• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı

14 Şubat

FETHİ PAŞA

(1801-1858)

Ahmed Fethi, Eyüp’te Abdullah Paşa Yalısı’nda doğdu. Enderun’dan yetişme Rodoslu Rikâbdar Hâfız Ahmed Ağa’nın oğludur. 1809’da Enderun’a alındı, 1826’da Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin çekirdeğini oluşturan Enderun Ağaları Bölüğü’ne girdi. 1827’de binbaşılığa, 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında gösterdiği yararlılıklar sebebiyle miralaylığa ve ardından padişah yaverliğine yükseldi. 1830’da mirlivâ, ertesi yıl hassa feriki rütbelerini aldı. 1835’te Avusturya İmparatoru Ferdinand’ın tahta geçişini tebrik için Viyana’ya geçici elçi olarak gönderildi ve ertesi yıl görevi sürekli hale getirildi. 25 Temmuz 1837’de elçilik görevi üzerinde kalmak kaydıyla vezirlik rütbesiyle Aydın valiliğine tayin edildi. 1837’de Âlî Efendi ile (Paşa) birlikte Saint Petersburg’da yapılan askerî tâlimleri izlemek üzere Rusya’ya gitti. 28 Ocak 1838’de Aydın müşirliği yanında Londra elçiliğiyle görevlendirildi (Takvîm-i Vekāyi‘, nr. 160, 2 Zilkade 1253, s. 1). Aynı düzenlemeyle Paris büyükelçiliğine tayin edilen Mustafa Reşid Paşa’nın işlerinin yoğunluğu dolayısıyla görev yerine gidememesi üzerine Fethi Paşa’nın onun yerine Paris büyükelçiliğine tayini ve Paris’e geçmeden önce İngiltere Kraliçesi Victoria’nın taç giyme törenine katılarak padişahı temsil etmesi kararlaştırıldı (Takvîm-i Vekāyi‘, nr. 164, 11 Safer 1254, s. 2-3). Ancak 28 Haziran 1838’de yapılan törene yetişemedi ve padişahı Londra Sefiri İbrâhim Sârım Paşa temsil etti. 20 Ağustos’ta Londra’ya ulaştı, 30 Ağustos’ta kraliçeye takdim edildi ve görev yeri olan Paris’e geçti. II. Mahmud döneminde İngiltere’den borç alınması için Fethi Paşa görevlendirildi, fakat bu girişim sonuçsuz kaldı. 1839’da Abdülmecid’in tahta çıkması üzerine İstanbul’a döndü ve Meclis-i Vâlâ üyeliğine tayin edildi. 8 Ocak 1840’ta Ticaret nâzırı oldu. Bu arada II. Mahmud’un kızı Atiye Sultan’la nişanlandı. Fethi Paşa aslında Şemsinur Hanım’la evliydi. 7 Ağustos 1840’ta başlayan ve yedi gün süren gösterişli bir düğünle Atiye Sultan’la evlendi ve onun Bebek’teki çifte sarayında yaşamaya başladı, ancak Atiye Sultan’ın erken ölümü üzerine tekrar Kuzguncuk’taki yalısına döndü.

Serasker değişikliği esnasında bir ara serasker kaymakamlığı yaptı. Daha sonra Mayıs 1842’de Meclis-i Vâlâ üyeliğine, 8 Kasım 1843’te Meclis-i Vâlâ reisliğine getirildi. 20 Mart 1845’te Mühimmat-ı Harbiyye nâzırı ve 10 Ağustos’ta ilâveten Tophane müşiri oldu. 26 Şubat 1853’te ikinci defa Ticaret nâzırlığına tayin edildi, ardından tekrar Tophane müşirliğine getirildi. 9 Eylül 1857’de azledildiyse de 22 Ekim’de son defa Tophane müşirliğine getirildi ve ölünceye kadar bu görevini sürdürdü. Haziran 1850’de Sultan Abdülmecid’in Girit’i kapsayan Akdeniz seyahatine katılmıştı. Ocak 1853’te kendisine birinci rütbeden Mecîdî nişanı verildi. 14 Şubat 1858’de uzun süreden beri devam eden nefes darlığından öldü. Mezarı Divanyolu’nda II. Mahmud Türbesi hazîresindedir.

