RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(1954-)
Aslen Rizeli olan Recep Tayyip Erdoğan, 26 Şubat 1954’te İstanbul’da doğdu. 1965 yılında Kasımpaşa Piyale İlkokulu’ndan, 1973 yılında ise İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Fark dersleri sınavını vererek Eyüp Lisesi’nden de diploma aldı. Üniversiteyi Marmara Üniversitesi İktisadî ve Ticarî Bilimler Fakültesi’nde okuyan Erdoğan, bu okuldan 1981 yılında mezun oldu.
Gençlik yıllarından itibaren sosyal hayat ve siyasetle iç içe bir yaşamı tercih eden Erdoğan, disiplinli ekip çalışmasının ve takım ruhunun önemini kendisine çok genç yaşlarda öğreten futbolla 1969-1982 yılları arasında amatör olarak ilgilendi. Aynı zamanda bu yıllar, genç bir idealist olarak memleket meseleleri ve toplumsal sorunlarla ilgilenen Recep Tayyip Erdoğan’ın aktif politikaya adım attığı döneme rastlamaktadır.
Lise ve üniversite yıllarında Millî Türk Talebe Birliği öğrenci kollarında aktif görev alan Recep Tayyip Erdoğan, 1976 yılında MSP Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanlığı’na ve aynı yıl MSP İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığı’na seçildi. 1980 yılına kadar bu görevlerini sürdüren Erdoğan, siyasi partilerin kapatıldığı 12 Eylül döneminde, özel sektörde bir süre müşavirlik ve üst düzey yöneticilik yaptı.
1983 yılında kurulan Refah Partisi ile fiilî siyasete geri dönen Recep Tayyip Erdoğan, 1984 yılında Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985 yılında ise Refah Partisi İstanbul İl Başkanı ve Refah Partisi MKYK üyesi oldu. İstanbul İl Başkanlığı görevi sırasında diğer siyasi partiler için de model olan yeni bir örgütsel yapı geliştiren Erdoğan, bu dönemde özellikle kadınların ve gençlerin siyasete katılımını artırmaya yönelik çalışmalar yaptı; siyasetin tabana yayılarak geniş halk kitleleri tarafından benimsenip itibar görmesi yolunda önemli adımlar attı. Bu yapılanma, mensubu bulunduğu Refah Partisi’ne 1989 Beyoğlu yerel seçimlerinde büyük bir başarı kazandırırken, yurt genelinde de parti çalışmaları için örnek teşkil etti.
27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, siyasî yeteneği, ekip çalışmasına verdiği önem, insan kaynakları ve malî konulardaki başarılı yönetimiyle dünyanın en önemli metropollerinden biri olan İstanbul’un kronikleşmiş sorunlarına doğru teşhis ve çözümler üretti. Su sorunu, yüzlerce kilometrelik yeni boru hatlarının döşenmesiyle; çöp sorunu ise dönemin en modern geri-dönüşüm tesislerinin kurulmasıyla çözümlendi. Hava kirliliği sorunu Erdoğan döneminde geliştirilen doğalgaza geçiş projeleriyle son bulurken, kentin trafik ve ulaşım açmazına karşı 50’den fazla köprü, geçit ve çevre yolu inşa edildi; sonraki dönemlere ışık tutacak birçok proje geliştirildi. Belediye kaynaklarının doğru kullanımı ve yolsuzluğun önlenmesi amacıyla olağanüstü önlemler alan Erdoğan, 2 milyar dolar borçla devraldığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin borçlarını büyük ölçüde ödedi ve bu arada 4 milyar dolarlık yatırım gerçekleştirdi. Böylece, Türkiye’nin belediyecilik tarihinde yeni bir çığır açan Erdoğan, bir yandan diğer belediyelere örnek olurken, bir yandan da halk nezdinde büyük bir güven kazandı.
Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997’de Siirt’te halka hitaben yaptığı konuşma sırasında, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından öğretmenlere tavsiye edilen ve bir devlet kuruluşu tarafından yayınlanan bir kitaptaki şiiri okuduğu için hapis cezasına mahkûm edildi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine son verildi.
