• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarıyla Açılan Kapı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
Ajandam Üsküdar 2025
Site Haritası

31 Ocak

RECÂİZÂDE MAHMUD EKREM

(1847-1914)

Tanzimat devri şairi, tiyatro yazarı ve romancı.

1 Mart 1847’de İstanbul’da Vaniköy’de doğdu. Babası Tanzimat’tan sonra Takvimhâne nâzırlığı yapan şair, hattat ve vak‘anüvis Mehmed Şâkir Recâi Efendi, annesi sülâlesi Timurtaş Paşa’ya dayanan Adviye Hanım’dır. Küçük yaşta babasından Arapça ve Farsça öğrendi, bir süre Beyazıt Rüşdiyesi’nde ve Mekteb-i İrfân’da okudu (1858). Daha sonra Harbiye İdâdîsi’ne girdi, ancak ikinci sınıfta hastalanınca okuldan ayrılmak zorunda kaldı. 1862’de Hariciye Mektûbî Kalemi’nde çalışmaya başladı. Burada bir yandan eski şiir anlayışına bağlı Leskofçalı Galib ve Hersekli Ârif Hikmet, öte yandan Nâmık Kemal ve Âyetullah Bey gibi yenilikçi fikirlere sahip gençlerle tanıştı. Bu arada Fransızca öğrenerek Batı kültür ve edebiyatını tanıma fırsatı buldu. Divan tarzında şiirler yazmaya, Fransızca’dan bazı tercümeler yapmaya başladı. İlk yazıları Tasvîr-i EfkârTerakkîHakāyıku’l-vekāyi‘ ve Hazîne-i Evrâk gazetelerinde yayımlandı. 1866’da Maliye Esham Kalemi’ne, üç ay kadar sonra Tahrîr-i Emlâk Kalemi’ne geçti. Nâmık Kemal 1867 Mayısında Fransa’ya kaçarken Tasvîr-i Efkâr’ın sorumluluğunu ona bıraktı. 1868’de amcası Ârif Efendi’nin kızı Güzide Hanım’la evlendi. 1872’de Şûrâ-yı Devlet âza muavinliğine tayin edildi. 1876’da tedavi için bir süre Viyana yakınlarında bir kasabada kaldı. 1877’de Şûrâ-yı Devlet üyesi oldu, daha sonra Temyiz Mahkemesi üyeliğiyle Tanzimat Dairesi reisliğine getirildi. 1878-1887 yılları arasında Mekteb-i Sultânî ile Mekteb-i Mülkiyye’de edebiyat hocalığı yaptı. Bu yıllarda Nâmık Kemal ve Abdülhak Hâmid’le mektuplaşması sanat hayatının yönünü belirlemesinde önemli rol oynadı. Mekteb-i Mülkiyye’de okuttuğu ders notlarını Ta‘lîm-i Edebiyyât adıyla yayımlaması edebiyat çevrelerinde büyük bir yankı uyandırdı ve doğrudan doğruya şahsını hedef alan tenkitlere yol açtı. Zemzeme mukaddimesiyle Takdîr-i Elhân adlı eserlerini Muallim Nâci Demdeme başlığıyla yazdığı yazılarında eleştirdi. Gerek ilk çocuğu Pirâye’nin ve uzun yıllar yatalak olan oğlu Emced’in ölümü gerekse bu tenkitlerle idareden gördüğü baskılar yüzünden bunalan Ekrem’i 1883’te dünyaya gelen oğlu Nijad tekrar hayata bağladı. 1889’da resmî görevle Trablusgarp’a gitti. Dönüşte, yaşadığı sıkıntılardan kurtulma düşüncesiyle Avrupa’ya kaçmaya niyet ettiyse de Malta konsolosu tarafından İstanbul’a gönderildi. Hava değişimi için bir süre Büyükada’da oturması hükümetçe uygun görüldü (1890-1893). 1895’te, Ma‘lûmât gazetesi sahibi Baba Tâhir’le aralarında çıkan tartışma devam ederken Mekteb-i Mülkiyye’den öğrencisi Ahmed İhsan’a yayımlamakta olduğu Servet-i Fünûn’u yeni edebiyat anlayışını savunan gençlere açmasını tavsiye etti. Böylece 1896 yılı başlarında Servet-i Fünûn mecmuası etrafında Edebiyât-ı Cedîde hareketi kurulmuş oldu. Ancak büyük ümitler bağladığı topluluğun beş yıl sonra dağılması ve oğlu Nijad’ın ölümü tekrar edebiyat çevrelerinden uzaklaşmasına sebebiyet verdi. 1908’de II. Meşrutiyet’in ardından kurulan Kâmil Paşa kabinesinde Evkaf ve Maarif nâzırlıklarına getirildi, daha sonra Meclis-i A‘yân üyesi oldu. 31 Ocak 1914’te vefat etti ve Anadoluhisarı’ndaki Küçüksu Mezarlığı’na oğlunun yanına defnedildi. Ercümend Ekrem Talu’nun babası olan Recâizâde Ekrem bâlâ rütbesiyle birinci Osmânî ve Mecîdî nişanlarına sahipti.

