23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’de, ileride ilân edilecek olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu organı halinde teşekkül etmiş olması, Türk demokrasi tarihinin en önemli dönüm noktasını oluşturur. Bu meclisin kurulmasının tarihî çerçevesi, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından itibaren başlar. Meclis-i Meb‘ûsan’ın 21 Aralık 1918’de tatil edilmesi üzerine ülkeyi işgallerden kurtarmak amacıyla Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetlerini kuran ve kongreler düzenleyen halk güçleri, milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının sağlayacağını belirterek hemen seçimlerin yapılmasını ve meclisin açılmasını istedi. Damad Ferid Paşa hükümetinin buna karşı çıkması yüzünden Sivas Kongresi’nin ardından İstanbul ile Anadolu’nun haberleşmesi kesildi. Padişah, parçalanmayı önlemek için Damad Ferid’i istifa ettirerek 2 Ekim 1919’da Ali Rızâ Paşa’yı sadârete getirdi. Kongrelerde alınan bütün kararları kabul eden hükümet seçimlerin yapılacağını açıkladı. Kasım-aralık aylarında gerçekleştirilen ve hükümet karşıtı kimi partilerle ayrılıkçı gayri müslim unsurların katılmadığı seçimleri daha çok Müdâfaa-i Hukuk cemiyetlerince desteklenen adaylar kazandı. 12 Ocak 1920 tarihinde son defa açılan Meclis-i Meb‘ûsan, yeni Türkiye Devleti’nin temel taşını oluşturacak Mîsâk-ı Millî Beyannâmesi’ni onaylayıp 17 Şubat’ta ilân etti. Meclisin bu çalışmalarından memnun kalmayan İtilâf devletleri 16 Mart’ta İstanbul’u resmen işgal ettiler. Bazı mebusları meclisten alıp Limni’ye ve Malta’ya sürdüler. Padişah, üyelerinin çoğu dağılan ve 18 Mart’ta kendi iradesiyle çalışmalarına ara veren Meclis-i Meb‘ûsan’ı 11 Nisan’da tamamen kapattı.
İstanbul’un işgali Mustafa Kemal Paşa’ya düşündüğü tedbirleri uygulama fırsatını verdi. Erzurum’dan mebus seçildiği halde İstanbul’a gelmeyen Mustafa Kemal, 17 Mart’ta Hey’et-i Temsîliyye adına bir bildiri yayımlayarak ülke yönetimine el konulduğunu ve meclisin Ankara’da toplanacağını duyurdu; 19 Mart’ta da bir genelge çıkarıp seçimlerin hangi ilkeler çerçevesinde yapılacağını bildirdi. Böylece vatanın bütünlüğünü ve milletin özgürlüğünü halka dayanarak kurtarmanın yolunu açtı. Seçim kararının uygulamaya konulması bazı güçlükleri beraberinde getirdi. Zira İtilâf devletleri etkin oldukları yörelerde seçimlerin yapılmasına izin vermiyorlardı. Ayrıca bazı idareciler, Hey’et-i Temsîliyye’nin yurtta tamamıyla etkin olmayıp Ankara’nın gerçek gücünün henüz belli olmaması yüzünden tereddüt içinde bulunduklarından güçlük çıkarıyorlardı. Seçimlerde yerleşik seçim kurallarının dışına çıkılarak Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeleri de seçime sokulup seçmen tabanı genişletildi. Her seçim çevresinden beş milletvekilinin seçilmesi kararlaştırıldığı halde işgal altındaki yerlerin sadece belirli yörelerinde seçim yapılabildi. Nihayet Türkiye’nin yeni yasama organı, İstanbul’dan kaçıp Ankara’ya gelen mebuslar ve yeni seçilen üyelerin katılımıyla 23 Nisan 1920 Cuma günü düzenlenen merasimle açıldı. Geçici başkanlık divanı oluşturulduktan sonra milletvekili mazbatalarını incelemek üzere iki komisyon kuruldu. 24 Nisan günü saat 10.00’da en yaşlı üye sıfatıyla Sinop mebusu Şerif Bey’in başkanlığında çalışmalarına başlayan meclis önce mazbataları incelenen üyelerin mebusluklarını onayladı. Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından o güne kadar olan gelişmeleri ve yapılan çalışmaları anlattığı uzun bir konuşma yaptı. Gizli oturumda memleketin dâhilî durumu hakkında bilgi verdi. Yeni bir hükümetin kurulmasını öngören teklifi meclise sundu. Aynı gün yapılan başkanlık divanı seçiminde Mustafa Kemal Paşa birinci başkanlığa, Celâleddin Ârif Bey ikinci başkanlığa, Abdülhalim Çelebi birinci başkan vekilliğine ve Cemâleddin Efendi ikinci başkan vekilliğine seçildi. Kâtip üyelerle birlikte başkanlık divanı teşkil edildi.
