MİHRİMAH SULTAN
(1522-1578)
Kanûnî Sultan Süleyman’ın kızı.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte babasının tahta çıkışının ilk yıllarında 928’de (1522) dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Annesi Hürrem Sultan’dır. Bazı kaynaklarda adı “Mihrmah, Mihrimah” şeklinde geçerse de Osmanlı belgelerinde ve dönemin kroniklerindeki yazılış şeklinden hareketle bu adın “Mihr ü Mah” olarak okunmasının daha doğru olacağı anlaşılmaktadır. Bununla beraber literatürde “Mihrimah” yazılışı yaygınlık kazanmıştır.
Kanûnî Sultan Süleyman’ın hayatta kalan tek kızı olması dolayısıyla babası tarafından çok sevilen Mihrimah Sultan annesinin nezaretinde iyi bir eğitim gördü. Evlenme çağına geldiğinde sarayla yakın ilişki içinde bulunan Diyarbekir Beylerbeyi Rüstem Paşa ile evlendirilmek istendi. Bazı Osmanlı kaynaklarında yer alan rivayete göre damad adayı hakkında cüzzamlı olduğu dedikoduları çıkarılmış, padişah da bunun doğruluğunu öğrenmek için Hassa doktorlarından birini Diyarbekir’e göndermiş, doktor Rüstem Paşa’nın üzerinde bit tesbit etmiş, cüzzamlıda bit bulunmayacağı için onun cüzzamlı olmadığını bildirmiştir. Ancak bu rivayetin doğru olmayıp daha sonraki siyasî çekişmelerin geç tarihli kaynaklara bir yansımasından ibaret bulunduğu söylenebilir. Mihrimah Sultan ile Rüstem Paşa’nın düğünü Receb 946’da (Kasım 1539) Şehzade Bayezid ve Cihangir’in sünnet düğünleriyle birlikte yapılmıştır.
Mihrimah Sultan bundan sonra eşinin yükselmesine çalıştı, annesiyle birlikte iktidar mücadelesinin en güçlü cephesini oluşturdu. Bu ekip Rüstem Paşa’nın vezîriâzam olmasıyla daha da güçlendi. Şehzade Mustafa Çelebi’nin gözden düşürülüp Şehzade Bayezid’in öne çıkarılması ve ona padişahlık yolunun açılmasına çalışıldı. 951’de (1544) Rüstem Paşa’nın vezîriâzam oluşunun ardından, 960’ta (1553) Şehzade Mustafa padişahın emriyle idam edildi. Ancak oluşan tepkiler sebebiyle Kanûnî damadını azletti. Mihrimah eşinin bu olay yüzünden idamını önlemek için annesine başvurdu. Hürrem Sultan Halep’te bulunan padişaha bir mektup yazarak damadının affını istedi. Mihrimah Sultan iki yıl sonra Rüstem Paşa’nın yeniden vezîriâzam olması için annesiyle birlikte çalıştı, sonunda onların da tesiriyle Vezîriâzam Kara Ahmed Paşa ansızın idam edilerek yerine Rüstem Paşa getirildi (962/1555).
Annesinin ölümüne kadar Şehzade Bayezid’in veliaht olması için çalışan Mihrimah Sultan’ın 965’te (1558) Hürrem Sultan’ın ölümü üzerine sarayda nüfuzu daha da arttı. Kanûnî Sultan Süleyman bu defa kızını yanında tutarak her konuda onunla görüşüyordu. Mihrimah Sultan kocasıyla beraber Şehzade Bayezid’i desteklemeyi sürdürdü. Ancak Şehzade Bayezid’in kayıtsız tutumu üzerine Şehzade Selim’in yanında yer aldı. Rüstem Paşa’nın 968’de (1561) ölümünün ardından bir daha evlenmedi. Bu sırada Şehzade Selim’den yana ağırlığını koydu. Rüstem Paşa ile evliliklerinden Ayşe Hümâşah ve Osman adında iki çocukları olmuştur.
Kanûnî Sultan Süleyman’ın 974’te (1566) ölümünden sonra Mihrimah Sultan, II. Selim ve III. Murad’ın saltanat yıllarında sarayın ve haremin en nüfuzlu kadınları arasında yer aldı. Eski Saray’da yaşadı ve kendisine yüksek dereceden maaş bağlandı. Vefat tarihi o sırada İstanbul’da bulunan Alman seyyahı Stephan Gerlach’a göre 25 Ocak 1578’dir. Mezarı Süleymaniye Camii hazîresinde babasının yanındadır.