Recâizâde Mahmud Ekrem, Türk edebiyatında 1860’lı yıllarda Şinâsi ile başlayıp Nâmık Kemal ve Abdülhak Hâmid’le gelişen yenileşme hareketinin başlıca temsilcilerinden biridir. Asıl kişiliğini Tasvîr-i Efkâr’da yazmaya başladıktan sonra kazanan Recâizâde Ekrem, Yeni Osmanlılar Cemiyeti mensuplarıyla yakın ilişki içinde bulunduğu halde aktif politikaya karışmamış, faaliyetlerini daha çok edebiyatın yenileşmesi yönünde yapmıştır. Gerek Mekteb-i Sultânî’de gerekse Mekteb-i Mülkiyye’deki hocalığı sırasında otoriter kişiliğiyle talebelerinin sevgisini kazanmış, bundan dolayı “Üstat Ekrem” diye anılmıştır. Avrupaî şiir ve edebiyatın gelişmesine eserleri yanında fikirleri ve gençlere yol göstermesiyle katkıda bulunmuştur. 1880’lerden sonra, Abdülhak Hâmid’in hiçbir kural tanımayan yenilik teşebbüsleri karşısında daha mutedil bir anlayışı savunan Muallim Nâci ve taraftarları arasındaki tartışmalarda Hâmid’in yanında yer almıştır.

Tanzimat devrinin diğer yazarları gibi çok yönlü bir şahsiyete sahip olan Recâizâde Ekrem, bir yandan divan şiiri geleneğini sürdürürken bir yandan da halk söyleyişleriyle mahallîleşme akımından etkilenmiştir. Ancak bütün bunların üstünde kendisi esas itibariyle romantik Fransız şiirinin etkisi altındadır. Şiirlerine hâkim olan unsurlar arasında aşk, tabiat ve ölümle ilgili duygu ve düşünceler başta gelmektedir. Hece vezniyle yazdığı birkaç şiir dışında aruz veznini kullanan şair aruzda Muallim Nâci kadar başarılı olamamıştır. Recâizâde Ekrem, Nâmık Kemal’in coşkun söyleyişiyle Abdülhak Hâmid’in metafizik derinliğe sahip şiirleri arasında kalmış orta seviyede bir şair olarak kabul edilmektedir. Mahzun ve dokunaklı şeyleri sevdiğini söyleyen Recâizâde Ekrem için tabiattaki solgun güller, bülbüller, bir kelebek, ağaçlar, hatta kitap sayfaları arasına konmuş kuru bir yaprak veya bir çiçek bile şiir konusu olabilmektedir. Özellikle A. Musset, Lamartine ve Abdülhak Hâmid’in etkisi altında kaleme aldığı aşk şiirleri ile yeni tarzdaki hemen bütün şiirlerinde aynı hassasiyet görülür. Duygu bakımından en yoğun eserleri çocuklarının ölümünden duyduğu ıstırapla yazmış olduğu manzumelerdir.