İyi bir asker ve dirayetli bir devlet adamı olan Fethi Paşa aynı zamanda iyi bir hatipti, Batı kültürüne âşina bilgili bir aydındı. II. Mahmud kendisini çok severdi. Mustafa Reşid Paşa ile sürekli bir rekabet ve çekişme içinde olmuştur. Damatlığının yanı sıra Fransızca bilmesi, Batı’yı iyi tanıması, önemli görevlerde bulunması Fethi Paşa’nın saltanat müsteşarı gibi hareket etmesine yol açmıştır. Fethi Paşa’nın Mahmud Celâleddin, Mehmed Besim, Güzide ve Yegâne adlarında dört çocuğu vardı. Bunlardan ilki II. Abdülhamid tarafından, amcası Sultan Abdülaziz’in katlinde rol oynadığı iddiasıyla Midhat Paşa ile birlikte Tâif’e sürülüp orada öldürülen ve Sultan Abdülmecid’in kızı Cemile Sultan’ın eşi olan Damad Mahmud Celâleddin Paşa’dır. Güzide Hanım, Mâbeyin Müşiri Eğinli (İngiliz, Büyük) Said Paşa’yla evliydi. Fethi Paşa’nın Atiye Sultan’la evliliğinden de Seniye Hanımsultan ile Feride Hanımsultan adlı iki kızı olmuştur.

Fethi Paşa aynı zamanda Türk müzeciliğinin öncüsüdür. 1846’da bazı eski silâhları Aya İrini Kilisesi’nde toplayarak Osmanlılar’da ilk müzeyi kurmuştur. Kilisenin avluyu saran revaklarının araları camekânlarla kapatılarak oluşturulan galerilerden biri eski silâhlar (Mecma-ı Esliha-i Atîka); diğeri ise arkeolojik eserler (Mecma-ı Âsâr-ı Atîka) koleksiyonuna tahsis edilmiştir. Müzede çeşitli bölgelerden gönderilen Antikçağ eserleri de sergilenmekteydi. Ayrıca bu müzede yeniçeri kıyafetli mankenler de mevcuttu. Avrupaî zevkleri olan Fethi Paşa, Dolmabahçe Sarayı’nın inşası ve donatılmasında önemli rol oynamıştır. Tophane nâzırı iken Abdülmecid’in emriyle Beykoz Paşabahçe’de bir cam ve billûr fabrikası kurdurarak Türk cam sanayiinin gelişmesine, Beykoz camları ve çeşmibülbüllerle cam sanatına büyük katkıda bulunmuştur. Burada üretilen camlar 1855’teki Paris Sergisi’nde madalya kazanacak derecede beğenilmiştir. Fethi Paşa aynı zamanda papa ile görüşen ilk Osmanlı devlet adamıdır.

Fethi Paşa öldüğünde geriye büyük bir mal varlığı ile devlet hazinesine ve şahıslara 1 milyon kuruştan fazla borç bırakmış, borcun büyük bir yekün tutmasında Avrupa tarzı zevkleri ve lükse düşkünlüğü etkili olmuştur. Paşanın İstanbul’da tabak ve tuğla fabrikaları, arsaları, çiftlikleri, maden ve şirket hisseleri, Adana, Yenişehir (Bursa) ve Çeşme’de han, mağaza, dükkân ve çiftlikleri vardı. Ayrıca Karacaahmet Mezarlığı’ndaki cami ile Rodos’ta kütüphane, mektep ve saat kulesi gibi eserleri, Rodos ve İzmir dahil çeşitli yerlerde çok sayıda vakıfları mevcuttu. Osmanlı sivil mimarisinin günümüze ulaşan nâdir eserlerinden biri olan Fethi Ahmed Paşa Yalısı (Pembe Yalı, Mocan Yalısı), Üsküdar ile Kuzguncuk arasında ve Paşalimanı mevkiinin biraz ilerisindedir. Arkasındaki, Kuzguncuk sırtlarına kadar uzanan tarihî Fethi Paşa Korusu’nun ayrılmaz bir parçası olan yalı dış görünüşü ve planı itibariyle eski yalı mimarisinin nâdir örneklerindendir. Fethi Paşa, 1856’dan itibaren küçük vapurlarla Haliç’te yolcu ve eşya taşıma imtiyazına sahipti. Bu imtiyaz ölümünden sonra oğlu Mahmud Celâleddin Paşa’ya intikal etmiştir.