Kaynaklara göre Mihrimah Sultan iyi yetiştirilmiş olup güzel konuşur ve güzel yazardı. Kaleme aldığı mektuplarından iç ve dış siyasî gelişmelerle de ilgilendiği anlaşılmaktadır. Annesi gibi o da Leh kralına mektuplar yazmıştı. Son derece dindar ve hayır severdi; oldukça büyük bir servete sahipti. II. Selim’in tahta çıkışında âcil ihtiyaçlar için ona 50.000 altın vermişti.
Mihrimah Sultan Üsküdar’da iskele karşısında iki minareli bir cami, çeşme, medrese, sıbyan mektebi ve kervansarayın yanı sıra (954/1547) Edirnekapı’da tek minareli bir cami, bir çeşme, bir medrese, sıbyan mektebi ve bir çifte hamamdan oluşan bir külliye inşa ettirmiştir (973/1566). Edirnekapı’daki hayratına su temin etmek için Zincirli suyu da denilen Mihrimah suyu tesisini yaptırmıştır (DİA, XV, 364). Ayrıca bu vakıfların birer imareti bulunmaktadır. Mekke’de Aynizübeyde su yollarını tamir ettirmiş ve bu iş için 500.000 altın harcamıştır (Selânikî, I, 95). Bulgaristan’da XVI. yüzyılın ilk yarısında kurulan Avretalan (Koprivştitsa) Mihrimah Sultan’ın evkafı arasındaydı.
Mihrimah Sultan vakfiyesinin ilk sayfası (Ankara Vakıflar Arşivi, K. nr. 28)
https://islamansiklopedisi.org.tr/mihrimah-sultan
MİHRİMAH SULTAN KÜLLİYESİ
Adres: Mimar Sinan, 34664 Üsküdar/İstanbul
Mihrimah Sultan, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın kızı olarak 1522‘ de dünyaya geldi. Mihrimah Sultan Camii, ilk inşa edildiğinde leb-i deryada, yani denize sıfır noktada bulunuyordu. Mimar Sinan’ın Üsküdar’da yaptığı pek çok eserden ilki olan bu cami, misafirlerini ilk olarak avlusundaki güzelliklerle karşılar. Şadırvanı, caminin cümle kapısının hemen önünde olup bir hanım sultanın adını taşıyan camiye yakışır güzelliktedir. Son cemaat yerinin revakını, altı mermer sütun üzerinde yükselen beş kubbe örter. Sütunların başları istalaktitlidir. Son cemaat yerinin iki yanında birer Mihrapçık ve minare kapıları bulunur. Sağ taraftan, sonradan yapılmış bir ahşap mükebbirlik bulunmaktadır. İki minare de, kapıları üzerindeki Kelime-i Tevhid yazıları ilk ön plana çıkmıştır. Özellikle doğu yönündeki minarenin kapısı üzerindeki Kelime-i Tevhid ibaresi, başka bir yerde benzerine rastlayamayacağınız orijinalliktedir. Burada yazı, bir taşa kabartma olarak kazıldıktan sonra, kalan boşluğa değişik renklerde çeşitli taşların yerleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Mimar Sinan bu camiyi tek minareli inşa etmişti. İkinci minare ise Üsküdar halkının mahya sevdası üzerine sonradan ilave edilmiştir. Zaten iki minare arasındaki yapısal farklılıklar,iki ayrı devri net bir şekilde işaret etmektedir.İlk defa Sultanahmet Camii’nin minareleri arasına gerilen mahyalar, büyük beğeni toplayıp başka camilere de yayılınca “Mahyalıları seyreylemek için İstanbul’a mı gideceğiz? Biz de beldemize bu mahyadan isteriz” serzenişinde bulunan Üsküdarlılar, ikinci minarenin inşasına da vesile olmuşlardır. Avlunun Selman Ağa Çeşmesi Sokağı’na açılan kapısına doğru geldiğimizde caminin duvarına monte edilmiş büyüleyici bir güzellikle karşılaşırız, bir güneş saatiyle. Basite de denilen güneş saatlerinin çoğu, sadelikleri ile ön plana çıkarken buradaki saatin üzerine, birçok benzerinden farklı olarak burçlar da işlenmiştir. Sağ alt köşesindeki kitabesinde “Resemehu Derviş Gaybi Muhyiddin el-muvakkit bi-camii Cedid-i Hümayun Sene 1183 (1969)” yazılıdır. Camiinin inşasından 222 yıl sonra yapılmıştır.