Recâizâde Ekrem’in dönemindeki en önemli özelliği yeni edebiyat taraftarı bir hoca olmasından ileri gelmektedir. Talebelerine edebî ve estetik zevki tattırmaya çalışırken aynı zamanda ilk defa edebî eser üzerinde ciddi bir şekilde düşünmeyi öğretmiş, güzellik ve çirkinliğin hissî ölçüler yerine birtakım estetik kurallarla belirlenmesi gerektiğini söylemiştir. Geleneksel belâgata karşılık dönemin Batılı sanat ve estetik ölçüleri içinde yazılmış yeni bir retorik kitabı olan Ta‘lîm-i Edebiyyât’ta Fransız belâgatçısı E. Lefranc’ın eserinden yola çıkan Recâizâde’nin Türk şiirini yeni bir bakış açısıyla değerlendirirken verdiği örneklerin bir kısmını divan şairlerinden seçmesi eski zevk ve anlayıştan büsbütün uzaklaşmadığını göstermektedir. Kitabında edebî üslûbu “sade, müzeyyen, âlî” şeklinde tasnif etmesi edebî incelemelerde uzun süre geçerliliğini korumuştur. Edebiyât-ı Cedîde hareketinin doğmasına yol açan “kulak için kafiye” anlayışı da yine ilk defa onun tarafından ileri sürülmüş, bu anlayış klasik şiirin yüzyıllardır süregelen “göz için kafiye” anlayışına karşı çıkmıştır.

Hikâye, roman ve tiyatro türünde de eser veren Recâizâde Ekrem’in ilk manzum eseri eski tarzda yazdığı şiirlerden meydana gelen Nağme-i Seher, ikincisi Yâdigâr-ı Şebâb’dır. Ancak yeni tarzdaki şiirlerini bir araya getirdiği Zemzeme adlı üç kitabı şair olarak şöhret kazanmasında önemli rol oynamıştır. Buradaki manzumeler genellikle yeni tarzda olmakla beraber aralarında tevhid, münâcât, na‘t, tahmîs, tesdîs, muhammes, gazel ve şarkı formunda örnekler de vardır. Yine manzum ve mensur örneklerden meydana gelen Tefekkür ile Pejmürde dışında en dikkate değer eseri oğlu Nijad’ın ölümü üzerine kaleme aldığı şiirlerden meydana gelen Nijad Ekrem’dir. Burada oğlu ile ilgili hâtıraları dışında yer alan manzumeler daha önceki eserlerinde olduğu gibi hayat, ölüm, tabiat, metafizik endişeler ve Nijad için döktüğü gözyaşları bir arada bulunmaktadır.

Recâizâde Ekrem’in Nâmık Kemal’in tesiri altında şairane bir üslûpla kaleme aldığı hikâye tarzındaki ilk eseri Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi adlı uzun hikâyesidir. Devrin modasına uygun olarak bir çeşit verem edebiyatının yapıldığı diğer bir uzun hikâyesi de Şemsâ’dır. Fakat roman türünde en önemli eseri Araba Sevdası’dır. Eser, Tanzimat sonrası Türk toplumunda görülmeye başlayan alafranga tiplerle alay etmek amacıyla yazılmıştır. Alafrangalaşma hareketinin gülünç taraflarını başarılı bir şekilde sergileyen roman, özellikle realiteye geniş şekilde yer vermesi ve romantik edebiyat anlayışını eleştirmesi bakımından ilgiyle karşılanmıştır.

“Sanat sanat içindir” görüşünü benimseyen Recâizâde Ekrem tiyatro türünde kaleme aldığı eserlerinde de aynı anlayışı sürdürmüştür. Devrin hâkim temayülleri doğrultusunda yazdığı ilk oyunu Afife Anjelik adlı trajedidir. Aşk, verem ve ölüm konusunun işlendiği ikinci oyunu Nâmık Kemal’in Zavallı Çocuk piyesinden yola çıkarak yazdığı Vuslat, aynı türdeki diğer bir eseri de Chateaubriand’dan tercüme ettiği Atala’dır. Tiyatro türünde en çok beğenilen eseri ise ölümünden sonra yayımlanabilen Çok Bilen Çok Yanılır adlı komedisidir.