Mustafa Kemal’in hükümet kurulması konusundaki teklifi 25 Nisan’da ele alındı. Önce on beş kişiden teşekkül eden bir lâyiha encümeniyle geçici bir icra encümeni oluşturuldu. İcra Vekilleri Heyeti’nin oluşum biçimini belirleyen kanun tasarısı 1 Mayıs’ta meclise sunuldu ve uzun tartışmalardan sonra 2 Mayıs’ta kabul edildi. Meclis üyeleri arasından tek tek oylanmak suretiyle bir meclis hükümeti kuruldu. Böylece yeni bir millî karar organı daha ortaya çıkarılırken imparatorluktan millî devlete geçiş yönünde önemli bir adım atılmış oldu. Meclise verilecek isim konusundaki tartışmalar daha 11 Nisan 1920 tarihinde vilâyette yapılan toplantıda başladığı halde bir uzlaşmaya varılamamıştı. Mebusların bağlı bulundukları toplumsal tabakaya, kültür düzeylerine, dünya görüşlerine ve temsil ettikleri politik düşüncelere göre çeşitli isimler ortaya atılmıştı. Meselâ İslâmcılar Meclis-i Kebîr / Meclis-i Kebîr-i Millî, Türk Ocağı sempatizanları Kurultay, Osmanlıcılar Meclis-i Meb‘ûsan, milliyetçiler ise Büyük Millet Meclisi denilmesini istiyorlardı. Hâkimiyet-i Milliye gazetesi Meclis-i Kebîr-i Millî derken Meclis-i Âlî’den söz edenler de vardı. Meclisin geçici başkanı Şerif Bey açış konuşmasına, “Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum” diyerek başlamıştı. Aynı şekilde meclisin toplanma sebeplerini kamuoyuna açıklamak için Hamdullah Suphi’nin (Tanrıöver) kaleme aldığı meclis bildirisinde de Büyük Millet Meclisi adı kullanıldı. Afyon mebusu Mehmed Şükrü’nün Hıyânet-i Vataniyye Kanunu önerisinde ve Hukūk-ı Esâsiyye Encümeni’nin 15 Ağustos’ta hazırladığı raporda meclisin tanımı yapılırken de Büyük Millet Meclisi adı benimsendi. Büyük Millet Meclisi hükümetinin imzaladığı ilk milletlerarası antlaşma olan, 2-3 Aralık 1920 tarihinde Ermenistan’la yapılan Gümrü Antlaşması’nda ise Türkiye Büyük Millet Meclisi adı kullanıldı. Nihayet Mustafa Kemal’in 8 Şubat 1921 tarihinden itibaren İcra Vekilleri Heyeti kararlarını Türkiye Büyük Millet Meclisi reisi sıfatıyla imzalamasından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi adı süreklilik kazandı. 1 Mart 1921’de Afganistan ve 16 Mart’ta Rusya ile imzalanan dostluk antlaşmalarında da Türkiye Büyük Millet Meclisi adı kullanıldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bütün halk kesimlerini temsil eden bir meclisti. Meclise katılan üyelerin % 34,2’si sivil bürokratlardan, % 24’ü serbest meslek sahiplerinden, % 13,2’si askerlerden, % 12,7’si yerel yöneticilerden, % 8,6’sı din âlimlerinden, % 4’ü doktor ve eczacılardan, % 1,2’si aşiret reislerinden ve % 1’i teknik elemanlardan oluşuyordu. Aynı zamanda genç bir meclisti. Zira otuz yaş grubunda bulunanların oranı % 38, kırk yaş grubunda bulunanların % 35 idi. Meclis üyelerinin % 39,4’ü yüksek öğretim, % 27’si ortaöğretim, % 22’si medrese ve % 3,8’i meslek okulu mezunuydu. Üyelerin yarısı Türkçe dışında bir yabancı dil biliyordu. Bilhassa otuz yaş grubunda Fransızca’nın, kırk ve elli yaş gruplarında Arapça ve Farsça’nın belirleyici olduğu dikkati çekiyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî mücadele şartlarının gereği her türlü fırkacılığı reddettiği halde üyelerinin pek çoğu daha önce çeşitli siyasî parti ve derneklerde görev almış kişilerdi. Bilhassa İttihatçı düşünceye sahip olanların sayısı hayli çoktu. Amerikan mandacılığını savunan Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucularından Yunus Nadi ile Sivas Kongresi’nde mandacılığı savunan İsmâil Fâzıl Paşa, Kara Vâsıf, Bekir Sâmi ve Refet beyler de mebus seçilmişlerdi. Numan Usta Osmanlı Mesai Fırkası’nda, Ahmed Ferid ve Dr. Adnan Millî Türk Fırkası’nda, İsmail Suphi ve Bekir Sami Millî Ahrar Fırkası’nda, Rıza Nur Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nda, Yunus Nadi ve Tevfik Rüştü Teceddüt Fırkası’nda, Celâleddin Ârif ve Abdurrahman Şeref Vahdet-i Milliyye’de ve Hamdullah Suphi Türk ocaklarında çalışmıştı. Fakat hepsi, yeni meclisin çatısı altında Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin birer neferiydi.