Recep Tayyip Erdoğan, 4 ay kaldığı cezaevinden çıktıktan sonra kamuoyunun ısrarlı talebi ve gelişen demokratik sürecin bir sonucu olarak 14 Ağustos 2001’de arkadaşlarıyla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) kurdu ve Kurucular Kurulu tarafından AK Parti’nin Kurucu Genel Başkanı seçildi. Milletin teveccüh ve güveni AK Parti’yi daha kuruluşunun ilk yılında Türkiye’nin en geniş halk desteğine sahip siyasî hareketi hâline getirdi ve 2002 yılı genel seçimlerinde üçte ikiye yakın parlamento çoğunluğuyla (363 milletvekili) tek başına iktidara taşıdı.
Hakkındaki mahkeme kararı nedeniyle 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletvekili adayı olamayan Erdoğan, yapılan yasal düzenlemeyle milletvekili adaylığının önündeki yasal engelin kalkması üzerine, 9 Mart 2003’te Siirt ili milletvekili yenileme seçimine katıldı. Bu seçimde oyların yüzde 85’ini alan Erdoğan, 22. Dönem Siirt Milletvekili olarak parlamentoya girdi.
15 Mart 2003 tarihinde Başbakanlık görevini üstlenen Recep Tayyip Erdoğan, aydınlık ve sürekli kalkınan bir Türkiye idealiyle, hayatî öneme sahip birçok reform paketini kısa süre içinde uygulamaya koydu. Demokratikleşme, şeffaflaşma ve yolsuzlukların engellenmesi yolunda büyük mesafeler katedildi. Buna paralel olarak ülke ekonomisi ve toplum psikolojisini olumsuz yönde etkileyen ve on yıllardır çözülemeyen enflasyon kontrol altına alındı, itibarını yeniden kazanan Türk Lirası’ndan 6 sıfır atıldı. Devletin borçlanma faiz oranları aşağı çekildi, kişi başına düşen millî gelirde büyük artış gerçekleştirildi. Ülke tarihinde daha önce görülmemiş hız ve sayıda baraj, konut, okul, yol, hastane ve enerji santrali hizmete girdi. Bütün bu olumlu gelişmeler, bazı yabancı gözlemciler ve Batılı liderler tarafından "Sessiz Devrim" olarak adlandırıldı.
Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde ülke tarihinin dönüm noktası olarak nitelenen başarılı girişimlerine ek olarak, akılcı dış politikası ve yoğun ziyaret-temas trafiğiyle Kıbrıs sorununun kalıcı çözüme kavuşturulması ve dünyanın çeşitli ülkeleriyle verimli ilişkiler geliştirilmesi konularında önemli adımlar attı. Tesis edilen istikrar ortamı iç dinamikleri harekete geçirirken, Türkiye’yi bir merkez ülke hâline getirdi. Türkiye’nin ticaret hacmi ve siyasal gücü, yalnız içinde bulunduğu coğrafî bölgede değil, uluslararası alanda da hissedilir düzeyde arttı.
Recep Tayyip Erdoğan, 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde %46,6 oy alarak büyük bir zafer kazanan AK Parti’nin Genel Başkanı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 60. Hükûmeti’ni kurdu ve tekrar güvenoyu aldı.
Recep Tayyip Erdoğan, 12 Haziran 2011 seçimlerinden de daha büyük bir zaferle çıktı ve %49,8 oy alarak 61. Hükûmeti kurdu.
10 Ağustos 2014 Pazar günü, Türk siyasi tarihinde ilk kez doğrudan halkın oylarıyla ve ilk turda 12. Cumhurbaşkanı seçildi.
16 Nisan 2017 tarihindeki halk oylamasında kabul edilen Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının partili olabilmesinin önünün açılmasının ardından Recep Tayyip Erdoğan, 21 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleştirilen 3. Olağanüstü Büyük Kongrede, kurucusu olduğu AK Parti’nin Genel Başkanlığına yeniden seçildi.
24 Haziran 2018 Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %52,59 oy oranıyla yeniden Cumhurbaşkanı seçildi.
16 Nisan 2017’de kabul edilen Anayasa değişikliği ile hayata geçirilen Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak 9 Temmuz 2018 tarihinde yemin ederek görevine başladı.
28 Mayıs 2023 Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinde %52,18 oy oranıyla yeniden Cumhurbaşkanı seçildi.
3 Haziran 2023 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yemin etmesinin ardından, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde düzenlenen törenle görevine başladı.
Recep Tayyip Erdoğan, evli ve 4 çocuk babasıdır.
https://www.tccb.gov.tr/receptayyiperdogan/
EMEL ESİN
(1914-1987)
Tanınmış Türk-İslâm kültür ve sanat tarihçisi.