 

 

 

 

 

FETHİ PAŞA KORUSU

Adres: Kuzguncuk Mahallesi Paşa Limanı Caddesi Nacak Sokak No:6 / Üsküdar

 

Üsküdar'ın Kuzeyinden başlayarak bütün sırt ve dik yamaçları kaplayarak Kuzguncuk tepesinde nihayet bulan korudur. Adını Tophane Müşhiri Fethi Ahmet Paşa'dan alır. Yüz ölçümü 16 hektar olan korunun mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne aittir.

Sahil yolundan ve yukarıda Münir Ertegün Sokağı’ndan girebilen koru, bir ara hayli bakımsız kalmış            ve izbe bir mekana dönüşmüştür. Bunun üzerine belediye, 1985 yılındda bir çalışma başlatarak kor içinde peyzaj çalışmaları yapmıştır. Bu süreçte korunun içi temizlenmiş, ışıklandırılmış, oto ve yaya yapmıştır. Bu nadide alana gösterilen ilgi her geçen gün artmış ve günümüzd de nefes almak isteyen istanbulluların en çok tercih ettiği mekanlardan biri olmuştur

Koru içindeki iki ahşap köşkde restore edilerek halkın hizmetine sunulmuştur. Biri vişneçürüğü, diğeri de beyaz renkte olan köşklerin manzarası, en az köşklerin kendileri kadar güzeldir. Günümüzde restoran olarak hizmet veren beyaz köşk, 1948 ile 1960  yılları arasında, Cemil Meriç’in ikametgahı olmuştur bu büyük mütefekkir, bazı eserlerini bu köşke ikamaet ettiği dönemde kalame almışır.

Fethi Ahmet Paşa’nın ilk eşi Şemsinur Hanımdan Güzide ve Yegane adında iki kızı olmuştur. Bunlardan Güzde Hanım’ın eşi, tahsil  hayatının bir bölümü İngilterede geçtiği için ‘’ingiliz’’ unvanı ile şöhret bulan Eğinli Sait Paşa’dır. Sahit Paşada bu korunun günümüzde özel mülkiyet olan parselinde bir köşk yaptırmıştı. Sait Paşa'nın torunu Nazan Hanım 1930’lu yıllarda eşi ile günümüze ulaşmayan bu köşkte oturmuştur. Nazan Hanımın eşi ise, büyük tarihçi İsmail Hami danişmend’dir. Çiftin aile dostu olan Münevver Ayaşlı, çok taktir ettiği bu iki insanı ziyaret için pek çok kez bu köşke gelmiştir. 1938 yılındaki bir ziyaretinde kökün çok harap olduğunu, İsmail Hami Bey’in köşkü yeniden ihya etmek adına büyük gayretler  gösterdiğini ve hatta bahçenin güzel manzaralı bir köşesine havuz yapmak azminde olduğunu anlatır.

Koruda kızıl çam, fıstık çamı, defne, meşe, sedir, sakız, akçaağaç, dişbudak, ıhlamur gibi pek çok ağaç vardır. Bunların bir kısmı ulaşıkları boyut itibariyle anıt ağaç statüsü kazanmıştır. Fakat, korunun en fazla öne çıkan ağacı Boğaziçi’nin belkide en güzel süsü olan erguvandır.

 

 

 

 AHMED SÜHEYL ÜNVER

(1898-1986)

Türk tıp tarihçisi, hekim, ressam ve tezhib sanatkârı.