Caminin duvarına işlenmiş bir güneş saati daha bulunmaktadır. Artık işlevselliği kalmayan bu güneş saatleri sadece tarihi bir eser ve hatıra mahiyeti taşımaktadır.
Avluda, çok güzel bir ahşap muvakkithane binası da bulunmaktaydı. Korunması icap ederken yıktırılan muvakkithane, III. Ahmed Çeşmesi’nin karşısındaki merdivenlerden avluya çıkıldığında hemen sağ tarafta yer alıyordu. Yanında ulu bir çınar ağacı yükselmekte olup, muvakkithanenin yeri de, Süheyl Ünver’in tabiri ile, bu ağacın haşmetli gölgesiydi.
Büyük kubbesine dayandırılan üç yarım kubbe ile kıble tarafına ve son cemaat yerine serpiştirilen minik kubbecikler, yonca yaprağı şeklinde bir plana sahip olan mabedin ihtişamını arttırmaktadır. İki kapısı olan caminin cümle kapısının iki yanında zarif mihrapçıklar bulunur. İstalaktitli muhteşem kapısı üzerindeki beş satırlık kitabesi Arapça olarak kaleme alınmış, kitabenin sonuna 954 (1548) tarihi eklenmiştir.
Caminin en fazla dikkat çeken kısmı, bu cümle kapısıdır. Klasik tarzda üç aynalı olarak inşa edilen kapının en üstündeki aynalarda, fildişi bir zemin üzerine Kelime-i Tevhid yazılmıştır. Hakiki kündekâri olan kapı aynaları arasında yine fildişinden yapılmış dörder rozet bulunur. İki büyük aynanın ortasında, kapıya işlenmiş geometrik sistemin merkezini oluşturan yarım küresel birer güçle yer alır. En alt ve üstte, kapıyı duvara sabitleyen rezelerin uçları ise lale motifi ile sonlandırılmıştır. Özgünlüğünü büyük ölçüde muhafaza eden kapının tokmakları 18. yüzyılda yenilenmiştir.
Mihrabın alınlığındaki kitabede Âl-i İmran Suresi’nin 39. ayetinin ilk bölümü yazılıdır. Kitabenin altında ise altın yaldız boyayla renklendirilmiş iki gülçe bulunur.
Kavsaranın birinci sırasındaki bir pano üzerinde ise “Allah” ibaresi yazılıdır. Çok zarif bir külahı olan minberin şebekeleri geometrik şekillerle bezenmiştir. Kenarlarında kum saati şeklindeki iki sütunçenin olduğu girişinin alınlığında Kelime-i Tevhid yazılıdır. Girişe basamaklarla çıkılması ve bu basamaklarının altının zambak şeklinde oyulmuş olması, minbere farklı bir görünüm kazanmıştır. Kapı ve pencere kanatları ise sedef, fildişi ve abanoz kakmalı olup ayrı bir sanat eseridir. Caminin üst kat pencereleri ile alttakilerin alınlık kısımlarındaki renkli cam vitraylar, büyük ölçüde devrinden kalma olup, 16. yüzyılın en iyi örnekleri arasında sayılırlar.
Cümle kapısı tarafındaki duvarda, üç mermer sütunun taşıdığı müezzin mahfili ile beş renkli sütuna oturtulan hünkâr mahfili bulunmaktadır. Dönemine ait olmayan bu mahfilin alt tavanı ise nefis bir kalem işi ile tezyin edilmiştir.
Müezzin Mahfili
Kalemişi Desen
Caminin hazire ve türbeler bölümü de, bir açık hava müzesine dönüştürülmesini gerektirecek özellik ve güzellikleri bünyesinde barındırmaktadır.
Hazirenin doğusundaki yapı, külliyenin medresesidir. Muhteşem kapısıyla, avlusundaki güzel şadırvanıyla dikkat çeken medresenin otuz dokuz kubbesi kurşunla kaplı olduğu için ‘Kurşunlu Medrese’ adıyla meşhur olmuştur. Şu an özel bir tıp merkezi olarak faaliyet göstermektedir.
Medresenin, Paşalimanı yönünde yer alan, ancak kendilerine kıyılan iki eserden biri imaret, diğeri ise kervansaraydır. İkisi de külliyenin bir parçası, yani Mimar Sinan yapısı olduğu halde, 1931 yılında, dönemin kaymakamı İzzeddin Çağpar tarafından, bu denli sağlam inşa edilişlerinden intikam alınırcasına, dinamitlerle ortadan kaldırılmıştır.