İstanbul’da doğdu. Babası, II. Meşrutiyet’ten sonra gelişen Türkçülük akımının önde gelen simalarından Ahmed Ferid Tek, annesi Fecr-i Âtî dönemi yazarlarından Müfîde Ferid’dir. Çocukluğu, babasının siyasî hayatının oldukça hareketli bir dönemine rastlayan Millî Mücadele yılları içinde geçti. Babasının diplomatik görevleri sebebiyle 1924’ten sonra ailece uzun süre yurt dışında yaşadıklarından tahsilini Fransa ve İngiltere’de sürdürdü. Fransızca ve İngilizce’nin yanı sıra Almanca’yı da öğrendi. Bakaloryadan sonra mimari okumak için École des Beaux-Arts’a gittiyse de Ortaçağ usulüne göre eğitim veren bu okuldaki ağır şartlardan dolayı tahsilini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Daha önce babasıyla annesinin de okuduğu École des Sciences Politiques’in tarih bölümünden mezun oldu. Sorbonne’dan da yüksek matematik sertifikası aldı. Ayrıca Paris ve Viyana güzel sanatlar akademilerinde mimari, resim, mozaik, vitray ve gravür dallarında öğrenim gördü. Sonraki yıllarda Necati Lugal’den Arapça ve Farsça, Zeki Velidi Togan’dan Orta Asya tarihi, Herbert Jansky’den Ortaçağ Türkçe metinleri dersleri okudu. Paris Üniversitesi’nde Le Dragon dans l’iconographie turque adlı teziyle sanat tarihi dalında doktor unvanını aldı.
1941 yılında, babasının Tokyo’daki büyükelçiliği sırasında sefâret başkâtibi olan, Plevne gazilerinden İbrâhim Edhem Paşa’nın oğlu Seyfullah Esin ile evlendi. Emel Esin bu defa da eşinin görevleri sebebiyle hayatını yine yurt dışında geçirmek zorunda kaldı. Bir büyükelçilik bünyesinde çalışan âmirle memur aynı aileden olamayacağı için Seyfullah Esin New York başkonsolosluğuna tayin edildi. Ancak yolculuk ettikleri gemi savaş dolayısıyla Tokyo’ya geri dönmek zorunda kalınca tayini Stockholm elçiliğine çıktı. Esin ailesi 1942 yılı baharında kara yoluyla Kore, Mançurya, Moğolistan, Sibirya, Türkistan ve Azerbaycan üzerinden iki ay kadar süren bir yolculuktan sonra Türkiye’ye ulaşabildi. Emel Esin, kendisinde iç Asya’yı tanıma ve inceleme arzusunu uyandıran bu ilk Orta Asya seyahati sırasında Çin ve Orta Asya kültür ve sanat mirasını yakından görme fırsatını buldu. Eşiyle birlikte yine kara yoluyla Balkanlar ve Almanya üzerinden İsveç’e gitti. Seyfullah Esin’in merkezde görev yaptığı 1944-1949 yıllarını Türkiye’de geçirdi. Bu arada eşi 1947’de, annesinin dayısı olan Sâdullah Paşa’ya ait Çengelköy’deki meşhur yalıyı satın aldı. Daha sonra Yunanistan ve İsrail’de maslahatgüzarlık, Avusturya’da ortaelçilik yaptıktan sonra 1954 yılında Moskova, 1955’te de Bonn büyükelçiliğine tayin edildi. Emel Esin Moskova’da bulundukları sırada diplomatik imkânları da kullanmalarına rağmen çeşitli zorluklarla ikinci Orta Asya seyahatini gerçekleştirdi (1955). Sovyet hükümetinden izin alarak eşiyle birlikte bütün Türk cumhuriyetlerini gezdi. Bu seyahat sırasındaki gözlemlerini Türkistan Seyahatnamesi adlı ilk eserinde anlattı. Eşi 1957’de Birleşmiş Milletler nezdinde Türkiye’nin dâimî temsilcisi olunca birkaç yıl New York’ta oturdu. 1960 yılı sonlarında Kahire büyükelçiliğine tayin edilen eşiyle birlikte Mekke ve Medine’yi ziyaret etti. Bu iki şehre karşı duyduğu saygı ve hayranlık onu bu konuda bir kitap yazmaya yöneltti. Daha sonraki yıllarda Suudi yetkililerinin de yardımıyla birçok defa ziyaret ettiği Haremeyn’de araştırmalarda bulunarak eserini kaleme aldı. Seyfullah Esin 1961’de Mısır’ın Türkiye ile diplomatik ilişkilerini kesmesi üzerine merkeze alındı ve bir yıl sonra da Delhi’ye tayin edildi. 1965-1967 yılları arasında Madrid’de büyükelçilik yaptı. Emel Esin, Türk kültür ve tarihine yakın ilgisi olan ve çalışmalarında kendisine büyük destek veren eşini 1982 yılında kaybetti.
