• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı

23 Ocak

AHMET HAMDİ TANPINAR

 (1901-1962)

Cumhuriyet dönemi şairi, romancı, deneme yazarı ve edebiyat tarihçisi.

23 Haziran 1901’de İstanbul Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası çeşitli yerlerde nâiblik ve kadılıklardan sonra Antalya kadılığından emekli Hüseyin Fikri Efendi’dir. Aslen Batumlu olan aile Mızrakçıoğulları veya Müftîzâdeler diye bilinir. Annesi Trabzonlu Kansızzâdeler’den deniz yüzbaşısı Ahmed Bey’in kızı Nesibe Bahriye Hanım’dır. Çocukluğu babasının görevli bulunduğu Ergani Madeni, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da geçti. Bundan dolayı İstanbul’da Ravza-i Terakkî İbtidâî Mektebi’nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Siirt Katolik Dominiken misyonerlerinin özel okulunda, Kerkük, Vefa ve Antalya liselerinde okudu. 1918’de yüksek öğrenime devam etmek için İstanbul’a gelerek bir yıl Baytar Mektebi’nde yatılı öğrenci oldu. Ertesi yıl Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’nin önce tarih, ardından felsefe şubelerine girmekteki kararsızlığı sırasında lise öğrencisiyken şiirlerinden tanıdığı Yahya Kemal’in (Beyatlı) Edebiyat Şubesi’nde ders verdiğini öğrenince kaydını bu şubeye yaptırdı. Burada başta Yahya Kemal olmak üzere Mehmed Fuad Köprülü, Cenab Şahabeddin, Ömer Ferit Kam, Babanzâde Ahmed Naim gibi hocaların derslerine devam etti. 1923’te Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i üzerine hazırladığı tezle mezun olarak Erzurum (1923), Konya (1926), Ankara (1927) ve İstanbul Kadıköy (1932) liselerinde, Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’nde (1930) öğretmenlik yaptı. Güzel Sanatlar Akademisi’nde Ahmed Hâşim’in ölümüyle boşalan estetik mitoloji derslerini vermekle görevlendirildi (1933). Edebiyat Fakültesi’nde 1939’da Tanzimat’ın 100. yılı münasebetiyle XIX. Asır Türk Edebiyatı adıyla bir kürsü kurulunca Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından bu kürsüye profesör tayin edildi. 1943-1946 yılları arasında Maraş milletvekili olarak bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde aktif bir çalışması olmadı. 1946 seçimlerinde parti tarafından aday gösterilmeyince bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’nda orta öğretim müfettişliği yaptı. 1948’de akademideki estetik hocalığına ve 1949’da Edebiyat Fakültesi’ndeki kürsüsüne döndü. Son yılları çeşitli sağlık sorunlarıyla geçti. 23 Ocak 1962 tarihinde kalp krizi sonucunda öldü. Süleymaniye Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Rumelihisarı’nda Yahya Kemal’in mezarının yanı başına defnedildi. Mezar taşı üzerinde çok bilinen bir şiirinin iki mısraı yazılıdır: “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında.”

1953’te altı ay, 1955’te üç hafta (Paris Filmoloji Kongresi), 1955’te bir ay (Venedik Sanat Tarihi Kongresi), 1957’de bir hafta (Münih Müsteşrikler Kongresi), 1958’de bir hafta (Venedik Padua’da Felsefe Kongresi) ve 1959’da bir yıl süreyle olmak üzere altı defa yurt dışına çıkan Tanpınar bu sürelerin büyük bir kısmını Paris’te geçirmiş, arada İngiltere, Belçika, Hollanda, İspanya, İtalya, Almanya ve Avusturya’ya geçerek buraları tanıma imkânı bulmuştur. Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, Yahya Kemal’i Sevenler Derneği ve Fransa’daki Marcel Proust Dostları Derneği üyesiydi.