Külliyenin, biri cami ile aynı dönemde, diğeri de sonradan inşa edilen iki çeşmesi bulunmaktadır. İlki, şadırvanın hemen altında ve boğazı seyreder bir konumdadır. Caminin inşasından 133 sene sonra yaptırılmıştır. İkinci çeşme ise Selman Ağa Çeşmesi Sokağı’na açılan avlu kapısından çıkıldığında köşededir. Ancak, Mimar Sinan’ın inşa ettiği en güzel su yapılarından biri olan bu çeşmeyi seçebilmek için inanılmaz bir çaba sarf etmek gerekmektedir ve çeşme görüntüsünü tamamen kaybetmiş durumdadır. Mimar Sinan, üzerinde yükselen sıbyan mektebi ile çeşmeyi mükemmel bir dizaynla birbirine yardımcı yapılar olarak inşa etmiştir. Çeşmenin haznesi mektebin yükselmeye başladığı zemin olmuş, mektebin varlığı da bu çeşmeden su içenleri sıcaklarda güneşten, yağışlı havalarda da yağmurdan koruma vazifesini üstlenmiştir.
Kesme taştan ve dikdörtgen planlı inşa edilen mektep, yüzyıllar boyunca asli işlevine uygun olarak hizmet vermiştir. 20. yüzyılın başlarında muhacir ailelere ikametgâh olarak tahsis edilmiştir. Birinci salonu yazlık, ikinci salonu kışlık olarak kullanılmak üzere iki bölümden oluşan mektep, günümüzde Mihrimah Sultan Çocuk Kütüphanesi adıyla, inşasındaki maksadına uygun olarak gene miniklere hizmet sunmaktadır.
Külliyenin son parçası ise hamamdır. Küçük hamam adı ile maruf olup döneminin en iyi hamamları arasında gösterilmekteydi. Çarşı yaptırılacağı gerekçesi ile 1991 yılında yıktırılan hamamın yerine tarihi görünümünü yansıttığı iddia edilen şimdiki bina yapılmıştır. Günümüzde bu yapı market olarak kullanılmaktadır.
Anadolu yakasında Mihrimah Sultan adında iki cami daha bulunmaktadır. Bunlardan biri Merdivenköy’de olup minaresi dışında tamamen yenilenmiştir. Bir diğeri ise Bağdat Caddesi üzerinde olup yapımı 1986 yılında tamamlanmıştır. Camiye bu isim, Mihrimah Sultan’ın vakfına ait bir arazide yapıldığı için verilmiştir.
Yılmaz, Sinan. Altın Şehir Üsküdar.İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2017.
SADREDDİN ÖZÇİMİ
(1955 -)
1955'de Konya'da doğdu. Sâdeddin Kaynak'ın talebelerinden Fevzi Özçimi’nin oğludur. İlk, orta ve lise öğrenimini Konya'da tamamladıktan sonra İTÜ Türk Mûsıkîsi Devlet Konservatuarı'nın Temel Bilimler Bölümü'ne giren ilk öğrenciler arasında yer aldı. Eğitimini ney sazı üzerine tamamlayarak 1979 yılında mezun oldu. Konservatuar öğrenimi sırasında Aka Gündüz Kutbay ve Niyazi Sayın'ın öğrencisi oldu.
Mezuniyetinden önce 1977 yılında, Dr. Nevzad Atlığ yönetiminde yeni kurulmuş bulunan İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'na ney sanatkârı olarak girdi. 1980 yılında döndüğü Konya'da, dönemin belediye başkanı Mehmet Keçeciler ‘in isteği üzer- ine, belediye bünyesinde bir konservatuar kurmak amacıyla çalışmalara başladı. Önce Konya Belediyesi Türk Mûsikîsi Korosu'nu kurdu. Bu koroda, lise seviyesindeki Konyalı gençlere Türk mûsikîsi öğretti. Bu öğrencilerinden bir bölümü hâlen, mûsikî dünyasında başarılı çalışmalarını sürdürmektedir.
1984 yılına kadar Konya Belediyesi bünyesinde çalıştıktan sonra 1984 sonunda Selçuk Üniversitesi'nde müzik okutmanı olarak göreve başladı. Daha sonra Cinuçen Tanrıkorur ile birlikte Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü'nün kuruluş çalışmaları içinde yer aldı.