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin öncelikli amacı Mîsâk-ı Millî ile çizilen sınırlar içindeki yurt topraklarını işgalden, hilâfet ve saltanatı düşman baskısından kurtarmaktı. Ayrıca yurt topraklarının bir daha işgale uğramaması için önlem alınması zorunluydu. 18 Kasım 1920’de yayımlanan bildiride Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin asıl amacının millî hudutlar dahilinde ülkenin bağımsızlığını sağlamak, hilâfet ve saltanat makamını esaretten kurtarmak diye vurgulanıyordu. Bu gayeye ancak Türkiye halkının emperyalizmin tahakkümünden kurtarılması ve kendi egemenliğinin sahibi kılınmasıyla ulaşılabileceği dile getiriliyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin halkın öteden beri uğradığı sefaletin sebeplerini yeni bir teşkilâtla kaldırmayı, yerine refah ve saadeti getirmeyi başlıca hedef saydığı belirtiliyordu. Toprak, maarif, adliye, maliye, evkaf ve diğer meselelerde kardeşlik ve yardımlaşma duygularının hâkim kılınacağı, halkın ihtiyaçlarına göre yenilikler yapılacağı, bu maksatla siyasî ve içtimaî umdelerin milletin ruhundan alınmasının, uygulamada milletin eğilimlerinin ve geleneklerinin gözetilmesinin düşünüldüğü açıklanıyordu. Kendini olağan üstü yetkilerle donatan Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarını belli bir süreyle sınırlandırmak istemiyordu. 18 Ağustos 1920 tarihinde bu konuda yapılan uzun müzakerelerden sonra olağan üstü şartların ortadan kalkmasına kadar meclisin aralıksız çalışmasına karar verildi. Ankara bu dönemde küçük bir Anadolu kasabasıydı. Ulus’taki meclis binası gaz lambasıyla aydınlatılıyor ve saç sobayla ısıtılıyordu. Mebuslar çevredeki okullardan getirtilen tahta sıralarda oturuyor, komisyonlar gaz tenekesinden oluşturulan masalar üzerinde çalışıyordu. Mebusların kalabilecekleri ve yemek yiyebilecekleri bir otel ve lokanta bile yoktu. İlk gelenler başta Yüksek Öğretmen Okulu olmak üzere çeşitli okullara yerleştirilmişti. Ardından gelenler ise derme çatma han odalarında kalıyorlardı. Mebuslar daha sonra okullardan ve hanlardan çıkarak üç beş kişi ortaklaşa ev kiralamaya başladılar. Önce kale içindeki sağlık şartları uygun olmayan azınlıklara ait evlerde oturdular. Ardından müslümanlar da evlerini kiraya vermeye başladılar. Bu şartlardan şikâyet etmeyen mebusların devletin kendilerine verdiği 100 lira maaşın bir kısmını bütçe açığını gidermek amacıyla geri verdikleri bile oluyordu. Üyeler, gerektiğinde cepheye gidip askerlerle birlikte savaştıkları gibi köyleri ve kasabaları dolaşarak meclisin amaçlarını halka anlatıyorlardı. Toplumun her kesiminden gelen bu insanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında işgalci güçleri yurttan atıp bağımsız yeni Türkiye Devleti’ni kurdular.