SÜLEYMAN SAİM TEKCAN
(1940-)
Süleyman Saim Tekcan, 6 Ekim 1940’ta Trabzon’da doğdu. 1961 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nden lisans diploması alan Tekcan, öğretmen olarak aynı yıl Artvin Öğretmen Okulu’na gitti. Artvin Öğretmen Okulu’ndan sonra, yedek subaylığını 1962-63 yıllarında Trabzon’da yapan Tekcan 1964’te Erzurum Yavuz Selim Öğretmen Okulu’na tayin oldu.
Ardından Işık Lisesi’nde müdür yardımcılığı yapmaya başlayan Tekcan, sinema alanında kısa süreli bir deneyimin ardından ve Metin Erksan’ın kült filmi Sevmek Zamanı‘nda ana rollerden birini üstlendikten sonra sinemaya veda etti. Trabzon’a döndükten sonra Trabzon Öğretmen Okulu’nda öğretmenliğe başladı (1966-68).
Tekcan bu dönemde burada Trabzon’un ilk özel eğitim kurumu olan Gülbahar Anaokulu’nu kurdu. Ve eşi Emel Tekcan ile İstanbul’a taşınmalarına dek bir süre bu kurumu yürüttü.
1968-75 arasında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde eğitimci olarak görev yapan Tekcan bu okuldaki ilk baskı atölyelerini, litografi atölyesi, serigrafi atölyesi ve gravür atölyelerini kurdu. Tekcan, Anadolu’daki kurumlarda da gravür ve serigrafi atölyelerinin hayata geçirilmesinde etkili oldu.
74-75 yıllarında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yine özgün baskı atölyelerini kurdu ve burada ilgili eğitimleri yürüttü.
Yine 1974 yılında Kuyubaşı Aralık Sokak’ta kendine ait ilk baskı atölyesini kuran Tekcan, 1975-76 yıllarında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim görevlisi oldu. 1975-1976’da adı Mimar Sinan Üniversitesi olan kurumda Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde serigrafi atölyesini kurarak öğretim üyeliğine başladı.
Kuyubaşı’ndaki atölyeyi 1977 yılı Haziran ayında Söğütlüçeşme Derici Zeynel Sokağa taşıyan Tekcan bu dönemde eş zamanlı olarak baskı resim alanındaki uluslar arası bienal ve trienallerde işleri ile yer almaya başladı. Alanda adı yurt dışında da duyulmaya, gelecek yıllarda alanın dünya çapındaki uzmanlarından biri olarak anılmaya başlanmasının temelleri bu yıllarda atıldı.
Süleyman Saim Tekcan, 13 Ekim 1984 yılında yeni atölyesi Artess Çamlıca Sanat Evi’ni açtı. Artess’te geniş galeriler, büyük çapta bir baskı arşivi, kütüphane ve misafirhane de bulunuyordu. Uzun yıllar süren teknik araştırmaları ve deneysel çalışmaları sonucu, Süleyman Saim Tekcan’ın 70'li yılların sonunda geliştirdiği “yaş baskı” tekniği, bu yıllarda uluslararası literatürde kendi adıyla anılmaya başlandı ve günümüzde de tüm dünyada Tekcan tekniği olarak bilinmekte.
Yugoslavya’da Sarajevo Sanat Akademisi ve Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nde özgün baskı seminerleri de veren Tekcan’ın eserleri 1987 yılında Sarajevo Akademisi Galerisi’nde düzenlenen büyük bir sergide sergilendi. Süleyman Saim Tekcan, 1985 yılında Akademi’de profesör oldu ve aynı yıl Grafik Sanat Dalı Başkanlığı görevine atandı. 1994-1995 yılları arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlık görevini, Grafik Bölümü Başkanlığı ile beraber yürüten Tekcan, aynı yıllarda Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri’nin kurulmasını da sağladı.
İlk olarak Erenköy’de Avni Akyol Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi kuruldu. Bir yıl sonra Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Türkiye’de kurulmaya devam etti, bu liselerin sayıları günümüzde 80’e ulaştı.
Prof. Dr. Süleyman Saim Tekcan, 1996 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde dekanlık görevini emeklilikle noktaladıktan sonra, aynı yıl Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni Büyükada’da kurdu ve ilk eğitim yılı boyunca kurucu dekanlık görevini yürüttü.