1986 yılında İstanbul'a gelerek Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinî Mûsikî Kürsüsünde master çalışmasına başladı. Master tezini, XV. yy’e ait, Hızır Bin Abdullah'ın Kitâbü'l-Edvâr adlı nazariyat kitabı üzerine hazırladı. Özçimi'nin bu çalışması, Mûsikî Mecmuasının 1999 ve 2000 yıllarında çıkan sayılarında bölümler halinde yayımlandı.
1987 yılında ney sanatkârı olarak atandığı, Necdet Yaşar tarafından kurulup yönetilen İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu'nda çalışmaktayken, 2006 yılı itibariyle kurulan İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğunda yine ney sanatkârı olarak çalışmalarını sürdürmüştür.
Sadreddin Özçimi, müzik hayatı boyunca yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda konser turnesine katıldı. İlk olarak 1981 yılında UNESCO tarafından Güney Kore'nin başkenti Seul'de düzenlenen müzik konferansına Necdet Yaşar ile birlikte katılarak konserler verdi. Bu ilk yurt dışı turnesini, yine UNESCO'nun düzenlediği ve İngiltere'de gerçekleştirilen bir diğer uluslararası konferans izledi. Necdet Yaşar'la beraber konser verdiği ülkeler arasında başta ABD olmak üzere Avrupa'nın bütün ülkeleri, Hong Kong ve Irak yer almaktadır.
Özçimi ayrıca, İstanbul Tasavvuf Mûsikîsi ve Sema Topluluğu ile İstanbul Fasıl Topluluğu başta olmak üzere çeşitli müzik topluluklarının içinde yer almak suretiyle de çeşitli ülkelere düzenlenen turnelere katıldı. Konyalı olmasının da etkisiyle, 1971-1999 yılları arasında küçük aralıklar dışında hemen her yıl Konya'da tertip edilen Mevlânâ İhtifalleri'nde neyzen olarak yer aldı. Bu görevini son yıllarda "Neyzenbaşı" sıfatıyla sürdürmektedir.
Solist veya topluluk içinde yer almak suretiyle çok sayıda plak, kaset ve CD çalışması yapmış olan Özçimi'nin "Trance-1" adını taşıyan albümünde olduğu gibi bazı kalıcı nitelikteki çalışmaları, yabancı firmalar tarafından gerçekleştirilerek yurt dışında yayımlandı. 1994'den itibaren kadrosunda yer aldığı İstanbul Fasıl Topluluğu ile birlikte, belgesel nitelikli 7 adet CD ile 7 adet kasetin yapımına katkıda bulundu. Yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi gören Sufi Rhythms (Sultân-ı Aşk) ve Breath Taste (Neyistan) adlı albümleriyle Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2001 yılının En İyi Türk Mûsikîsi Sanatçısı ödülüne layık görüldü. Geçen yıllarda çok sayıda TV programı yapmış olan Özçimi'nin, 1982 yılında Konya Karatay Medresesi'nin doğal akustiğinde gerçekleştirdiği 65 dakikalık fihrist taksiminin kayıtlarından hazırlanan "Karatay'dan Gelen Ses" adlı albümünü ve son olarakta 2008 yılında Lila Müzik Yapım tarafından gerçekleştirilen ve ses kayıtlarının Hz. Mevlana Müzesinin tabii akustiğinde yapıldığı "Huzurda Ney Taksimleri" adlı albüm çalışmaları müzik sevenlere sunulmuştur.
Sadreddin Özçimi müzik çalışmalarının yanı sıra, klasik sanatların diğer bazı dalları ile de ciddi seviyede ilgilenmektedir. Bunlardan ilki, hocası Niyazi Sayın'dan etkilenerek ve onun yolunda gitmek azmiyle başladığı tesbih yapma çalışmalarıdır. Bu konuda dikkate değer çalışmalarla verdiği eserler bulunmaktadır. Öte yandan 1993 yılından itibaren, Hezârfen Necmeddin Okyay'ın talebesinden ebrû sanatkârı Mustafa Düzgünman'dan icâzetli olan ve günümüzün önde gelen ebrû ustaları arasında sayılan Alpaslan Babaoğlu'ndan meşk ederek icâzet aldığı ebrû sanatıyla ilgili çalışmalarını ciddi bir çizgide sürdürmektedir. Bu sahada verdiği eserler, yurt içinde ve yurt dışında çeşitli sergilerde değerlendirilmiştir.
Özçimi, M. Sadreddin. Ebru. Biksad Yayınları. İstanbul: 2010.
CEMİL TOPUZLU
(1866-1958)
Üsküdar doğumlu Türk hekimi; İstanbul belediye başkanlarından.