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en belirgin özelliklerinden biri de ihtilâlci bir karakter taşımasıydı. Çünkü üyeler her türlü tehlikeyi göze alarak Ankara’ya gelmişlerdi. Nitekim Hamdullah Suphi ihtilâlci bir kuvvet olduklarını, milletin kutsal değerleri savunulurken ölümün bile düşünülemeyeceğini söylüyordu. Ali Şükrü Bey de bu meclisin sıradan bir meclis olmadığını, fevkalâde şartlardan doğduğunu vurguladıktan sonra, “Bunun nâm-ı diğeri ihtilâl meclisidir” diyordu. Gerçekten de Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama, yürütme ve yargı erklerini üzerinde toplayarak, Hıyânet-i Vataniyye Kanunu’nu çıkararak, İstiklâl mahkemelerini kurarak ve egemenliği kayıtsız şartsız millete veren anayasayı kabul ederek kendi üstünde hiçbir güç tanımadığını ortaya koydu. İstanbul hükümetinin yaptığı antlaşmaları, verdiği imtiyazları geçersiz sayıp nihayet 1 Kasım 1922’de hilâfetle saltanatı birbirinden ayırdı ve Osmanlı saltanatını kaldırarak ihtilâlci özelliğini açıkça gösterdi. Bir kurucu meclis şeklinde tasarlanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, daha sonra olağan üstü yetkiye sahip bir meclis diye adlandırıldığı halde kuruculuk özelliğini hep önde tuttu. Mustafa Kemal Paşa’nın da belirttiği gibi bu meclis mevcut Kānûn-ı Esâsî’yi kaldırma, değiştirme ve yerine yenisini koyma hakkına sahipti. Nitekim 20 Ocak 1921’de Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu adıyla kısa, fakat geleceğe açılımı bakımından geniş ufuklu bir anayasa benimsendi. Bundan sonra devlet yapısı Kānûn-ı Esâsî’nin öngördüğü yapıdan uzaklaşarak Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’na göre yeniden düzenlendi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendinden öncekilerle ve sonrakilerle karşılaştırılamayacak kadar demokrat bir meclistir. Zira değişik siyasal düşüncelere sahip mebuslar görüşlerini iç tüzüğe uygun biçimde savundular ve hiçbir engelle karşılaşmadılar. Ülkenin ve milletin kurtuluşu için öngördükleri bütün düşünceleri meclis kürsüsünden açıkça ortaya koydular. Meclis içinde “halk zümresi, tesanüt grubu, ıslahat grubu” gibi küçük bazı gruplar ortaya çıkmıştı. Hatta Yeşil Ordu Cemiyeti ile Türkiye Halk İştirâkiyyûn Fırkası ve Türkiye Komünist Fırkası gibi sosyalist temellere dayanan örgütlenmeler de olmuştu. Ancak asıl mücadele, Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından kurulan Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Grubu ile bu grubun politikalarını eleştiren ikinci grup arasında geçti. Bu iki grubun tartışmaları meclisin demokratik kimliğinin de göstergesi oldu. Gayri müslimlerin katılmadığı birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi gerek teşekkül biçimi gerekse amaçları bakımından milliyetçi ve daha çok halka dayanan ve halkın sorunlarını çözmeyi amaç edinen bir meclistir. Halkçılık bu dönemde en çok kullanılan bir kelime olarak ortaya çıkmaktadır. II. Meşrutiyet döneminde ülke gündemine giren halkçılık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra âdeta meclisin ideolojisi haline geldi. Fevzi Paşa (Çakmak) olayların kendilerini halkçılığa doğru sürüklediğini söylerken Mustafa Kemal Paşa da varlıklarının yegâne dayanağının halkçılık olduğunu belirtiyor ve halk hükümetini savunuyordu. Bu düşüncelerini Halkçılık Programı adıyla 13 Eylül 1920’de meclise sundu. Meclis kendi içinden seçtiği hükümet üyelerini sıkı bir denetime tâbi tuttu; sözlü ve yazılı soruların dışında yoğun bir gensoru önergesiyle bu işlevini yerine getirdi. Hatta bazan verdiği gensorularla hükümet üyelerini görevlerinden aldı. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Nisan 1923’te seçimlerin yenilenmesine karar vererek 16 Nisan 1923’te çalışmalarını sona erdirdi. Böylece oluşum biçimi, amaçları ve bu amaçlarını gerçekleştirmekte gösterdiği kararlılık, yurt ve millet sevgisi, devlet ciddiyeti, özveri, millî saygınlık bakımından alınması gerekli derslerle dolu bir meclis olarak tarihteki yerini aldı.