Süleyman Saim Tekcan, bugün dünya üzerindeki tüm grafik sanatlar müzelerinin içerisinde en zengin koleksiyonlardan birine sahip IMOGA’yı 2004 yılında kurdu. 2007 yılında Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi kurucu dekanlığı görevini yürüten Tekcan, 2008 yılında 1. Uluslararası Özgün Baskı Resim Bienali projesine öncülük etti ve Jüri Başkanlığında bulundu.
2011 yılında eğitimci kimliğine artık kurumlar üstü olarak devam kararı alan Tekcan, halen IMOGA-İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışmalarına IMOGA bünyesinde devam ediyor.
https://www.imoga.org/tr/about-us/about-suleyman-saim-tekcan
RAMAZAN
(1 RAMAZAN 1445)
Oruç tutmanın farz olduğu hicrî yılın dokuzuncu ayı.
Sözlükte “günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalınayak yürümekle ayakların yanması” anlamlarındaki ramad masdarından veya “güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış yer” mânasındaki ramdâ’ kelimesinden türeyen ramazân kamerî yılın şâbandan sonra, şevvalden önce gelen dokuzuncu ayının adıdır. “Yaz sonunda ve güz mevsiminin başlarında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur” anlamındaki ramadî kelimesinden ya da “kılıcı veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için iki yalçın taş arasına koyup dövmek” anlamındaki ramd masdarından türediği de ileri sürülmüştür. Genellikle “şehr” (ay) kelimesine izâfe edilip şehru ramazân şeklinde kullanılır. Zayıf bir hadise (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, IV, 201-202; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, II, 187) ve bazı tâbiîn sözlerine dayanan bir kısım âlimler ramazanın Allah’ın isimlerinden biri olduğunu, dolayısıyla “ay” kelimesini zikretmeksizin veya oruç ayının kastedildiğine dair bir karîne olmadan tek başına kullanılmasının câiz olmadığını ileri sürmüşse de bu görüş çoğunluk tarafından isabetli bulunmamıştır. Buhârî ve Nesâî birer bab ayırarak ramazan kelimesinin tek başına geçtiği hadisleri zikretmişlerdir (Buhârî, “Ṣavm”, 5; Nesâî, “Ṣıyâm”, 6). Bu ayın İslâm’dan önce Arab-ı bâide (Âd ve Semûd) döneminde “deymur” veya “ẕeymur” diye adlandırılıp senenin bu ayla başlatıldığı, Arab-ı âribe döneminde de “nâtık” veya “nâfik” ismiyle anıldığı, ramazan isminin ise hicrî takvimde yer alan diğer ay isimleriyle birlikte Arab-ı müsta‘ribe devrinde kullanılmaya başlandığı, İslâmiyet’in ortaya çıktığı dönemde de Araplar’ın bu isimleri kullanmakta olduğu nakledilir. Bazı kaynaklarda, bu isimlerin milâdî V. yüzyılın başlarında Hz. Peygamber’in beşinci dedesi Kilâb b. Mürre tarafından belirlendiği kaydedilmektedir. Klasik kaynaklarda “ramazânü’l-muazzam” olarak da adlandırıldığı belirtilen bu ay (Kalkaşendî, II, 405) Osmanlı belgelerinde (ن) kısaltmasıyla gösterilmiş ve “mübarek, şerif, mükerrem” gibi sıfatlarla birlikte yazılmıştır.