Tanpınar, divan şiirinin ve aruzun terkedildiği bir ortamda henüz emekleme döneminde olan hece şiirini canlandırmaya gayret eden, poetika meseleleri üzerinde kafa yoran, mizaç bakımından metafizik ve mistik eğilimlere sahip bir nesle mensuptur. Fakültedeki öğrenimi sırasında kendisinden büyük bir minnet duygusuyla bahsettiği Yahya Kemal onun Batı edebiyatı ve divan şiiri zevki, bir şiir dilinin oluşumu yanında millet ve tarih hakkındaki görüşlerinin gelişmesinde rol oynamıştır. Dönem arkadaşlarının birçoğu ileriki yıllarda edebiyat ve kültür alanlarında önemli eserler vermiştir. Özellikle Necip Fazıl (Kısakürek) ve Ahmet Kutsi ile (Tecer) derslerin dışında, hatta geceleri yatakhanelerinde bile estetik bir heyecanla yaptıkları sohbetlerde kendilerini şiirin büyüsüne kaptırmışlardı. Yahya Kemal’in gözetiminde Mustafa Nihat’ın (Özön) Dergâh dergisini yayımlamaya başlaması diğer gençlerle beraber onun da hayatında yeni bir ufuk açar. Derginin bir çeşit çalışma merkezi durumunda olan Nuruosmaniye’deki İkbal Kıraathanesi, Yahya Kemal ve Ahmed Hâşim’in devam ettiği, sanat, edebiyat ve memleket meselelerinin konuşulduğu önemli bir mahfil olur. Tanpınar’ın güzel sanatların diğer alanlarına ilgisinde ve kültürünün gelişmesinde öğretmenlik yıllarında bulunduğu çevrelerin de rolü olmuştur. Ankara’da kaldığı sırada ders verdiği Gazi Orta Muallim Mektebi’ne bağlı Mûsiki Muallim Mektebi’nin diskoteğinde yer alan 200 kadar plak ve okulun Alman hocaları klasik Batı müziğini tanımasında önemli bir başlangıçtır. Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki dersleri bu çevrede Batı plastik sanatlarına karşı ilgisini uyandırmıştır. Yahya Kemal’in 1933 yılı sonlarında yurda dönüşüyle beraber onun yardımıyla klasik Türk mûsikisinin büyük eserlerini dinlemiş, böylece zihninde iki kültürün, iki medeniyetin terkibi yahut armonisi fikrinin nüveleri teşekkül etmiştir.

Şiir, roman, hikâye, deneme, eleştiri, inceleme ve araştırma, edebiyat tarihi gibi edebiyatın hemen her türünde eser veren Tanpınar’ın mimari, heykel, resim, müzik ve hat başta olmak üzere güzel sanat alanlarında da amatörlükten daha ileri bir seviyede, dikkate değer yorumları içeren makale ve denemeleri vardır. Bununla beraber daha çok şairliğiyle ön plana çıkmak istemiş, mektuplarında, mülâkatlarında ve yazıları arasında bu yanını vurgulama gereği duymuştur. Yayımlanmış ilk makalesinin de “Şiir Hakkında” (1930) başlığını taşıması bu eğilimini gösterir. Şiir dışındaki diğer türlerde, hatta akademik seviyedeki eserlerinde bile şairane bir yorum ve dil/üslûp belirgindir. Kendi hayatı ve şahsiyeti için önemli ipuçları taşıyan, ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı “Antalyalı Genç Kıza Mektup”ta, “Ergani Madeni’nde üç yaşımda iken bir gün kendime rastladım. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla örtülü bir bayıra bakıyordum” diye başladığı iç dünyasının biyografisinde uzak çocukluk yıllarından gelen izlenimlerini âdeta bir şiir olarak yeniden kurduğu görülür. Gerek bu mektupta gerekse diğer eserlerinde sıkça tekrarladığı bakmak, hayranlık ve lezzet gibi anahtar kavramlar onun psikolojisine, oradan da estetik düşüncelerine ışık tutar. Bunların anlattığı ortak duygu bir temaşa psikolojisiyle açıklanabilir. Mektuptaki cümlede geçen “buğulu cam” sözünün arkasında nostaljiyle karışık, fakat daha çok empresyonist denebilecek ifade tarzı dikkate alındığında onun estetik programının büyük bir parçası elde edilir.

