünneti kaynaklı İslâmî değerler sisteminin ortaya çıkardığı fikir, ilim ve sanat çerçevesinde inşa olunan İslâm medeniyeti, yüzyıllar içerisinde dünya ölçeğinde etkiye sahip müesseseler ve muhteşem bir tarihî birikim ortaya çıkarmıştır. 


Türkiye bin yılı aşkın süren Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin de etkisiyle, kadim İslâm medeniyetinin meydana getirdiği eserler

açısından oldukça zengin bir konumda yer almaktadır. Bugün Anadolu coğrafyasının her bir köşesinde rastlanan muhteşem İslâm mimarisi örneklerinin yanı sıra, Türk-İslâm tecrübesinin eseri olan müesseseler de İslâm medeniyetinin ülkemizde kökleşmesini sağlamış; asırlar içinde oluşan kültür ve sanat eserleri, İstanbul başta olmak üzere ülkemizin pek çok şehrinde Osmanlı mirası olarak günümüze ulaşmıştır.

 

 

Ülkemiz müzelerinin ziyarete açık mekânlarının yanı sıra depolarında da İslâm medeniyetine ait binlerce eser, yerli ve yabancı ziyaretçilerle buluşmayı beklemektedir. Çağdaş müzecilik teknikleri ve teknoloji bir arada kullanılarak bu zengin İslâm eserleri mirasının geniş kitlelerle buluşturulabilmesi düşüncesi ile İslâm Medeniyetleri Müzesi projesi ortaya çıkmıştır.

2019 yılında İstanbul’un ve Türkiye’nin en büyük camisi olarak hizmete açılmış Büyük Çamlıca Camii Külliyesi içerisinde konumlanan İslâm Medeniyetleri Müzesi, modern mimarisi ve sergilenen zengin koleksiyonlarıyla çok geniş bir tarihî mirası ziyaretçileriyle buluşturmaktadır. 

İslam Medeniyetleri Müzesi’nde çağdaş müzecilik teknikleri kullanılarak dijital çalışmalar da hazırlanmış böylece ziyaretçilerin sadece görerek değil, etkileşimli deneyimler yaşayarak İslâm medeniyetini tanımaları hedeflenmiştir. Allah’ın “Hayy” isminden ilham alınarak hazırlanan, 2 dakika 17 saniyelik “Âb-ı Hayat” enstalasyonunda ayetlerle suyun gücü ve hayatımızdaki yeri anlatılmış, özel ses istasyonlarında ise Türk müzik makamlarının hastalıkların tedavisindeki kullanımlarından örnekler sunulmuştur. 

Ana hatlarıyla 15 tematik başlık altında şekillendirilen İslâm Medeniyetleri Müzesi’nde 7.yüzyıldan 19.yüzyıla kadar tarihlenen 600’ü aşkın eser sergilenmektedir. 

Eserler; Topkapı Sarayı Müzesi, Saray Koleksiyonları Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul Türbeler Müzesi, Vakıflar Müzesi ile Türk ve İslâm Eserleri Müzesi olmak üzere ülkemizin nadide 6 müzesinden özenle seçilmiştir.  


Müzenin ilk bölümünde, Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminden başlamak suretiyle ilk mâbedimiz Kâbe’ye ve İslâm’ın ilk dönemine ait eserler yer almaktadır. İslâm medeniyetinin bilim ve teknik sahalarında meydana getirdiği eserler ve İslâmî mimarinin örneklerinin sunulduğu bölümlerle devam eden müzede, mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’e özel bir bölüm ayrılmıştır. İslâm dünyasının farklı dönemlerine ait ve her biri birer sanat eseri olan Kur’ân-ı Kerîmler bu bölümde sergilenmektedir. 


İslâm sanatına ait en erken eserler arasında değerlendirilen Şam Evrakı içinden seçilmiş belge ve varaklar, İslâm Medeniyetleri Müzesi’nin özel bir bölümünü oluşturmaktadır. 
İslâmî dönemde farklı ülkelerde kullanılmış sikkelerin yanı sıra Müslümanların fetihlerinde kullandıkları özel bir silah koleksiyonu da müzede ziyaretçilerin beğenisine sunulmaktadır. 
Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisinin tezahürü olarak, bilhassa Osmanlı döneminde mukaddes emanetlerin muhafazası için yapılan mahfazaların yanı sıra kaftanlar ve tılsımlı gömlekler bölümleri ile İslâm medeniyetinin değişik boyutları göz önüne serilmektedir. 


İslâm sanatında önemli bir yere sahip olan geleneksel sanatlarımızdan hat, tezhip ve ebru alanlarındaki şaheserlerin yer aldığı hüsn-i hat bölümü ile çini sanatına ilişkin bölümün ardından, beratlar ve fermanlar ile Türk dokuma sanatına ilişkin koleksiyonlarla İslâm Medeniyetleri Müzesi tamamlanmaktadır. 

İslâm Medeniyetleri Müzesi’nin Bölümleri
Türk Dokuma Sanatı
Hz. Peygamber’e (S.A.V.) Atfedilen Eserler
İslâm Sanatında Mimari ve Dekoratif Ögeler
İlk Mâbed Kâbe
Şam Evrakı
Kur’ân-I Kerîm ve Mahfazaları
İslâm’da Bilim
Beratlar Ve Fermanlar
Hüsn-i Hat
Tılsımlı Gömlekler
Osmanlı’da Giyim
Destimal Geleneği ve Sanduka Puşideleri
İslâm’da Fetih
Türk Çini Sanatı
İslâmî Sikkeler

https://www.millisaraylar.gov.tr/Lokasyon/13/islam-medeniyetleri-muzesi

 

 

İSMET UÇMA KÜTÜPHANESİ

Adres:Cumhuriyet Mah. Uzundere Sok. Bulgurlu

İsmet Uçma Kütüphanesi; Bulgurlu Mahallesinde yer alan Libadiye Yaşam Kompleksi içinde 3 Mayıs 2023 tarihinde hizmete açılmıştır.  20 bin kitap kapasitesi olan İsmet Uçma Kütüphanesi; 9750 basılı kitap, 26 bin elektronik(çevrimiçi) kaynakla kullanıma sunulmuştur. Kütüphanemizde Yordam Otomasyon Sistemi kullanılmış olup, kitaplarımız DEWEY sınıflama sistemiyle kataloglandırılmıştır. Kütüphanede  gençlerimizin ihtiyaç halinde kullanabileceği toplantı odası da yer almaktadır.

200 kişi kapasiteli İsmet Uçma kütüphanesine  üyelik ücretsiz olup haftanın 7 günü 08:30 - 22:00 saatleri arasında rezervasyon sistemi ile kullanıcılarına hizmet vermektedir.

Her gün belirli saatlerde kütüphane kullanıcılarına yönelik çorba, çay, kahve ve kek ikramları ücretsiz olarak yapılmaktadır.

Üye olan kullanıcılarımız 15 gün süreliği 2 adet ödünç kitap alabilmektedir.

Kütüphane kataloğu, üyelik ve rezervasyon için kutuphane.uskudar.bel.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.

https://www.uskudar.bel.tr/tr/main/pages/ismet-ucma-kutuphanesi/699

 

 

 

Cumhuriyetin Üsküdar 100’leri
 
 
 
 
 
 
Aktif Ziyaretçi23
Bugün Toplam411
Toplam Ziyaret9116
Üyelik Girişi
Takvim
Hava Durumu