Kaynaklarda bu aya ramazan adının niçin verildiği hakkında farklı açıklamalar yer alır. En fazla kabul gören yoruma göre bu ay rastladığı mevsim gereği çok sıcak ve yakıcı bir özelliğe sahip olduğu için bu adla anılmıştır. Kamerî takvimde yer alan “cumâdâ” ve “rebî‘” gibi ay adlarının da belirli mevsimlere ve hava şartlarına işaret etmesi bu açıklamayı destekler niteliktedir (bk. CEMÂZİYELEVVEL; REBÎÜLEVVEL). Kamerî aylar belirli mevsimlerde sabit olmayıp farklı mevsimleri dolaştığı için bu izahı benimseyen bilginler, Araplar’ın kamerî ayların eski adlarını değiştirirken her aya tesadüf ettiği zamanın özelliğine göre isim verdiklerini, ramazan isminin konulmasının da şiddetli sıcaklığın hüküm sürdüğü bir mevsime denk geldiğini belirtir. Bazı kaynaklarda Araplar’ın bu isimleri tesbit ederken soğuk ve sıcağın aylara göre yer değiştirdiğini bilmedikleri kaydedilmektedir (Mes‘ûdî, II, 204). Ancak kamerî ayların mevsimlerle irtibatında Araplar’ın nesî uygulamasını da göz önünde bulundurmak gerekir (Cevâd Ali, VIII, 459-462). Nitekim kaynaklar, Araplar’ın haram aylarla ilgili kuralların getirdiği kısıtlamalardan kurtulmak ve hac merasimini daha uygun iklim şartlarında yapmak amacıyla nesî uygulamasına gittiklerini, bunun için bir taraftan ayların yerlerini değiştirirken bir taraftan da seneyi iki veya üç yılda bir on üç aya çıkararak güneş takviminde olduğu gibi ayların her zaman belirli mevsimlere denk gelmesini sağladıklarını bildirmektedir.
Ramazan kelimesinin kök anlamıyla ilgili olarak oruç tutulan bu ayda açlık ve susuzluğun etkisiyle insanın içinin yandığı, orucun hararetiyle günahların yakıldığı, güz yağmurlarının yeryüzünü yıkadığı gibi ramazan orucunun da müminleri günahlardan yıkayıp temizlediği için aya bu ismin verildiği yönünde bazı kitaplarda yer alan açıklamaların ise İslâm’dan sonra orucun etkilerine bakılarak yapılan ve tarihî bilgilerle pek örtüşmeyen yakıştırmalar olduğu anlaşılmaktadır; çünkü hicrî takvimde yer alan ay isimlerinin İslâm’dan önce konulduğunda şüphe yoktur.
Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen ve değerine vurgu yapılan yegâne ay ramazan ayıdır. Orucun farz kılındığını bildiren âyetlerin hemen ardından ramazanın insanlara doğru yolu gösteren ve hakkı bâtıldan ayıran Kur’an’ın indirildiği ay olduğu belirtilir ve bu aya ulaşanların oruç tutması emredilir (el-Bakara 2/185). Hadis kaynaklarında da Hz. Peygamber’den nakledilen, ramazan ayının fazileti, başlangıcının ve sonunun nasıl tesbit edileceği, süresi ve bu aya mahsus ibadetlerle ilgili çok sayıda rivayet yer almaktadır (Wensinck, el-Muʿcem, “rmḍ” md.). Klasik ve çağdaş literatürde ramazana dair hadisleri derleyen müstakil eserler mevcuttur (bk. bibl.). Resûl-i Ekrem, “mübarek bir ay” olarak nitelendirdiği ramazan ayı girdiğinde cennet kapılarının açılıp cehennem kapılarının kapandığını ve şeytanların bağlandığını (Buhârî, “Ṣavm”, 5; Müslim, “Ṣıyâm”, 1, 2), inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını (Buhârî, “Ṣavm”, 6; Müslim, “Müsâfirîn”, 175) haber vermektedir. Nitekim rivayetler ramazan geldiğinde Resûlullah’ın mânevî yaşantısında farkedilecek derecede bir değişiklik meydana geldiğini, bu ayda Cebrâil ile buluşup karşılıklı Kur’an okuduklarını, özellikle bu günlerde onun cömertliğinin doruk noktasına ulaştığını (Buhârî, “Ṣavm”, 7; Müslim, “Feżâʾil”, 50), ramazan ayının son on günü girdiğinde onun geceleri ihya edip ev halkını uyandırdığını ve kendisini tamamen ibadete hasrederek eşleriyle ilişkisini kestiğini (Buhârî, “Leyletü’l-Ḳadr”, 5; Müslim, “İʿtikâf”, 7, 8) bildirmektedir.