23 Nisan 1920’de Ulus’taki binanın etrafında binlerce kişi Meclisin açılışını heyecanla beklemiştir. Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde kılınan cuma namazını takiben coşkulu bir törenle açılan Meclis, 115 temsilci ile ilk toplantısını yapmıştır. En yaşlı üye sıfatıyla geçici başkanlık görevini üstlenen Sinop Mebusu Şerif Bey’in açış konuşmasının ardından, Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa söz alarak Meclisin hangi azalardan teşekkül edeceğine dair aşağıdaki açıklamayı yapmıştır: “Yüce Meclisiniz bildiğiniz gibi olağanüstü yetkilere sahip olarak yeniden seçilmiş saygıdeğer milletvekilleriyle, taarruz ve işgale uğramış saltanat merkezinden canlarını kurtararak buraya gelen saygıdeğer milletvekillerinden oluşmuştur. Kaçıp gelebilecek milletvekilleriyle birlikte bir Yüce Meclisin meydana getirilmesi ancak yeni uygulanan seçim tarzıyla söz konusu olmuştur. Bu anda Meclisiniz yasal olarak toplanmış bulunmaktadır.” Meclisin 24 Nisan 1920 günü yapılan ikinci toplantısında Mustafa Kemal Paşa oy birliğiyle Meclis Başkanlığına seçilmiştir. Mustafa Kemal Paşa bu toplantıda uzun ve anlamlı bir konuşma yapmış; “Artık Yüce Meclisin üzerinde bir güç yoktur.” diyerek Meclisin önemini vurgulamıştır. Kurtuluş Savaşı, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başarılı yönetimi ve Birinci Büyük Millet Meclisinde alınan hayati kararlar sonucunda zaferle sonuçlanmıştır. Ayrıca; 20 Ocak 1921’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasası olan Teşkilatı Esasiye Kanunu, 12 Mart 1921’de İstiklal Marşımız ve 1 Kasım 1922’de Saltanatın Kaldırılması bu Mecliste kabul edilmiştir. Öte yandan 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması, 13 Ekim 1923’te Ankara’nın Başkent Oluşu ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in İlanı kararları da bu Meclis çatısı altında alınmış; ayrıca Gazi Mustafa Kemal Paşa, yine bu Mecliste Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
https://islamansiklopedisi.org.tr/turkiye-buyuk-millet-meclisi' nden alıntı yapılmıştır.
Toplumlar, tarihin en eski çağlarından başlayarak tapınma, anma ve kutlama gibi birtakım amaçlar güderek çeşitli ritüelleri yerine getirme ihtiyacı hissetmişlerdir. Tüm bu etkinlikler insanlığın gelecek nesillere aktardıkları değerleri oluşturmuştur. Bu değerler değişen dünya şartları, gereksinimler ve yaşam biçimlerinin değişimine bağlı olarak çağlar içinde farklılaşmakla birlikte hep süregelmiştir. En eski çağlarda etkinlikler, daha çok geleneksel ve dini ritüeller biçiminde olurken, zamanla eğlence, bayram, kutlama ve tören biçimleri gelişmeye başlamıştır. Polis devletlerden başlayarak, devlet ve imparatorluklar çağlar boyunca meşruiyetlerini, otoritelerini ve iktidarlarını sağlamak gibi birtakım sebeplerle de bu etkinlikleri yapmış ve geleneksel hale getirip gelecek nesillere aktarmayı hedeflemişlerdir. Dünya düzeninde değişiklileri oluşturup günümüz modern toplumların kurulmasında bir dönüm noktası olan Fransız Devrimi’nin özellikle milliyetçilik akımı törensel etkinliklerde de büyük bir değişime yol açmıştır. Milliyetçilik olgusunun gelişmesine kadar olan dönemde toplumları birleştiren unsur genel olarak din unsuru olmuş ve bu unsur insanlığın tamamına etki ederken, milliyetçilik tek bir unsura yönelmiştir. Yeni kurulan milli devletler, bir taraftan yeni semboller oluşturarak toplumlarına yeni bir kimlik kazandırmaya, diğer taraftan da toplumu bir arada tutmak adına “gururda tasada ortaklık”, “milli birlik” kavramları etrafında toplanmayı sağlamaya çalışmışlardır.
Tören ve kutlamalar, yeni oluşan siyasal iktidarların toplum tarafından benimsenmesi ve iktidarların meşruiyetini oluşturma çabaları açısından da büyük önem arz etmiştir. Her bir millî devlette oluşturulan milli değerler, semboller, milli günler, törenler gibi unsurlar birbirinden farklı gelişmiştir. Bu bağlamda kullanılan bayrak, milli marş gibi öğeler hem o devletleri birbirinden ayıran hem de her bir devletin temellerini oluşturan semboller olmuştur. Milli bayramlar ise genel olarak oluşturulan bu yeni düzenin önemli günleri, gurur veren zafer kazanılan günleri ile devletlerin kuruluş günleri olarak oluşturulmuştur. Aynı biçimde devlet kurucuları ile zafer kazandıran önemli kahramanları anma şeklinde yapılan tüm bu etkinliklerin yapılış gayesi milli bilinç oluşturma, devletin ve yeni düzenin meşruiyetini sağlama ve gelecek nesillere aktarma olarak özetlenebilir.