Bildiği Batı dillerine Arapça, Farsça ve Rusça’yı ekleyen Emel Esin, 1970’ten sonra yılda ortalama on beş yirmi makale ve tebliğle verimli bir çalışma hayatı içine girdi. 1983 yılı sonunda Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi aslî üyeliğine seçildi. Aynı zamanda Türk-Arap İncelemeleri Vakfı’nın da kurucu üyesiydi. Atatürk Kültür Merkezi için hazırlamakta olduğu Uygur Türk medeniyeti tarihi, Hâkānî Türk medeniyeti tarihi, Oğuz Türkleri’nin kültür ve sanat tarihine dair çalışmalarını tamamlayamadan 26 Şubat 1987’de İstanbul’da vefat etti ve Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Ölümünden sonra vasiyeti üzerine, Türk kültürü sahasındaki çalışmaları desteklemek ve yapılan araştırmaları yayımlamak üzere 28 Aralık 1989’da Tek-Esin Türk Kültürünü Araştırma ve Geliştirme Vakfı kuruldu. Emel Esin’in bütün mal varlığını ve çok zengin kütüphanesini de bağışladığı bu vakfın merkezi Üsküdar Salacak’taki kendi oturduğu evidir. Kütüphanesi, özellikle Türk kültür ve sanatına dair eserler başta olmak üzere 7385 cilt kitap, 890 yazma, 4500 makale ve ayrı basım ile 290 ayrı dergi yanında çeşitli çalışmalarıyla ilgili dosyalar ve zengin bir fotoğraf ve dia arşivini ihtiva etmektedir.
Aile çevresinde edindiği Türk ve İslâm kültürü yanında gerek babasının gerekse eşinin görevleri sebebiyle Batı’yı da yakından tanıma imkânını bulan Emel Esin öğrendiği Doğu ve Batı dilleriyle bu iki kültüre de hâkim olmuş, çalışmalarını geniş bir perspektif içinde yürütmüştür. “Bana iki kitap tesir etti. Birincisi Kur’ân-ı Kerîm. Gençliğimden beri okurum. İkincisi Ahmed Yesevî ve onun Dîvân-ı Hikmet’i” (Kaplan – Enginün, sy. 2, s. 59) diyen Esin millî ve mânevî değerlere tutkun bir insandı. Bununla birlikte ilmî objektifliğe son derece bağlı kalması da onun belirgin bir özelliğidir.
Türk kültürü ve sanatının hemen her yönüyle ilgilenen Emel Esin’e göre bu sanatın en önemli iki özelliği hamâsî-destanî oluşu ve ayrıntıya girmeyip gerçeği kalın çizgilerle vermesidir. Emel Esin, Türk kültürünün köklerini ortaya koymaya çalışması yanında İslâmiyet’le kazandığı yeni ruhun özelliklerini de belirtmeye gayret etmiştir. Ayrıca çalışmalarında kültürün bir tezahürü olarak sanatı temel almakla, kültür araştırmaları için daha çok tarih, sosyoloji veya dil ve edebiyatı esas alan diğer Türk ilim adamlarından farklı ve yeni bir yaklaşım tarzı ortaya koymuştur.