Müslümanlarca sabır, ibadet, rahmet, mağfiret ve bereket ayı olarak kabul edilen, büyük bir coşku ve heyecanla karşılanan ramazanın başlıca özellikleri şu şekilde sıralanabilir: 1. Kur’ân-ı Kerîm bu ayda indirilmeye başlanmış olup âyet ve hadislerde bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen (el-Kadr 97/3; Nesâî, “Ṣıyâm”, 5) Kadir gecesi de bu ayın içindedir. Bir âyette Kur’an’ın ramazan ayında, bir başka âyette mübarek bir gecede, bir diğerinde Kadir gecesinde inmeye başladığı haber verilmektedir (el-Bakara 2/185; ed-Duhân 44/1-3; el-Kadr 97/1). Kadir gecesi ramazan içinde mübarek bir gece olduğundan âyetler arasında bir çelişki yoktur. 2. İslâm’ın beş şartından biri olan oruç bu ayda tutulur (el-Bakara 2/183-185; Buhârî, “Ṣavm”, 1; Müslim, “Îmân”, 8, 9). 3. Hz. Peygamber’in inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek kılan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını bildirdiği ve kendisi de bizzat kılarak ümmeti için sünnet olduğunu gösterdiği (Buhârî, “Ṣalâtü’t-terâvîḥ”, 1; Müslim, “Müsâfirîn”, 173-178) teravih namazı bu aya mahsus ibadetlerdendir. 4. Malî bir ibadet olan fitrenin (fıtır sadakası) bu ayın sonunda ve bayramdan önce ödenmesi gerekir. Bu ayda yapılan diğer yardımların da öteki aylara göre daha sevap ve faziletli olduğuna dair hadisler vardır (Buhârî, “Ṣavm”, 7; Müslim, “Feżâʾil”, 50; Tirmizî, “Zekât”, 28). Bu sebeple, ramazanda ödenmesi gerekli olmamakla birlikte müslümanlar zekâtlarını bu ayda ödemeyi âdet haline getirmişlerdir. 5. Bu ayın sonunda itikâfa girmek sünnettir. Kaynaklar Resûl-i Ekrem’in ramazanın son on gününde itikâfa girdiğini ve bu âdetini vefatına kadar devam ettirdiğini, onun ardından hanımlarının da itikâfa girdiğini (Buhârî, “İʿtikâf”, 1; Müslim, “İʿtikâf”, 1-5) haber vermektedir. 6. Kütüb-i Sitte’de yer alan bazı hadislerde bu ayda umre yapanın hac sevabı alacağı ifade edilirken (Buhârî, “ʿUmre”, 4; Müslim, “Ḥac”, 221, 222), zayıf olduğu kaydedilen bazı hadislerde ise diğer ibadet ve amellere de öteki aylara göre daha çok mükâfat verileceği bildirilmiştir (İbn Huzeyme, eṣ-Ṣaḥîḥ, III, 191-192; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Şuʿabü’l-îmân, V, 224). 7. Kur’an ayı denilen ramazan ayında çokça Kur’an okuyup tefekkür etmek müstehap kabul edilmiştir. Hz. Peygamber’in Cebrâil ile karşılıklı Kur’an okumasına dayanan mukabele uygulaması da bu aya mahsus geleneklerdendir.
Ramazan ayının girmesi orucun vücûb sebebini oluşturduğundan bu ayın başlangıç ve bitişinin nasıl tesbit edileceği hususu fıkıh kitaplarında geniş biçimde incelenmiş, günümüz şartlarında bu konuda izlenebilecek yöntemlerin belirlenip müslümanlar arasında birliğin sağlanması amacıyla toplantılar düzenlenmiştir (bk. HİLÂL). Her zaman sevinç ve coşkuyla karşılanan ramazan ayında çeşitli etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Bu çerçevede ülkemizde ve İslâm dünyasında ramazana has birçok dinî ve sosyal içerikli gelenek oluşmuştur. Camilerde kandillerin yakılması, minareler arasına mahya kurulması, iftar davetleri, ihtiyaç sahiplerine yardımların arttırılması sokaklarda davul çalınıp mâniler söylenerek sahur vaktinin halka duyurulması, ramazan gecelerinde oyun ve eğlencelerin tertiplenmesi, ramazana has yiyeceklerin hazırlanması gibi uygulamalar farklı şekillerde de olsa varlığını sürdürmektedir.