Yayımlanmış ilk şiiri “Musul Akşamları”, Celâl Sahir’in (Erozan) yayımladığı bir dizide Altıncı Kitap’ta (Temmuz 1920) çıkar. Daha sonraki şiirleri DergâhMillî MecmuaAnadolu MecmuasıHayatGörüşYeni Türk MecmuasıVarlıkKültür HaftasıAğaçOluşÜlküİstanbulAileYeditepe gibi kültür ve edebiyat dergilerinde yayımlanır. Ölümüne yakın zamanda yaptığı bir seçimle Şiirler adıyla basılan kitabında otuz yedi şiir bulunmaktadır. Bu kitaba girmemiş olanlarla birlikte ölümünden sonra bir araya getirilen Bütün Şiirleri’nde sayı 100’ü bulmaktadır. Form bakımından klasik bir şiir eğitiminin gerektiğine, şiirde kulağın önemine inanan Tanpınar’ın sağlığında kitabına aldığı şiirlerin hepsi hece vezniyledir. Bununla beraber hece vezninde aruz âhengini aradığını kendisi ifade etmektedir. Mısralarında da açık ve kapalı hecelerin sıralanışında aruza yaklaşan bir armoni hissedilir. Şiirlerinin çoğunda müzik, rüya, zaman, sonsuzluk temaları etrafında ve bunlara bağlı olarak tabiat, ışık, aşk, ölüm, korku gibi motifler yer alır. Kendi şiirleri için “dilde rüya halini kurmak” gibi bir formülden bahseder. Bu özellikleri dikkate alındığında Yahya Kemal’den çok edebiyat çevrelerinde Yahya Kemal’e rakip görünmüş olan Ahmed Hâşim’e benzerliği dikkati çeker. En azından mizaç olarak Hâşim’e daha yakın ve ilk şiirlerinde onun etkileri daha açık biçimde görünür. Genellikle şiir ve özellikle kendi şiiri için ölçüsü büyük bir dikkat ve itina ile kelimeleri seçmek, gereken sesi bulmakta kulağın kontrolünü sağlamak, duygu ve düşünce birikimiyle mükemmelliğe erişmektir. Bu mükemmellik şiirin şekline, diline ve içeriğine aittir. Daha 1930’lu yıllarda Türk şiirinde vezin ve kafiyenin gereksizliği üzerine başlayan akımın karşısına çıkan Tanpınar vezin ve kafiye gibi ârızî unsurların şiirin nizamını, mükemmeliyet dediğimiz kıvılcımı çıkartmak için zekânın madde ile mücadelesini temin ettiğini ileri sürer. Bununla birlikte Mehmet Kaplan onun son yıllarında denediği serbest şiirlerini de ayrı bir kitap halinde yayımlamayı düşündüğünü, fakat bunların mükemmeliyetinden her zaman şüphelendiğini söyler. Tanpınar’ın kendi hikâye ve romanları hakkındaki değer yargısı roman anlayışının da şiir anlayışından farklı olmadığı, yani onlarda da rüyanın nizamının hâkim olduğudur. Böylece rüya bir tarafıyla psikolojik bir tecrübe şeklinde romana girerken aynı zamanda eserin estetik değerinin önemli bir parçasını oluşturur. Burada psikolojiyi ilmî verilere dayanan, sadece pozitivist açıdan ve laboratuvar psikolojisi olarak değil, bu verilerden de hareketle daha geniş bir açıdan bakılarak Freud’dan Jung’a ve Bachelard’a kadar uzanan birçok teoriyi, hatta bunların yanında daha aykırı tecrübeleri, meselâ rüya hakkında metapsişik ve dinî yorumları da ihtiva eden insanlığın zengin bir birikimi olarak benimsendiği anlaşılmalıdır.