17 Şubat 1898’de İstanbul Haseki’de dünyaya geldi. Babası, II. Abdülhamid dönemi Posta ve Telgraf Nezâreti İstanbul Muhâberât-ı Umûmiyye müdürü Tırnovalı Mustafa Enver Bey, annesi XIX. yüzyılın ünlü hattatlarından Mehmed Şevki Efendi’nin kızı Safiye Rukiye Hanım’dır. İlk ve orta öğreniminden sonra 1915’te girdiği Mekteb-i Tıbbiyye’yi 1920’de bitirdi. Hekimlik ihtisasına 1921-1923 yılları arasında Yenibahçe’de Gureba Hastahanesi’nde cildiye kliniğinde başladı. Ancak dâhiliyeyi istediğinden Haseki Hastahanesi’nin dâhiliye kısmına geçti. Burada Âkil Muhtar Bey’in (Özden) asistanı oldu. Aile ocağında dedesi hattat Mehmed Şevki Efendi’nin konağında ateşlenen sanatçı yanını tıp tahsili sırasında geliştirme imkânına Medresetü’l-hattâtîn’de kavuştu. 1916-1923 yıllarında bu sanat yuvasında dönemin ünlü hattatları ile tezhip ve ebru ustalarını tanıdı. Yeniköylü Nûri Bey’den (Urunay) tezhip, Necmeddin Efendi’den (Okyay) ebru dersleri aldı. Eniştesi hattat Hasan Rızâ Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını meşketti. 1923’te Medresetü’l-hattâtîn’den tezhip ve ebru icâzetnâmesi aldı. Yine aynı yıllarda ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rıza Bey’in talebeleri arasına girdi. Bu hocasından karakalem ve sulu boya resim yapmayı öğrendi. Onunla birlikte İstanbul’un tarihî köşelerinin resimlerini yaptılar. Bu arada hekimlik ihtisası ile sanat çalışmaları sürerken dönemin mutasavvıflarından Abdülaziz Mecdi Efendi’nin (Tolun) sohbetlerine katıldı. 1927’de hocası Âkil Muhtar’ın desteğiyle Fransa’ya gitti. Paris’te Pitié Hastahanesi’nde Marcel Labbé’nin yanında “asistan etranger” oldu ve hekimlik ihtisasını tamamladı. Paris günlerinde hekimlik çalışmaları yanında Bibliothèque Nationale’de Şark Yazmaları Bölümü’nde bulunan eserlerdeki tezhip ve minyatürlerden Türk süslemesinin nâdide örneklerini istinsah etti. Ayrıca Türk-İslâm tıbbına ait yazma kitaplar üzerine çalıştı. 1929’da Türkiye’ye döndü. Bu arada üç aylığına Avusturya’ya gitti. Viyana kütüphanelerindeki yazma eserleri inceledi, müzelerdeki Türk eserlerini tesbit etti. 1930’da İstanbul Dârülfünunu Tıp Fakültesi’nde akademik hayata geçti; Emrâz-ı Dâhiliyye Kürsüsü’nde tedavi ve farmakodinami müderris muavini oldu. 1933’te gerçekleşen üniversite reformu esnasında Tıp Tarihi Enstitüsü’nü kurdu. Bu enstitü bünyesinde özellikle Türk-İslâm tıp tarihi araştırmalarına yönelik ilmî makalelerin yayımlandığı Türk Tıb Tarihi Arkivi dergisini çıkardı; Türk-İslâm tıbbına ilişkin temel kaynaklarının tercüme faaliyetini başlattı. 1939’da profesörlüğe, 1954’te ordinaryüslüğe yükseltildi. 1958-1959 yıllarında Amerika’da misafir profesör olarak bulundu. 1967 yılına kadar Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü’nün başkanlığını yaptı, tıp tarihi ve deontoloji dersleri verdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne geçti, burada ikinci bir tıp tarihi ve deontoloji kürsüsü kurdu. Tıp tarihi dersleri yanında Türk süslemesi seminerlerini yürüttü. Çeşitli ülkelerde düzenlenen tıp tarihi kongrelerine katıldı, tebliğler sundu. 1973’te emekliye ayrıldı. Emeklilik günlerinde çalışmalarını kesintiye uğratmadan sürdürdü; Tıp Tarihi Enstitüsü’ndeki tezhip derslerine ölümüne kadar devam etti. 14 Şubat 1986’da İstanbul’da vefat etti. Kabri Edirnekapı’da Sakızağacı Mezarlığı’ndadır.