Kültür ve Edebiyat. Ramazanla birlikte sosyal hayatta görülen hareketlilik ve değişmeler kültür, edebiyat ve sanat dünyasına yansımış ve bir ramazan folkloru ortaya çıkmıştır. Ramazan, divan edebiyatında ramazâniyye ve bayramiyye gibi şiir türleri yanında kaside ve gazellerden beyit ve müfredlere kadar değişik formlarda estetik yönleriyle yer bulmuştur. Dinî-tasavvufî Türk edebiyatında ise ramazanın yansımaları daha çok didaktik örneklerle ortaya konmuştur. Batı tesiri altında gelişen yeni Türk edebiyatında da ramazana dair şiir, fıkra, hâtıra, deneme, mektup türlerinde zengin bir edebî birikim bulunmaktadır.
Edebî eserlere ramazanla ilgili olarak yansımış bulunan uygulamaları hilâlin görüldüğünü ve ramazanın başladığını ilân için atılan toplar, yakılan mahyalar ve uçurulan kandiller, ramazanda dolup taşan camiler, vaazlar, türbe ve kabir ziyaretleri, cami ve evlerde okunan mukabeleler, selâtin camileri avlularında açılan ramazan sergileri, çarşı ve pazarlar, iftar ziyafetleri, sahur yemekleri, ramazanın etkilemesiyle öne çıkan Bektaşîler, tiryakiler, ramazan mollaları, ramazan mânileri, hırka-i şerif ziyareti, Kadir alayları, Kadir gecesi ve bayram kutlamaları olarak kaydetmek mümkündür.
Ramazana ait edebî örnekler bazan müstakil eserlerde, bazan da farklı konularda yazılmış kitaplarda ayrı başlıklar altında yer almıştır. Ramazan ve oruçla beraber teravih, mukabele, Kadir gecesi ve faziletleri, bayram, fıtır sadakası gibi konular dinî-tasavvufî mesnevilerle din, ahlâk ve âdâb gibi konularda bilgi veren eserlerde ve manzum ilmihal kitaplarında ele alınmıştır. XV. yüzyılın ilk çeyreğinde yazılmış manzum bir ilmihal olan Devletoğlu Yûsuf’un Vikāyenâme’si, Hatiboğlu Mehmed’in Bahrü’l-hakāik adlı mesnevisinin ikinci bölümü, İbrâhim Tennûrî’nin Gülzâr-ı Ma‘nevî’sinin 100 beyitlik “Beyân-i Savm-ı Ma‘nevî” bölümüyle Nahîfî’nin Fazîlet-i Savm adıyla neşredilen mesnevisi bu tür eserler hakkında fikir veren örneklerdendir.
İftar ve sahur sofralarından ziyaret edilecek camilere ve çeşitli ramazan âdetlerine kadar geniş bir alanı içine alan ramazan destan ve mânileri ramazan edebiyatına ayrı bir renk katmıştır. Eyüplü Mustafa Şükrü’nün Ramazan ve Bayram Davulcusu (İstanbul 1338 r./1340), Mehmed Halid Bayrı’nın Bekçi ve Ramazan Manileri (İstanbul 1959), Âmil Çelebioğlu’nun Ramazannâme’si (İstanbul 1973), M. Sabri Koz’un Bekçi Baba: Ramazan Fasılları (İstanbul 1998) adlı derlemesi bu gibi destan ve mânileri ihtiva etmektedir.
Dinî Türk mûsikisinde önemli bir yer tutan ramazan ilâhileri de güfteleri itibariyle bu edebiyatın türleri arasında yer alır (bk. RAMAZAN İLÂHİSİ). Adında latife, letâif, fıkra gibi kelimelerin bulunduğu kitaplarda ramazanla ilgili fıkralar yer almaktadır. Bunların birçoğu ramazan fıkraları genel başlığı altında bir araya toplanarak yayımlanmıştır. Mehmed Hilmî b. Osman’ın Ramazan Geceleri Eğlenceleri (İstanbul 1326) ve Gülünçlü Letâif-i Ramazan’ı (İstanbul 1327), Fikret Madaralı’nın Top Patladı Oruç Bozuldu adlı eseri (İstanbul 1948), Selahattin Güngör’ün Ramazan Fıkraları ile (İstanbul 1954) Mahmut Bayraktaroğlu’nun Ramazan Fıkraları (İstanbul 1966) bunlar arasında sayılabilir. Bu tür eserlerde Bektaşî, Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bekrî Mustafa, tiryaki, ramazan mollası (ramazan ayında cerre çıkan medrese talebesi) gibi tiplere izâfetle anlatılan fıkraların yanı sıra daha genel anlamda kişi ve olaylara bağlı olarak anlatılan fıkralar da vardır.