Roman ve hikâyelerinin önemli temalarından biri zamandır. Bunda da Bergson’dan hareketle Marcel Proust’un etkisi dikkate alınmalıdır. Tanpınar da Proust gibi geçmiş zamanın peşindedir. Bu geçmiş ya ferdî planda olur (kendi hâtıralarının romanlarına geçişi yahut roman kahramanlarının hâtıralarının olaylar içindeki yeri) veya toplum hâfızası denilebilecek millî tarih içindedir (HuzurMahur BesteSahnenin Dışındakiler romanlarıyla “Erzurumlu Tahsin” hikâyesi gibi yakın dönem tarihiyle iç içe olan eserlerinde). Zaman bir roman tekniği şeklinde de Tanpınar’da önem kazanır. Huzur olay olarak yirmi dört saat içine sığdırılmakla beraber geriye dönüşlerle genişler. Böylece romanda zaman, kahramanlarının hatırladıklarını aktüel olana taşıyan, bu niteliğiyle de eserin hem muhtevasını hem tekniğini yöneten bir üslûp mekanizması özelliği kazanır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde ise zaman ironik bir dille romanın ana motiflerinden birini oluşturur. Tanpınar’ın romanlarına bir başka açıdan bir kültür romanı diye bakılabilir. Hemen hepsinde çok defa yazar veya sanatkâr olarak entelektüel kahramanların, bazan da ikinci derecedeki şahsiyetlerin diyaloglarında, iç konuşmalarında yakın devir tarihinden mimari, resim, hat ve mûsikiye, felsefî ve tasavvufî meselelere kadar zengin bir kültür birikimi sergilenir. Bu sebeple onun romanları bu meselelere yabancı olmayan entelektüel okuyucular tarafından daha çok ilgi görmüştür.

Edebiyatla ilgili yazıları, özellikle XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, zengin ve ayrıntılara dayanan bir belge tarihçiliğiyle edebî şahsiyetlerin ve metinlerin sanatkârca yorumunun sentezi karakterindedir. Eser edebiyat tarihleri arasında benzeri olmayan şeması, değer yargıları ve üslûbuyla tek metoda bağlı kalmadan yazılmış yeni bir terkibin ürünüdür. İki cilt olarak düşünüldüğü halde tamamlanamayan eserin ilk cildi Tanzimat’tan başlayıp 1885’e kadar gelen dar bir zaman çerçevesine sıkışmıştır. Eserin orijinalliği zaman, çevre, ırk, ekol, kültür, medeniyet gibi faktörlerin her birinin sanatkâr ve eserinin oluşumunda farklı roller oynadığı tezine dayanmasıdır. Sınırlandırılmamış bir metot anlayışı bu rolleri eserin tabii akışı içinde belirler. Divan şiiri üzerine uzunca ve yeni görüşler getiren önemli bir girişten sonra “Garplılaşma Hareketine Umumi Bir Bakış” bölümüyle medeniyet-edebiyat ilişkilerine dikkati çeken yazar yakın yüzyılın divan ve halk şiiri üzerinde de durur. Edebî şahsiyetlerin gruplaşması meselesinde diğer edebiyat tarihlerinden farklı bir tutum sergiler. Bir taraftan kişileri birbirine yaklaştıran bağları keşfederken türlerin gelişmesini de bütün eser boyunca bir fon olarak izler.

Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Tanpınar kendi ifadesiyle 1932 yılına kadar radikalist bir Batıcıdır ve Doğu’yu tamamıyla reddetmektedir. Bu dönem Erzurum, Konya ve Ankara’daki öğretmenlik yıllarına rastlar. Henüz makalelerinin pek yayımlanmadığı bu yıllarda bu tutumuyla ilgili tek bilgi, 1930 yılı Ağustosunda Ankara’da toplanan Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde divan edebiyatının lise programlarından çıkarılması ve edebiyat tarihinin Tanzimat’tan sonraki dönemle başlatılması hakkındaki teklifidir. 1932’de İstanbul’a gelen ve özellikle 1934’ten itibaren Yahya Kemal’in çevresine yeniden giren Tanpınar’ın bundan sonraki tutumu daha terkibî bir mahiyet kazanır. Yenileşmenin gereğine inanmasına, hatta yenilikleri ve devrim hareketlerini yüceltme gayretine rağmen Osmanlı medeniyetinin ve kültürünün, bunları doğuran büyük değerlerin giderek kaybolmasından gelen bir iç sızısı, bitip tükenmez bir nostalji de hissedilir. Bu tür yazıları (romanlarındaki parçaları) içinde halk ve divan şiirinden mısralarla şarkı güfteleri, bazan bizzat müziğin bunlara refakati bu nostaljik duyguları güçlendirmektedir. Bu arada hemen bütün romanlarının tematik yapıları dışında bir dönemin yahut bir sosyal sınıfın eleştirisini içerdiği ileri sürülmüştür. Böylece bir tarafıyla Mahur Beste II. Abdülhamid devrinin ve ilmiye sınıfının, Sahnenin Dışındakiler II. Meşrutiyet dönemi, Mütareke ve işgal yıllarının, Saatleri Ayarlama Enstitüsü Cumhuriyet dönemi ve yeni bürokrasinin, Aydaki Kadın Demokrat Parti döneminin sosyal eleştirisini ihtiva etmektedir.