 

Gıpta edilecek bir çalışma azmiyle engin bir araştırma ufkuna sahip olan Ahmet Süheyl Ünver’in İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde yaptığı tıbbî yayınlarında ağırlık Türk tıp tarihi üzerinedir. 1936 yılına kadar gerçekleştirdiği tıbbî neşriyatı dâhilî tabâbet konularına aittir. Ancak 1933 sonrasında Türk tıp tarihine yönelmiştir. Bu alandaki yayımları iki grupta toplanabilir. İlk grupta ünlü hekimlerin, İbn Sînâ, Sabuncuoğlu Şerefeddin, Hacı Paşa, Hekimbaşı Sâlih b. Nasrullah Efendi gibi şahsiyetlerin hayat hikâyeleri ve tabâbete katkıları incelenmiştir. Bilhassa onun son devir hekimleri için Âkil Muhtar Özden’den Esad Raşid Tuksavul’a kadar yazdıkları toplanacak olursa ortaya İbnüleminvari “Son Asır Türk Hekimleri” başlıklı bir kitap çıkar. İkinci grupta tıbbî kurumlarla ilgili yazıları yer almaktadır. Bir Türk tıp tarihinin yazılamamış olması, Süheyl Ünver’i hekimlik öğretiminin yapıldığı kurumların tarihçesine ve eğitim biçimlerine dair özgün monografiler yazmaya yöneltmiştir. Yaptığı araştırmalardan sadece Selçuklu dönemi tıp tarihi kitap haline gelmiştir. Aynı zamanda bilim ve sanat tarihi üzerine yoğunlaşmış, bilim tarihine dair araştırmalarında önce İstanbul, ardından Anadolu ve Avrupa kütüphanelerinde bulunan yazma eserler üzerinde çalışmıştır. Ünlü astronom Mehmet Fatin Gökmen’in Ünver üzerinde önemli bir etkisi vardır. Bir bilim tarihçisi olarak Selçuklu-Osmanlı alanında tecrübî ilimlerin gelişimini incelemiştir. Bu alanda dikkate değer eserleri Ali Kuşçi ve İstanbul Rasathanesi’dir. Bu arada başta İstanbul olmak üzere gezdiği her şehir için seyahat defterleri hazırlamış, bu defterleri şahsî intibaları, notlar ve gazete kesikleri, fotoğraflar, karakalem ve sulu boya resimleriyle zenginleştirmiştir. El yazması defterlerinde Evliya Çelebi ile Kâtib Çelebi’yi birleştirdiği, onlarda olmayan görsel malzemeyi defterlerine taşıdığı görülmektedir. Süheyl Ünver’in hazırladığı defterlerden sadece Süleymaniye Kütüphanesi’ne vakfettiklerinin sayısı 1150’dir. Bugüne kadar bu defterlerden yirmi kadarının tıpkıbasımı gerçekleştirilmiştir. Ayrıca konu başlıkları ve kişi adlarına göre düzenlediği defter ve dosyalardan oluşan zengin bir arşiv hazırlamıştır. Arşivinin bilim tarihiyle ilgili kısımlarını İstanbul’da Kandilli Rasathânesi’ne, tarihle alâkalı 400 kadar dosyadan müteşekkil arşiviyle sulu boya resimlerini Ankara’da Türk Tarih Kurumu’na, şahsî kütüphanesi yanında tıp tarihiyle ilgili dosya ve defterlerini İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü’ne bağışlamıştır. Bunların dışında kızı Gülbün Mesara’da tamamlanmış defterler, dosyalar, tezhip, minyatür, katı‘ örnekleri, sulu boya resimlerle tomarlar halinde tasnif edilmemiş zengin bir arşiv daha vardır.