Türkiye’de Milli Bayram anlayışı ilk olarak II. Meşrutiyet döneminden itibaren başlamıştır. Nitekim bu dönem siyasi anlamda Osmanlı Devleti’nin en felaketli olduğu dönemdir. Milliyetçilik akımları neticesinde, birçok milletini ve toprağını kaybetmiş ve yoğunlukla Batılı büyük devletlerin yaptırımları altında ekonomik ve siyasi bakımdan iyice yıpranan devlette, Tanzimat döneminden beri devletin dayandığı temel fikir akımı Osmanlıcık tamamen çökmüştür. Bu ortamda 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet döneminin en önemli fikir akımı Türkçülük olmuş ve devletin içinde bulunduğu bu felaketlerden kurtulmasının ancak, devletin asıl sahipleri olan Türklere milli bilinç kazandırmak, vatan, dil, tarih ve milli iktisat düşünceleri etrafında birleştirmek olduğu görülmüştür. Bu bağlamda yapılan çalışmalardan biri de Batı da olduğu gibi önemli sayılan günlerde milli bayramlar belirlemek olmuştur. Bu bağlamda II. Meşrutiyetin ilan edildiği gün olan Miladi takvime göre 23 Temmuz Hicri takvime göre 10 Temmuz günü 1909’dan itibaren milli bayram olarak kutlanmaya başlamıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin kuruluş günü “İstiklal-i Osmani Günü” adıyla 30 Aralık, 29 Nisan 1916 ve 1917’de kutlanan İdman Bayramı, 2 Mayıs 1916’da kutlanan Çocuklar Bayramı ilk bayramlar olarak nitelendirilmektedir. Ancak bu bayramlar Mondros Mütarekesini izleyen dönemde İstanbul’un fiili ve resmi olarak işgal altında tutulduğu yıllarda genel olarak yapılamamıştır. Sadece “İyd-i Ekber “olarak adlandırılan 10 Temmuz Bayramı kesintilere uğrayarak 1935 yılına kadar kutlanabilmiştir.
1920-1921 yılları, Millî Mücadele için en kritik dönemler olmuştur. 15 Mayıs 1919’da İzmir’den Anadolu’ya giriş yapan Yunanlıların iç kesimlere kadar gelmesi, iç isyanlar, İstanbul’un resmen işgal edilmesi ve TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açılması hep bu yıllar içinde olmuştur. Meclisin açılmasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra 23 Nisan 1921 günü Saruhan Mebusu Refik Şevket Bey bazı diğer mebuslar, 23 Nisan’ın “iyd-i Milli addi” yani millî bayram olarak kutlanmasını teklif etmişlerdir. Yapılan bu teklifte; millî tarihimiz için çok önemli bir olarak gördükleri, TBMM’nin açılış gününün ikinci yılına girilirken, bugünün milletin hatırında kalması için, “millî bayram” ilan edilmesi istenmiştir. Ancak bu teklifin kabul edilmesi tartışmalı olmuştur. Meclisin içinde bu fikre karşı çıkanlar genel olarak, dini hususlar, milletin kendi içinden geldiği gibi bayram yapması, bu karanlık günlerde yapılacak daha önemli işler olduğu ve 23 Nisan’da Meclis açıldı diye kendi kendine bayram günü belirlemesinin doğru olmadığı gibi görüşler ileri sürmüşlerdir.
Tüm tartışmaların sonunda, 2 Mayıs 1921’de “23 Nisan’ın Milli Bayram Addine Kanun” oylanmış ve kabul edilmiştir. 23 Nisan gününden sonra Kanun tasarısı kabul edildiği için bu yıl kutlamalar tezahürat şeklinde yapılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın yanında bulunanlar ile Meclisin balkonunda halkı, askerleri ve öğrencileri selamlamıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise 23 Nisan günü ile birlikte 29 Ekim gününün de milli bayram olması gerektiğine yönelik kanun teklifi verilmiş ve 1925’ten itibaren Cumhuriyet Bayramı da resmî olarak kutlanmaya başlamıştır.