Tezkere, risâle, tebrik ve davetiyeler de ramazandan bahseden edebî eserler arasında zikredilmelidir. Nâmık Kemal’in Tasvîr-i Efkâr’da neşrettiği 1283 (1867) ramazanına ait müşahedelerini aktaran Ramazan Mektubu türün en tanınmış örneğidir. Nurefşan Çağlaroğlu’nun derlediği, çocukların ramazana ait duygularını aktaran Ramazan Mektupları (İstanbul 2004) türün yeni bir boyutunu oluşturmaktadır.
Hâtırat türü eserlerde ramazanla ilgili zengin malzeme bulunmaktadır. Çaylak Tevfik’in İstanbul’da Bir Sene (1299-1300), Semih Mümtaz S.’nin Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler (İstanbul 1948), Ahmed Esad Benim’in Ramazan Geldi Hoş Geldi (İstanbul 1949), Halit Fahri Ozansoy’un Eski İstanbul Ramazanları: Bütün Âdetleri, Eğlenceleri, Hatıraları, Fıkraları (İstanbul 1968), Balıkhâne Nâzırı Ali Rızâ Bey’in İstanbul’da Ramazan Mevsimi (haz. Ali Şükrü Çoruk, İstanbul 1998), Ahmet Süheyl Ünver’in Bir Ramazan Binbir İstanbul (haz. İsmail Kara, İstanbul 1997) adlı eserleri bunlardan bazılarıdır. Bir tekke mensubu olan Ahmed Esad Benim’in eseri ramazanların toplum hayatına getirdiği değişikliklere zamanın tanınmış imam, hâfız ve vâizlerinin isimlerine varıncaya kadar temas etmiş olması bakımından önemlidir. XX. yüzyılın başlarında bazı yayınevleri tanınmış yazarlara ramazan dolayısıyla armağan türü kitaplar hazırlatmıştır. Abdullah Cevdet’in (İbn-i Ömer Cevdet adıyla) Ramazan Bahçesi’yle (İstanbul 1308) Muhammed Şemseddin (İstanbul 1308), Şerefeddin Mağmûmî (İstanbul 1311) ve Hâfız Mustafa Remzi’nin Ramazan Hediyesi (İstanbul 1338 r./1340) bunlar arasında zikredilebilir. Ramazan birçok şarkiyatçı ve yabancı yazarın ilgisini çekmiştir. Miss Julia Pardoe, Edmondo de Amicis, Charles White, Robert Mantran, Russell Aleksandre, Erwin Rüsehkamp gibi isimlerin hâtıra ve yazıları yanında Gérard de Nerval’in Doğuya Seyahat Ramazan Geceleri (trc. Muharrem Taşcıoğlu, Ankara 1984) adlı eseri doğrudan ramazanı konu alan bir örnektir.
XIX. yüzyıldan itibaren gazete ve dergilerde ramazanın dinî ve folklorik yönlerini öne çıkaran birçok yazı yayımlanmıştır. Bu konudaki yazılarıyla bilinen Ahmed Râsim’in doğrudan ramazanla ilgili gazete yazıları Muzaffer Gökman tarafından sadeleştirilerek Ramazan Sohbetleri adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1967). Cenab Şahabeddin’in 1920 yılı ramazanında Alemdar gazetesinde çıkan yazılarını Abdullah Uçman İstanbul’da Bir Ramazan adıyla derlemiş (İstanbul 1994), eserin ikinci baskısına yazarın 1922’de Peyâm-ı Sabah gazetesinde çıkan on üç makalesini de eklemiştir (İstanbul 2006).