Ünver’in sanata açık cephesi iki damar içerisinde mütalaa edilebilir. Önce bir sanat tarihçisi sıfatıyla Türk süslemesinin her dalı için özgün araştırmalar yapmıştır. Müzehhiplerden Baba Nakkaş, Kara Memi; minyatür ustalarından Ressam Levnî, Ressam Nakşî; hattatlardan Ahmed Karahisârî ve Mehmed Refî Efendi’ye dair neşriyatı bu cümledendir. İkinci olarak Ünver fıtrî istidadının itici gücüyle zevkiselim sahibi bir sanatkârdır; usta bir müzehhip, ressam ve şairdir. Hem bu sanat dallarının Osmanlı’dan gelen çizgilerinin Cumhuriyet Türkiyesi’nde devamına yardımcı olmuş, hem de Cumhuriyet’e intikal etmeden tıkanmış bazı sanat dallarının ihyasını gerçekleştirmiştir. 1940’lara doğru önce Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlattığı, daha sonra Topkapı Sarayı Nakışhânesi’nde ve İstanbul Üniversitesi bünyesinde devam ettirdiği Türk süslemesi kurslarında öğrenciler yetiştirmiştir. Bir kültür tarihçisi olarak bilhassa Türkiye’de tıbbî folklorun kurucusu, araştırmacısı ve uygulayıcısıdır. Fâtih Sultan Mehmed dönemi İstanbul’undan başlamak üzere Selçuklu-Osmanlı Türk coğrafyasının tarihî her köşe taşı, mezarlık, cami, mescid, namazgâh, hamam, çeşme, sebil, konak, ev, bütün bunlar Ünver’in üzerine eğildiği araştırma konularıdır. Osmanlı asırlarına damgasını vuran tasavvufî akımlarla bunların temsilcileri, tekke âdâb ve erkânı yanında dergâhlarda kullanılan eşyalar üzerine sosyal tarihimizin karanlıklar içinde kalmış köşelerine de yayınlarıyla ışık tutmuştur. Aklıselimin rehberliğinde ilmî çalışmalarını sürdürürken aynı zamanda kalp cephesini de tezyin etmiştir. Abdülaziz Mecdi Efendi’den aldığı ışıkla tasavvuf terbiyesine yönelmiştir. Onun bu vadideki gayretini gösterir izleri coşku dolu şiirlerinde, bu kültürünün yansımalarını tezhip, minyatür ve sulu boya resimlerinde görmek mümkündür.

Ünver’in düşünce dünyasında ve aksiyonda İstanbul’a özel bir önem atfettiği görülmektedir. Hazırladığı defterlerden onlarcası, makale ve gazete yazılarının yüzlercesi İstanbul’a aittir. Sadece kitap ve risâlelerden oluşan İstanbul yazıları beş cilt halinde İstanbul Risaleleri adıyla yayımlanmıştır. Bilhassa günümüzde her biri belgesel değerinde sulu boya resimleriyle İstanbul’da yok edilmiş tarihî mekânların varlığından insanları haberdar etmiştir. Bu sulu boya resimlerden 240 tanesi üç nefis albüm halinde A. Süheyl Ünver’in İstanbul’u, Sevdiğim İstanbul, İstanbul’dan Bir Demet başlıkları altında İstanbul Belediyesi tarafından neşredilmiştir. İstanbul’un önemini Ünver şu sözlerle dile getirmektedir: “İstanbul bütün Türk tarihinin, Türk coğrafyasının bir terkibi, bir hulâsası ve bir tecellisi olmuştur.” Türk kültür bereketinin bu topraklardaki bekāsına sönmeyen bir imanla bağlı, bu imanla eserler vermiş olan Ünver müktesebatının aydınlığında müstesna bir terkiptir. Aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim damarlarını başarıyla bir terkibe dönüştürmesi tasavvuf neşvesinden kaynaklanmaktadır. Gönlünü aklıyla birleştirmesi en belirgin çizgilerini tasavvufî şiirlerinde, tezhip, minyatür ve sulu boya resimleriyle dışarıya aksettirirken bilim ve sanat eserlerine taşıdığı gönül ve akıl birlikteliğini de İstanbul efendiliğiyle temsil etmiştir.