1926 yılına kadar Ulusal Egemenlik Bayramı olan 23 Nisan 1926’dan sonra Himaye-i Etfal Cemiyetinin teklifi ile çocuk bayramı olarak kutlanmaya başlamıştır. Savaş yıllarında felakete uğramış olan çocukların bakımının yapılması, hayatlarının korunmasının yanında, üzüntülerini azaltıp neşelendirmek amacıyla bu bayramın çocuklara armağan edilmesi istenmiştir. Bu isteğin olumlu karşılık aldığı ve Mustafa Kemal Paşa’nın da geleceğin teminata olan çocuklara çok yakın ilgi gösterdiği görülmektedir. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, 1927’den itibaren yapılmaya başlayan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramlarında, Cumhurbaşkanlığı bandosunu çocuk sarayında görevlendirmiştir. Ayrıca çocuklar için düzenlenen baloya katılmış, böylece çocuklara sevgisini ve ilgisini göstermiştir. Bu baloda çocuklar için 10 bin liralık yardım toplanmıştır. 1928’de ise daha önce sadece Ankara ve İstanbul’da yapılan kutlamalar diğer şehirlerde de yapılmaya başlanmış, İzmir, Samsun, Adapazarı, Sivas, Mersin, Bursa gibi birçok şehirde de kutlanmıştır. Şiir okuma, halk oyunları, resmi geçit ve çeşitli eğlenceler ile yapılmıştır.
1929 yılından itibaren ise yine Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin isteği ile 23- 29 Nisan günleri Çocuk Haftası olarak ilan edilmiştir. Bu günlerde okullar resmi olarak tatil edilerek, tüm çocukların bayram kutlamalarına katılmaları sağlanmak istenmiştir. Bu yıl Ankara’daki kutlamalara başka illerden gelen çocuklar, Ankaralı aileler tarafından misafir edilmişlerdir. Ayrıca çocuk bayramı dolayısıyla Nisan’ın 20’sinden 30’una kadar mektup ve telgraflara şevkat pulu yapıştırılması hakkında kanun lahiyası yayınlanmıştır. 1933 yılına kadar benzer etkinlikler ile kutlanan bayrama, bu yıldan itibaren çocukların bayram günü TBMM’yi ziyaret etmesi eklenmiştir. Bu yıl Atatürk, Mecliste makam odasında çocukları ağırlayıp onlarla sohbet etmiştir.
Halkevleri açıldıktan sonra kapanıncaya kadar, aktif olarak 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk bayramları ile ilgili etkinlikler yapmış, çocuklarla ilgili konferans ve müsamere gibi organizasyonlar yapmışlardır. 1951 yılında kapanmaları ile çocuk bayramları önemli bir desteğini kaybetmiştir. Ancak yine de 1950-1960 dönemi hükümetleri aynı coşkuyu yakalamak için geçmiştekilere benzer etkinlikler düzenlemeye devam etmiştir. Fatih ve Selimiye Camilerinde 21 pare top atışları yapılması, Kızılay öncülüğünde çocuk yuvalarının açılışlarının yapılması, Vaazlarda; anne ve babalar ile hayırsever insanların çocuklara gösterilmesi gerekli şevkat ve ilginin üzerinde durulması gibi dönemin özelliklerini yansıtan etkinlikler gerçekleştirilmiştir.
1970’li yıllara gelindiğinde Çocuk Esirgeme Kurumu istediği amaca ulaşmış ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı geniş kitlelere ulaşmıştır. 1975’teki kutlamalar TRT katılmış ve görüntüleri haftalar boyunca televizyonda yayınlamıştır. 1978’de de TBMM kutlamalara üye sayısı kadar çocuk katılmasına karar vermiştir.
UNİSEF 1979 yılını Uluslararası Çocuk yılı olarak ilan etmiştir. Bunun üzerine o dönemin TRT Çocuk Programları başkanı ve yardımcısı 23 Nisan Millî Egemenlik ve çocuk bayramını uluslararası bir şekle dönüştürmek için bir projeyi hayata geçirmişlerdir. 23 Nisan 1979’da beş ülkenin (SSCB, Romanya, Bulgaristan, İtalya, Irak) katılımı ile TRT Uluslararası Çocuk şenliğinin ilki gerçekleştirilmiştir. Gerek Türkiye’nin tanıtımı gerek Atatürk’ün Dünya çocuklarına armağanı açısından oldukça önemli görülen bu etkinlikler, çocuklar aracılığı ile Dünyaya barış mesajları vermek, her bir ülkenin kendi kültürünü, yerel kıyafet ve danslarını tanıtmak açısından çok önemsenmiştir. Bu uluslararası etkinliğe 1979’dan başlayarak bugüne kadar 90 civarında ülkeden 50 bini aşkın çocuk katılmıştır.