Ramazan din hizmetleriyle vaaz ve irşad hayatına farklı yaklaşımlar getirmiştir. Osmanlı sarayının bu konudaki geleneksel uygulaması XVIII. yüzyılda başlayıp XX. yüzyıla kadar sürmüş olan huzur dersleridir (bk. HUZUR DERSLERİ). Halk arasında yaygın olan irşad uygulaması kürsü şeyhlerinin ve vâizlerin selâtin camilerinde verdiği vaazlardır. Köyler dahil bütün yerleşim birimlerini kapsayan daha yaygın bir uygulama ise medreselerde okuyan talebenin dinî hizmetler için ülke sathına yayılmasıdır. Öğrencilerin hem pratiklerini geliştirme hem harçlıklarını çıkarma hem de kitlelere din hizmeti götürme yolundaki bu çalışmalarına halk arasında “cerre çıkma” adı verilmiştir. XIX. yüzyılın sonlarından itibaren bu ay boyunca her gün yapılması gereken vaazlar için özel kitaplar hazırlanmıştır. Kâmil Miras’ın Ramazan Musâhabeleri (İstanbul 1949), Yakup Altın’ın Otuz Ramazan Otuz Mevıza Vaaz Notlarım (İstanbul 1969), Abdullah Nasıh Ulyan’ın Otuz Ramazan-ı Şerif Vaazı (İstanbul, ts.) bu tür eserlerin örneklerindendir.
Kıraati düzgün imam ve hâfızların saray, konak ve evlerde teravih kıldırmak, mukabele okumak üzere ücretle tutulması ramazana has bir uygulamadır. Mukabele okutan kişiler Kadir gecesi veya bayram öncesinde devrin bir duahanına hatim duası yaptırırlardı. Duahanların ağdalı bir Türkçe ile yaptıkları bu duaların özelliği hatim sahiplerinin bütün geçmişlerinin dua metni içinde adları sayılarak zikredilmesidir. İftar sofralarında ve özellikle padişahların verdiği iftarlarda topluca yapılan dualarla ramazan vaazları öncesi ve sonrasında yapılan dualar da burada zikredilmelidir. Edirne müftüsü Fevzi Efendi’nin Mevhibetü’l-vehhâb fî ta‘bîrâti’l-elkāb ve münâcâti rabbi’l-erbâb adlı kitabında (İstanbul 1314) bu tür dualara birçok örnek mevcuttur.
Gazete ve dergilerde eskiden beri ramazan sayfaları hazırlanmış, bu gelenek daha sonra yaygınlaşan radyo ve televizyon yayınlarıyla da sürdürülmüştür. Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, Mustafa Âsım Köksal, Mustafa Runyun, Kemal Edip Kürkçüoğlu gibi isimler Türkiye radyolarında dinî sohbetlerin yayımlanmaya başlandığı 1952’den itibaren radyoda bu ayla ilgili konuşmalar yapmışlardır; bu konuşmalar daha sonra kitap haline getirilmiştir: Radyo Konuşmaları: Ramazan 1966-1967 (Ankara 1967), Radyoda 1967 Ramazanı Dinî Ahlâkî İftar Sohbetleri (Ankara 1963). Kemal Edip Kürkçüoğlu’nun Ramazan’a Girerken adlı eseri (Ankara 1956) özellikle dinî konuların anlatımında geliştirdiği ifade tarzıyla dikkati çekmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayımladığı Radyoda Dinî ve Ahlâkî Konuşmalar adlı hacimli eserde de (Ankara 1954-1955) ramazan konusunda birçok konuşma metni yer almaktadır.
Yeni Türk edebiyatında ramazanla ilgili şiirler bir hayli yekün tutar. Bunların bir kısmında Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci içinde bulunduğu yıllarda yazılmış olmaları sebebiyle bir münâcât havası hâkimdir. Mehmed Âkif Ersoy’un 1910 yılında kaleme aldığı, “Yâ rab, şu muazzam ramazan hürmetine / Kaldır aradan vahdete hâil ne ise” beytiyle başlayan şiiri bunların karakteristik örneğidir. Tevfik Fikret’in “Ramazan”, yine Mehmed Âkif’in “Bayram”, Yahya Kemal Beyatlı’nın “Atik Valde’den İnen Sokakta” isimli şiirleri de ramazanla ilgili tanınmış örnekler arasında zikredilebilir. Fevziye Abdullah Tansel’in Dinî Şiirler (Ankara 1962), Filiz Kılıç ve Muhsin Macit’in Türk Edebiyatında Ramazan Şiirleri: Güldeste (Ankara 1995) adlı derlemelerinde bu tür şiirlerin değişik örnekleri bulunmaktadır. Özlem Olgun’un hazırladığı Ramazan Kitabı da (İstanbul 2000) bu çeşit yazı ve hâtıraların pek çoğunun yer aldığı hacimli bir antolojidir.
https://islamansiklopedisi.org.tr/ramazan