Eserleri. Emel Esin ilk eserinin yayımlandığı 1959 yılından ölümüne kadar kitap, makale, tebliğ ve gazete yazısı olarak çeşitli dillerde ve bir kısmı oldukça hacimli 300’e yakın çalışma kaleme almıştır. Yıllarca süren bir hazırlık ve birikimin ürünü olan bu çalışmalar yeni buluş ve görüşlerin dile getirildiği orijinal yazılardır. Kitap halinde yayımlanan çalışmaları şunlardır:
Emel Esin bunların yanında İslâm Ansiklopedisi’ne “Tirmiz” ve “Turfan”; Türk Ansiklopedisi’ne aralarında “Hac”, “Hacer-i Esved”, “Hızır”, “Hz. İbrâhim”, “Kâbe”, “Medine”, “Mekke”, “Medrese”, “Mescid”, “Mescid-i Aksâ”, “Minare” ile İslâm, İlhanlı, İran, Karahanlı ve Karluk sanatlarının bulunduğu birçok madde, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’ne de “Ahmed Yesevî Külliyesi”, “Ahsîkes”, “Almalığ”, “Amuderya” ve “Börk” maddelerini yazmıştır (eser ve makalelerinin geniş bir listesi için bk. Sertkaya, s. XI-XXXIII).
https://islamansiklopedisi.org.tr/esin-emel
TARIK BUĞRA
(1918-1994)
Öykücü, romancı, oyun yazarı, gazeteci (D. 1918, Akşehir / Konya - Ö. 25 Şubat 1994, İstanbul). Mehmet Nâzım, Süleyman Yücel, Tarık Emin, Tarık Nâzım adlarını da kullandı. Aslen Erzurumlu ve Akşehir’de ağır ceza reisliği yapan Mehmet Nazım Beyin oğludur. İlk ve ortaöğrenimini Akşehir’de yaptı, Konya Lisesi (1936) mezunu. Ortaokulda Türkçe hocası Rıfkı Melül Meriç, lisede edebiyat hocası Hakkı Süha Gezgin idi. İstanbul Üniversitesi Tıp, Hukuk ve Edebiyat fakültelerine ikişer, üçer yıllık aralıklarla devam ettiyse de bitiremeden ayrıldı. İstanbul’da o yıllarda kültür çevresi olan Küllük kahvesine devam etti, Yahya Kemal, İbnülemin Mahmut Kemal, Fuad Köprülü, A. H. Tanpınar, A. N. Tarlan ve N. Ataç’ı tanıma ve sohbetlerine katılma fırsatı buldu. Bu arada Şişli Terakki Lisesinde muallim muavini olarak çalıştı. Fakültede iken Tanpınar, M. Kaplan ve A. Karahan gibi hocalarla yakın dostluklar kurdu. Bu yıllarda yazdığı ilk öykü denemelerini hocaları aracılığıyla bazı dergilerde yayımladı. Akşehir’de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesiyle (1947-48) gazeteciliğe başladı. İstanbul’a yerleştikten sonra Milliyet (1955-56), Yeni İstanbul (1960-66), Haftalık Yol (1968), Tercüman (1969-76) gazetelerinde sayfa düzenledi, fıkra yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. Eylül 1950’de öykücü Jale Baysal ile evlendi, 1968’de boşandı. Kalp krizi geçirdiği Mayıs 1973’ten sonra günlük yazılarını bıraktı, Tercüman gazetesinde haftalık sohbet yazıları yazdı. Eylül 1977’de, öykücü Hatice Bilen’le evlendi. Kısa süren bir hastalık döneminden sonra vefat etti ve Karacaahmet Mezarlığına defnedildi.
Edebiyat dünyasında, önce Çınaraltı dergisinde yayımladığı hikâyeleriyle tanındı. Oğlumuz adlı hikâyesi Cumhuriyet gazetesinin Yunus Nadi Hikâye Yarışmasında ikincilik kazandı (1948). Kendisine hiç beklemediği bir ün kazandıran ve hayatında bir dönüm noktası olan bu ödülden sonra yazdığı yeni öyküleri Çınaraltı, İstanbul, Yenilik, Yeditepe, Yücel, Küçük Dergi, Seçilmiş Hikâyeler, Dost ve Hisar dergilerinde yayımladı (1949-55).
İlk öykülerinde 1950’li yıllarda Türk aydınlarının bunalımlarını, küçük kasaba izlenimlerini, buruk aşk ilişkilerini işledi. Sağlam bir kurgu ve ustalıkla kullandığı üslûbuyla dikkati çekti. 1955’te çıkan Siyah Kehribar adlı romanı beğenilmeyince romana bir süre ara verdi. Bu romanıyla ilgili olarak “Sanki roman yazmamış, cinayet işlemiştim. Hikâye kitaplarıma yazılan övgüler yüzünden Kaf dağına uzanan burnum öyle bir kırılış kırılmıştı ki, tam dört yıl ne hikâye ne roman yazdım” demektedir.