1981 yılına kadar “Milli Hakimiyet ve Çocuk Bayramı” ismi ile Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından organize edilirken, bu yıl; Milli Güvenlik Konseyi Kanun hükmünde Kararname ile “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramıdır” hükmü ile yeniden adlandırılmıştır ve organizasyonu Millî Eğitim Bakanlığı’na devredilmiştir.
1985’ten itibaren Uluslararası çocuk şenliklerine katılımın her geçen yıl daha da artmasıyla bayram resmi olarak uluslararası bir nitelik kazanmıştır.
1997 yılından itibaren de Dünyadan örnek alınarak, Türkiye’nin tüm il ve ilçe belediyelerden çocuk meclisleri açılmıştır. Bu meclisler, 23 Nisan bayram haftalarında çeşitli etkinlikler ve organizasyonlar düzenlemişlerdir.
2013 yılına kadar, 23 Nisan kutlamaları Ankara’da Millî Eğitim Bakanlığı tarafından organize edilmiş illerden gelen temsilci öğrenci ve öğretmenlerin Anıtkabir ziyareti ile başlamış, Ulus’ta Atatürk, Kızılay’da Zafer Anıtı ile Atatürk Orman Çiftliği’ndeki anıta, izci öğrenciler ile öğretmenlerin çelenk bırakma törenleri yapılmıştır. Bu törenlerden sonra da 19 Mayıs Stadyumunda gösteriler ile devam etmiştir. Ancak 2012’de Milli Bayramlar ile ilgili yapılan düzenlemeler sonucunda, 23 Nisan ile ilgili de değişikliklere gidilmiştir. Bu bağlamda bayram günü çocukların devlet büyüklerinin koltuklarına oturtulması uygulamasına son verilmiştir. Öğrencilerin stadyum gösterileri kaldırılmış bunun yerine kapalı spor salonları, parklar ve alışveriş merkezlerinde halkın ve çocukların birlikte katıldıkları organizasyonlar düzenlenmiş ve bu görev belediyelere veya çeşitli topluluklara verilmiştir.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı - Atatürk Ansiklopedisi' nden alıntı yapılmıştır.
ÇAMLICA TEPESİ BAYRAK DİREĞİ
(2021)
Yapımını Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığının üstlendiği, “Türkiye'nin en uzun bayrak direği” İstanbul'da Çamlıca Tepesi'ne dikildi.
23 Nisan 2021 tarihinde açılışı yapılarak göndere çekilen Türkiye'nin en uzun direğinde dalgalanan en büyük bayrağı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından çocuklarımıza armağan edildi.
Türk milleti için bayrak bağımsızlığının en önemli sembollerinden birisidir. Türkiye'nin gözbebeği olan İstanbul'un en güzel tepelerinden birinde nazlı nazlı dalgalanan bayrağımızın gölgesinde güven içinde ve huzurla yaşayacağız. Çamlıca camisiyle, kulesiyle şimdi de 111 metrelik bayrak direği ve Türkiye'nin en büyük bayrağı 1000 m2'yi bulan bayrağıyla yepyeni bir çehreye kavuştu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun 101. yıldönümünde göndere çekilen devasa Türk Bayrağı İstanbul’un birçok noktasından da görülebiliyor. Küçük Çamlıca Radyo ve Televizyon Kulesi’nin yapılması ile işlevsizleşen ve görüntü kirliliği yaratan antenlerin söküldüğü alana dikilen Türkiye’nin en uzun bayrak direği ile Türk Bayrağı İstanbul semalarında gururla dalgalanırken; İstanbul’un siluetine anlam katıyor.
111 metre yüksekliği ile Türkiye’nin en uzun bayrak direğinin alt çapı 335 santimetre, üst çapı 75 santimetre. İnşa edilen direğin tabanı için 32 ton demir, 240 metreküp beton kullanıldı. Direk kaynaksız geçmeli sistem olarak tasarlanıp, en alt parça 410 santimetre, en üst kısım 140 santimetre iç içe girmektedir. Toplam direk imalatı 144.75 metre oldu.
https://www.iletisim.gov.tr/turkce/yerel_basin/detay/cumhurbaskani-erdogan-camlica-tepesine-yerlestirilen-turkiyenin-en-uzun-bayrak-diregine-turk-bayragi-gondere-cekme-torenine-katildi' den alıntı yapılmıştır.