Eserleri. Şiir: Nağme-i Seher (İstanbul 1288), Yâdigâr-ı Şebâb (İstanbul 1290), Zemzeme I (İstanbul 1299), Zemzeme II (İstanbul 1300), Zemzeme III (İstanbul 1301), Tefekkür (İstanbul 1303), Pejmürde (İstanbul 1311), Nijad Ekrem (İstanbul 1316), Nefrîn (İstanbul 1332).

Oyun: Afife Anjelik (İstanbul 1287), Atala yahut Amerika Vahşileri (İstanbul 1288, 1290), Vuslat yahut Süreksiz Sevinç (İstanbul 1291), Çok Bilen Çok Yanılır (İstanbul 1332).

Hikâye ve Roman: Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (İstanbul 1307), Şemsâ (İstanbul 1314), Araba Sevdası (İstanbul 1314).

Diğer Eserleri: Nâçiz (İstanbul 1288), Ta‘lîm-i Edebiyyât (İstanbul 1296, 1299, 1330), Takdîr-i Elhân (İstanbul 1301), Kudemâdan Birkaç Şâir (İstanbul 1305), Takrîzât (İstanbul 1314).

Recâizâde Ekrem’in şiir, hikâye ve roman tarzındaki eserleri İsmail Parlatır, Nurullah Çetin ve Hakan Sazyek tarafından Bütün Eserleri başlığı altında üç cilt halinde yeni harflerle de yayımlanmıştır (İstanbul 1997).

https://islamansiklopedisi.org.tr/recaizade-mahmud-ekrem

 

 

 

EŞREF EDE

(-1954)

 

Hafız Eşref Ede Efendi

Kendisi ile ilgili malumatı Ahmed Yüksel Özemre’nin “Üsküdar’ın Üç Sırlısı” kitabından sizlerle paylaşıyoruz.

Eşref Efendi il bakışta insanı teshîr eden fevkalâde nâfiz bir nazara sahipti. Düzgün yuvarlak bir kafatası ve yüzündeki hafif çıkık kaş ve elmacık kemikleri, açık ve yüksek alnı, pembe beyaz teni, beyaz saçı, beyaz kaşları ve daima düzgün kesilmiş kısa ama gıdığını da tamamen kaplayan beyaz sakalı, aşağıya doğru teveccüh etmiş pos bıyıkları ve hârkulâde biçimli elleri ile insanın üzerinde derinliğine bir etki bırakırdı.

Son derece sırlı, az konuşan, ama her beyânı inci gibi hikmet dolu olan bir zat idi.

Üsküdar Emetullah Gülnûş Vâlide Sultan Câmii (Yeni Câmi)müezzini olan Eşref Efendi, Gizlice Evliya Türbesi’nin ve daha sonra, vefâtına kadar, Azîz Mahmud Hüdâyî türbesinin türbedârı olarak da hizmet etmiştir.

Hiç evlenmemiş olan Eşref Efendi, Üsküdar’ın Fıstıkağacı semtinin kuzeyinde kalan Îcâdiye mahallesinde kız kardeşi Zehra hanım ve onun eşi Yarbay Âdil Aru Bey ile paylaştığı üç katlı ahşap konağın bodrum katında otururdu.

Eşref efendi, ayrıca, Galata Mevlevihânesi postnişîni Ahmed Celâleddin (Baykara) dede, Üsküdar Mevlevihânesi Postnişîni Ahmed Remi (Akyürek) Dede, Türbedâr Ahmed Amiş Efendi’nin ihvânından Abdülazîz Mecdi Tolun, hezâren Necmeddin Okyay Hocaefendi ve özellikle de Üsküdar Mihrimâh Sultan Câmii (İskele Câmii) baş imâmı Nâfiz Uncu Hocaefendi ile de çok yakın dost idi.