Üsküdar Salacak’ta, Tırnakçızade Yalısı yanındaki yalıda doğdu (6 Mart 1866). Babası İskeçeli Topuzlu oğullarından Yusuf Ziya Paşa’dır. “Topuzlu” namı, ceddi Hacı Mustafa’ya Fatih’in topuzunu ve alemini taşıdığı için verilmiştir. Bu zat İstanbul’da Dârüşşafaka’nın bulunduğu yerdeki sarayı kışlık konak, Beylerbeyi Sarayı’nın bulunduğu yeri de yazlık olarak kullanıyordu. Beylerbeyi’nde kitabesi bulunan bir çeşmesi vardır. Üsküdar Paşakapısı Askerî Rüştiyesi’nde ve bir süre Mekteb-i Sultânî’de (Galatasaray Lisesi) okuduktan sonra, babasının memuriyeti dolayısıyla gittikleri Şam’da Askerî Rüştiye’den mezun oldu. Kuleli Mekteb-i Tıbbiye-i Askerî İdâdîsi’ni (1882) Gülhane’deki Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriyye-i Şâhâne’yi bitirerek yüzbaşı rütbesiyle diploma aldı (1886). Bir yıl sonra, Sütlüce’deki Humbarahane Askerî Hastahanesi cerrahî kısmı şefiyken cerrahî alanında ihtisas yapmak üzere Paris’e gönderildi. Saint-Louis Hastahanesi’nde ünlü cerrah ve kadın doğum uzmanı Jules Péan’in yanında üç yıl asistan olarak çalıştı. İstanbul’a dönünce (1890) “operatör” unvanını Türkiye’de ilk kez kullanarak Haydarpaşa Askerî Hastahanesi hariciye servisine şef oldu, ardından profesör unvanıyla cerrahi servisinin başına getirildi. Said Halim Paşa’nın teşvikiyle Mısırlı Zeynep Hanım’la kocası Yusuf Kâmil Paşa’nın yaptırdığı Üsküdar’daki Zeynep Kâmil Hastahanesi’ni, Türkiye’nin ilk yarı özel hastahanesi olarak hizmete açtı. Bu hastahaneyi 1915’te Avrupa’ya gidene kadar işletti. Cemil Topuzlu, röntgen ışınlarını savaş cerrahisinde kullanan ilk isim oldu, Moskova’da toplanan Uluslararası Tıp Kongresi’ne birinci temsilci olarak gitti (1897), II. Abdülhamid’in özel doktorluğunu yaparak 1905’te müşir rütbesi aldı. II. Meşrutiyet’ten sonra rütbesi düşürülünce askerlikten ayrılıp mesleğiyle ilgili çalışmalara ağırlık verdi. Tıp Fakültesi’nin Haydarpaşa’dan İstanbul yakasına taşınmasına muhalefet edip o sıradaki fakülte reislik (dekan) görevinden istifa etti. 1912-1914 ve 1919-1920 arasında iki defa İstanbul şehreminliğine atandı. Belediye teşkilatının ıslahı yanında geniş caddelerin açılması, şehrin planlı büyümesi, dilenciler gibi sorunlara el attı; Gülhane’yi park şeklinde düzenleyip hizmete açtı. Tıpta olduğu gibi şehircilikte de modern bir anlayışla çalıştı. İttihat ve Terakki yönetimi ve kısa süreliğine Nafia Nazırlığı yaptığı Damat Ferit Paşa kabinesiyle olan anlaşmazlıkları sebebiyle aralıklarla yurt dışında yaşamak zorunda kaldı. 1929’dan sonra özel bir muayenehane açıp gazetelerde yazılar yazdı. Uluslararası kuruluşların üyesi oldu. Cerrahideki birçok uygulaması uluslararası tıp literatürüne kendi adıyla geçti. Fenn-i Cerrahi ve Vilâdîde Butlân-ı His, Serîriyât-ı Cerrahiye Müşâhede ve İstatistikleri (İstanbul 1896), Mémories et Observations Médicales (1905) gibi uzmanlık alanıyla ilgili yayınlar yanında ilk olarak 1932’de yayımladığı hatıraları son olarak 80 Yıllık Hatıralarım adıyla çıkmıştır.
25 Ocak 1958’de vefat eden Cemil Topuzlu’nun kabri Zincirlikuyu Mezarlığındadır.
Cemil Topuzlu'nun mezarı.
https://www.uskudar.bel.tr/userfiles/files/MNA_Uskudarli_Meshurlar.pdf