 

Eserleri:

Ahmet Süheyl Ünver altmış yılı aşan telif hayatı boyunca başta tıp olmak üzere çoğu bilim, kültür ve sanat tarihine dair 2000’e yakın kitap, makale, tebliğ, ansiklopedi maddesi, gazete yazısı kaleme almıştır. Osman Nuri Ergin (I-II, İstanbul 1941-1952), Gönül Özdemir (1970, 1972), Aykut Kazancıgil ve Vural Solok (1973, 1981), Cevat Yalın (1985) Ünver’in bibliyografyası üzerine çalışmış, son olarak Gülbün Mesara, Aykut Kazancıgil ve A. Güner Sayar etraflı bir araştırma gerçekleştirerek Ünver’e ait 1886 neşir tesbit etmiştir (bk. bibl.). Ayrıca tarz-ı kadîm üzerine tasavvufî neşve ile yazdığı şiirleri toplanacak olursa ortaya bir “Dîvançe-i Süheylî” çıkacaktır. Süheyl Ünver’in belli başlı eserleri şunlardır: Uygurlarda Tababet: VIII-XIV. Asırlar (İstanbul 1936); Tıb Tarihi: Tarihten Evvelki Zamanlardan İslâm Tababetine Kadar (İstanbul 1938, I. cilt; müellif daha sonra bu eserin özetiyle birlikte İslâm sonrası dönemi de yazmıştır: Tıb Tarihi: Tarihten Evvelki Zamanlardan İslâm Tababetine ve İslâm Tababetinden XX. Asra Kadar, İstanbul 1943, I. ciltte 1-2. kısımlar); Selçuk Tababeti: XI-XIV. Asırlar (Ankara 1940); Umumi Tıb Tarihi: Bazı Resimler ve Vesikalar (İstanbul 1943); İlim ve Sanat Bakımından Fatih Devri Albümü (İstanbul 1945); Fatih’in Oğlu Bayezid’in Su Yolu Haritası Dolayısiyle 140 Sene Önceki İstanbul (İstanbul 1945); Bursa’da Fâtih’in Oğulları Mustafa ve Sultan Cem ve Türbeleri (Bursa 1946, Mehmet Zeki Pakalın ile birlikte); İstanbul Üniversitesi Tarihine Başlangıç: Fatih, Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı (İstanbul 1946); İlim ve Sanat Bakımından Fatih Devri Notları (İstanbul 1947); Türk Pozitif İlimler Tarihinden Bir Bahis Ali Kuşçi: Hayatı ve Eserleri (İstanbul 1948); Türkiye’de Çiçek Aşısı ve Tarihi (İstanbul 1948); Ressam Levnî: Hayatı ve Eserleri (Ankara 1949; İstanbul 1951); Hekimbaşı ve Hattat Kâtipzâde Mehmed Refi Hayatı ve Eserleri (İstanbul 1950); Fatih Devri Yemekleri (İstanbul 1952); Türk Yazı Çeşitleri ve Faideli Bazı Bilgiler (İstanbul 1953); İstanbulda Sahâbe Kabirleri (İstanbul 1953); Hekim Konyalı Hacı Paşa: Hayatı ve Eserleri (İstanbul 1953); İbni Sina: Hayatı ve Eserleri Hakkında Çalışmalar (İstanbul 1955); Fatih Devri Saray Nakışhanesi ve Baba Nakkaş Çalışmaları (İstanbul 1958); Geçmiş Yüzyıllarda Kıyafet Resimlerimiz (Ankara 1958); Hattat Ali Bin Hilâl: Hayatı ve Yazıları (İstanbul 1958, Ar. trc. Muhammed Behcet el-Eserî – Azîz Sâmî, el-Ḫaṭṭâṭü’l-Baġdâdî: ʿAlî b. Hilâl el-meşhûr bi’bni’l-Bevvâb, Bağdat 1377/1958); Türk Farmakoloji Tarihi: Tenzu Kursları (İstanbul 1960); Tıp Tarihimiz Yıllığı I (İstanbul 1966); Tarihte Ebeler ve