Eşref Efendi’nin müdâvimi olduğu kahve Altûnîzâde’de Kısıklı istikametindeki yolun sonunda kalan ve tramvay durağının biraz ilerisindeki kahve idi.  

Hafız Eşref ede, Mustafa Düzgünman, Necmeddin Okyay

Özemre, Ahmed Yüksel. Üsküdar’ın Üç Sırlısı. İstanbul: Kubbealtı Yayınları, 2012. 

 

 

SEVİM BURAK

(1931-1983)

Hikâyeci; Üsküdar Kuzguncuk’ta yaşadı. İstanbul Ortaköy’de doğdu (29 Haziran 1931). Kaptan olan babası Mehmet Seyfullah Burak, geçmişinde çok sayıda kaptan paşaların olduğu bir Osmanlı ailesinden gelmektedir. Annesi Anne-Maria Mandil 1910’lu yıllarda savaş dalgalarıyla, Bulgaristan veya Romanya’dan İstanbul’a sürüklenerek Kuzguncuk’a yerleşmiş bir Yahudi ailenin kızıdır. Anne-Maria, on beş yıl sonra Müslüman olup adını Aysel Kudret’e çevirmiştir. Sevim Burak, Nakkaştepe’deki 45. İlkokul’u, Tünel’deki Alman Lisesi’nin orta kısmını bitirdikten sonra eğitimini sürdürmedi. Profesyonel mankenlik, terzilik ve kitabevlerinde tezgâhtarlık gibi işlerde çalıştı. Kısa bir süre, sipariş üzerine elbise diktiği butiğini yönetti. On sekiz yaşında keman sanatçısı Orhan Borar, otuz yaşında ressam Ömer Uluç’la olmak üzere iki defa evlendi, ayrıldı. İkinci eşiyle bir süre Nijerya’da yaşadı. Kalp ameliyatı için yattığı Haseki Hastahanesi’nde ameliyat edilemeden öldü (31 Aralık1983). Nakkaştepe Mezarlığı’nda toprağa verildi.

İlk hikâyesi Yeni İstanbul gazetesinde yayımlandı (1951). Sonraki yıllarda hikâyeleriyle Ulus ve Milliyet gazeteleriyle Yenilik ve Türk Dili dergilerinde göründü. 1965’te Yanık Saraylar adlı hikâye kitabı çıkınca ilgiyle karşılandı; tartışıldı. Kendimi anlatıyorum dediği Levanten kültürünün ruhunu yansıtan hikâyelerinde Tevrat’ın anlatımından yararlandı. Söz dizimi ve yazım kurallarını zorlayarak yer yer şiire yaklaşan bir hikâye dili oluşturdu. Diğer eserleri arasında Afrika Dansı (1982) ve Sahibinin Sesi (1985) bulunmaktadır. Hayatının önemli bir bölümü, doğumundan kısa bir süre sonra ailesinin geri döndüğü Kuzguncuk’ta geçti. Yirmi bir yaşına kadar Kuzguncuk’un tepesindeki baba evinde babaannesi ve büyük babasıyla yaşadı.

Hikâyelerinin fonunda 1930’ların İstanbul, özellikle de Üsküdar, Bağlarbaşı, Kısıklı, Kuzguncuk gibi semtler; buralardaki Türk, Ermeni, Yahudi topluluklarının iç içe yaşayışları vardır. Katıldığı bir mankenlik yarışmasında tanıştığı jüri üyesi Peyami Safa’yla aralarında başlayan duygusal yakınlık, bir ara Peyami Safa’yı da peşinden Kuzguncuk’a kadar getirmiştir. Ölümünden sonra, Kuzguncuk’ta yaşadığı eve “Sevim Burak 1931-1975 Yılları Arasında Bu Evde Yaşamıştır” levhası çakılmıştır.

https://www.uskudar.bel.tr/userfiles/files/MNA_Uskudarli_Meshurlar.pdf

 

 

Cumhuriyetin Üsküdar 100’leri
 
 
 
 
 
 
Aktif Ziyaretçi23
Bugün Toplam489
Toplam Ziyaret9194
Üyelik Girişi
Takvim
Hava Durumu