Aynı yıllarda varoluşçuluğun etkisinden dolayı yaygınlaşan bunalım hikâyeciliğinin öncülerinden oldu. Her ne kadar çeşitli toplumsal katmanlardaki insanları işlediyse de asıl yazar kişiliği, belli bir çizginin üstündeki insanlarla, insanları yönetici ve etkileyici aydın insanların, toplumda yerlerini bulamamış, duyuş, düşünüş ve yaşamada bir üslûp tutturamamış yalnız adamı anlatırken ortaya çıktı. Bundan dolayı hikâyesine gündelik yaşayışın gerçeklerinden girdiği hâlde, yavaş yavaş düşünce plânına doğru kaydı ve “yalnız adam” olarak bir kişiyi anlattı. İkinci kitabında da ilk kitaptaki temaları sürdürdü. Zaman içinde boşlukta kalan insan, çevreden yoksun insanın isyanı onun en önemli konusu oldu. Üçüncü hikâye kitabı İki Uyku Arasında, içkiye ve kumara kendini kaptırmış, hırçın, günümüz aydınının sarhoşluğunu anlattı.
1956 Macaristan olaylarında Macar halkının Sovyetlere direnişini anlattığı Peşte 56 adlı oyunuyla oyun yazarlığına başladı. Asıl ününü ise, üzerinde 1959’dan beri çalıştığı üç ciltlik Küçük Ağa romanıyla sağladı. Millî Mücadele yıllarında Kuvay-ı Milliye hareketi ve halkın işgal kuvvetlerine direnişini konu alan bu eseri daha sonra yine kendisinin yazdığı senaryoyla Yücel Çakmaklı tarafından TV dizisi haline getirildi ve geniş beğeni topladı.
Küçük Ağa Ankara’da ve Firavun İmanı romanlarında Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu aşamada yüz yüze geldiği bazı sorunları ele aldı. Firavun İmanı’nın konusu, Mehmet Akif, Hüseyin Avni Ulaş ve Hasan Basri Çantay gibi muhaliflerin Ankara’da saf dışı edilmeleridir. Yağmur Beklerken romanında, Serbest Fırka hareketini, Gençliğim Eyvah’ta öğrenci hareketlerini işledi. Osmancık romanında irade gücüyle bir dünya devleti kurmayı başaran insanların öyküsünü dönemin olayları içinde verdi.
TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında başarı ödülü alan İbişin Rüyası adlı romanı 1972’de oyunlaştırıldı. 1979’da televizyona uyarlandı. Firavun İmanı romanıyla 1978, yine Çakmaklı yönetiminde TV dizisi haline getirilen ve Osmanlı devletinin kuruluş yıllarını konu alan Osmancık romanı ile de 1985 Türkiye Millî Kültür Vakfı Armağanını kazandı. Tarık Buğra, ayrıca 1979’da Gençliğim Eyvah ile TMKV Armağanını, 1981’de Akümülatörlü Radyo ile Türkiye Yazarlar Birliği Tiyatro Ödülünü; 1981’de Yalnızlar ile TMKV Armağanını; Yağmur Beklerken ile 1982’de Kültür Bakanlığı Ödülünü, 1989’da İş Bankası Roman Ödülünü, 1984’te Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Senaryo Ödülünü, 1992 TYB Yılın Kültür Adamı Ödülünü aldı. İnanç dergisince 1984’te yılın romancısı seçildi. Tarık Buğra’nın ayrıca Yalnızlar, Yağmur Beklerken, Dönemeçte ve Ayakta Durmak İstiyorum adlı yapıtları filme alınarak televizyonda gösterildi. 1991’de devlet sanatçısı seçildi.