Doğum Tarihimiz (İstanbul 1967); İstanbul Rasathanesi (Ankara 1969, 1985); Türk Eczacılık Tarihine Bir Nazar (İzmir 1971); Kırkambar (Ankara 1972); İstanbul’un Mutlu Askerleri ve Şehit Olanlar (Ankara 1976); Türk İnce Oyma Sanatı “Kaat’ı” (Ankara 1980, nşr. Gülbün Mesara, Ankara 1991); Yahya Kemal’in Dünyası (İstanbul 1980); Tıp Tarihimiz Yıllığı II (İstanbul 1983); İstanbul Risaleleri (haz. İsmail Kara, I-V, İstanbul 1995-1996; İstanbul Belediyesi tarafından yayımlanan bu eserde Süheyl Ünver’in daha önce çıkan İstanbul’la ilgili yirmi dokuz yazısı bir araya getirilmiştir); Fatih’in Defteri (haz. İsmail Kara – Salih Pulcu, İstanbul 1996); Sevdiğim İstanbul (haz. İsmail Kara, İstanbul 1996, İstanbul’u konu alan sulu boya resim albümü); A. Süheyl Ünver’in İstanbul’u (haz. İsmail Kara – Salih Pulcu, İstanbul 1996, Ünver’in İstanbul’la ilgili karakalem ve sulu boya resimlerini toplayan albüm); Bir Ramazan Binbir İstanbul (haz. İsmail Kara, İstanbul 1997); The Turkish Rose (İstanbul 1999, Gülbün Mesara ile birlikte); Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in Defterlerinde Sivas ve Divriği (haz. Mine Esiner Özen, baskı yeri yok, 2004 [İstanbul]); Güzelimname İbrahimağa Mahallesi (ed. İsmail Kara, baskı yeri yok, 2006 [İstanbul]); Süheyl Ünver’in Konya Defterleri (haz. Gülbün Mesara – Mine Esiner Özen, İstanbul 2006); Türk Süsleme Sanatçıları Müzehhipler (haz. Gülbün Mesara – Aykut Kazancıgil, I, İstanbul 2007); Türk Süsleme Sanatları (haz. Gülbün Mesara – Aykut Kazancıgil, II, İstanbul 2010); Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya (yönetmen Ömer Faruk Şerifoğlu; metinler İsmail Kara v.dğr.; trc. Güney Ongun, İstanbul 2010); Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in Defter ve Dosyalarında Kocaeli-İzmit-Gebze (haz. Ahmet Nezih Galitekin, Kocaeli 2010); Süheyl Ünver’in Bursa Defterleri (haz. Gülbün Mesara – Mine Esiner Özen, Bursa 2010). A. Süheyl Ünver’in bazı neşirleri de vardır: Nizâmî-i Arûzî, Tıb İlmi ve Meşhur Hekimlerin Mahareti (İstanbul 1936, Çehâr Maḳāle’nin dördüncü makalesinin Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yapılan Türkçe tercümesi ve Ünver’in değerlendirmelerini içermektedir); Şerefeddin Sabuncuoğlu: Kitabül Cerrahiyei İlhaniye (Cerrahname): 870-1465 (İstanbul 1939); Rifat Osman, Edirne Sarayı (Ankara 1957); Abdülvehhâb es-Sâbûnî, Mevlâna’dan Hatıralar: Sevâkıb-ı Menâkıb (trc. Mesnevîhan Mahmud Dede, İstanbul 1973); Rifat Osman, Dr. Rıfat Osman’a Göre Edirne Evleri ve Konakları (İstanbul 1976).

 

Cumhuriyetin Üsküdar 100’leri
 
 
 
 
 
 
Aktif Ziyaretçi32
Bugün Toplam143
Toplam Ziyaret4189
Üyelik Girişi
Takvim
Hava Durumu