“Tarık Buğra, dil anlayışında olduğu kadar hikâye anlayışında da edebiyatımızın gidişinden kopmadı. Başı ve sonu belli, büyük değişiklikler peşinde koşmıyan bir kişiliği geliştirdi. Çözümleyici bir anlatıma dayanan hikâye anlayışına aykırı düşecek denemelere girişmedi. Hikâyelerinin başında, dış olaylardan, gözlenmiş yaşantılardan çıksa bile, bunları hızlı bir anlatım temposuna sokmadan, hareketlere bağlı olarak içte zincirlenen gelişmelere geçiyordu. Toplumdaki büyük sorunlara değil, kişilerinin yaşamalarındaki düzensizliklere, uygunsuzluklardan gelen dertlere, sosyal adâletsizliklere değil, kişiler arasındaki ruhî zıtlaşmalara, bulunmuş ve yitirilmiş mutlulukların peşine düşeceklerine birbirlerine karşı horozlanan insanların yarattıkları bir keşmekeşin üzerine eğiliyordu.” (Tahir Alangu)
“Tarık Buğra, dindar halkımızın manevi vasıflarını da bilen bir romancıdır. Kahramanları ‘bismillahlı, Allahlı, yeminli’ konuşurlar; günah, sevap bilirler. Allah’a verecekleri hesabın, son nefesin kaygısı içindedirler. Oysa, Buğra’nın yaşıtları ve bir öncekiler, Türk insanının ruh ve çevre portresini sanki eksik bırakmak istercesine, bu halkın Müslümanlığına kapalı ve yabancı kalmışlardır. Ömer Seyfeddin’den ve biraz da Memduh Şevket Esendal ve Halide Edip Hanım’dan sonra, edebiyatçılarımız, dini sanki yasak bir konu imişçesine algılamışlardır. Keza bir dindar adamdan, bir Müslümanlık olayından söz edilecek olsa: İslâmiyet çirkin bir saldırı üslûbu ile ‘irtica, gericilik, yobazlık, taassup’ gibi karalamalarla birlikte ele alınmıştır. Halkımızın samimi Müslümanlığı ya kınama, yahut alay konusu edilmiştir. Bu çirkinliğe batmak istemeyenler ise, nihayet, dinden, İslâm’dan söz etmemek ‘kahramanlığı’ ile yetinmişlerdir.” (Ahmet Kabaklı)
“Beyazıt’tan Laleli’ye ağır ağır inerken, kimi zaman toprağa ekilmiş yanlış çiçek tohumunu, kimi zaman da yanlış toprağa ekilmiş çiçek tohumunu düşünür. Gömleğinin üst düğmesi iliklenmemiş yakasında ve gözlerinde hiçbir zaman yitmeyecek bir delikanlılık var. Ama o nasıl delikanlılık ki bağrına bastığı şeyleri biraz da küçümser. Küçümseme sözü yanlış burada. Hor görme sözcüğünü kullansak, o da yanlış olacak. Başka bir laf bulmak gerek. Kendisi bulsun.
“Her gün özeleştirisini yapar. Ama bunu hiç yansıtmaz. Ankara’sızlık diye bir hastalık varsa, hastalığı o.” (Cemal Süreya)
ESERLERİ:
HİKÂYE: Oğlumuz (1949), Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952), İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (ilk üç kitaptan seçmelerle yenileri, 1964; yeni seçmeler 1969).
ROMAN: Siyah Kehribar (1955), Küçük Ağa (1963), Küçük Ağa Ankara’da (1966, Küçük Ağa ile birlikte, 1968, 1974), İbişin Rüyası (1970), Firavun İmanı (1976), Dönemeçte (1978), Bir Köşkünüz Var mı? (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981), Yalnızlar (1981), Osmancık (1983), Dünyanın En Pis Sokağı (1989).
FIKRA-DENEME: Gençlik Türküsü (1964), Düşman Kazanmak Sanatı (1979), Politika Dışı (1992), Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak (1995).
GEZİ: Gagaringrad (Moskova notları, 1962), Bu Çağın Adı (1996).
OYUN: Ayakta Durmak İstiyorum (1966), Üç Oyun (Ayakta Durmak İstiyorum, Akümülatörlü Radyo, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı, 1981), İbiş’in Rüyası (oyn. 1972; bas. 1982), Güneş ve Arslan (1988), Sıfırdan Doruğa (1994).
Ayrıca çeşitli dergi ve gazetelerde tefrika edilip kitaplaşmayan Aşk Esirleri (Milliyet, 1953), Şehir Uyurken (Bursa Hakimiyet, 1954), Yanıyor mu Yeşil Köşkün Lambası (Yenigün, 1955), Ölü Nokta (Yeni İstanbul, 1958), Sonradan Yaşamak (Vatan, 1958), Abaza Paşa’nın Rüyası (Erzurum Doğu, 1959) gibi romanları da vardır.
https://www.uskudar.bel.tr/userfiles/files/MNA_Uskudarli_Meshurlar.pdf
https://islamansiklopedisi.org.tr/bugra-tarik