Tanpınar’ın “bütün hayata istikamet veren” Müslümanlık’tan, onun Türk medeniyetine vurduğu damgadan, sanata, yaşayışa yaptığı derin etkiden eserlerinin birçoğunda söz ettiğini belirten Berna Moran onda İslâmiyet’in temelde estetik bir sorun olduğu hükmünü verir. Bu değer yargısı Tanpınar’ın edebî eserleri dikkate alındığında yanlış olmamakla beraber günlüklerinde, “İnkılâpçılardan ayrılıklarım: Allah’a inanıyorum. Fakat tam müslüman mıyım, bilmem. Fakat anamın, babamın dininde ölmek isterim ve milletimin müslüman olduğunu unutmuyorum ve müslüman kalmasını istiyorum” demesi (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, İstanbul 2007, s. 332) meseleye daha farklı açıdan bakılmasını gerektirir. Özellikle şahsiyetini, sanatını ve fikirlerini en olgun, aynı zamanda en komplike ve yoğun biçimde yansıtan Huzur’da din ve bunu çağrıştıran motifler sadece estetik bir sorun olma seviyesini aşarak bir inanç ve yaşama tarzı karakteri gösterir.

Hayatta iken şahsiyeti ve eserleriyle yeterli ilgi görmeyen Tanpınar bu şikâyetini günlüklerinde ifade etmiştir. Ölümü üzerinden geçen on yıl sonrasında 1970’li yıllardan itibaren dikkate değer bir şekilde gittikçe artan bir okuyucu ve tenkitçi kitlesi bulmuştur. Bütün eserleri yeniden ve tekrar tekrar yayımlandığı gibi dergilerde ve defterlerinde kalmış, hatta tasarı ve müsvedde halinde bulunan yazıları, mektupları, günlükleri yayımlanarak ilgiyle okunmuştur. Bu ilgide eserlerinin gerek edebî teknik gerekse içerik bakımından getirdiği yenilikler yanında Türkiye’nin içine düştüğü bunalım ve toplum olaylarının da rolü vardır. Bir taraftan Batılılaşma ve yenileşme hareketleri, diğer taraftan körü körüne muhafazakârlık akımları karşısında Tanpınar’ın dikkate değer gözlemleri, değer yargıları, yeni ve dengeli bir sentez arayışları büyük bir okuyucu kitlesinin olduğu kadar pek çok araştırmacı ve eleştiricinin de ilgi odağını oluşturmuştur.

Eserleri. Tanpınar’ın kitaplarının ve süreli yayınlarda çıkan yazı ve şiirlerinin bibliyografyasını Ömer Faruk Akün yazısının sonunda vermiş (bk. bibl.), buna İlyas Dirin yenilerini eklemiştir (Hece, VI/61 [Ocak 2002], s. 316-327).

Şiir: Şiirler (İstanbul 1961); Bütün Şiirleri (İstanbul 1976). Değişik yayımlardaki farklar ve gerekli notlarla yayıma hazırlayan: İnci Enginün. Önceki kitabında yer alanlarla beraber dergilerden ve notları arasından derlenmiş 2007 basımında 100 şiir bulunmaktadır.

Hikâye: Abdullah Efendi’nin Rüyaları (İstanbul 1943); Yaz Yağmuru (İstanbul 1955); Hikâyeler (İstanbul 1983). Önceki kitaplarındakilerle birlikte dergilerde bulunmuş olanlarla 2006 basımında on altı hikâye vardır.

Roman. 1. Huzur (İstanbul 1949). 1948’de Cumhuriyet gazetesinde çıkan tefrikasıyla karşılaştırılarak Handan İnci tarafından hazırlanmış tenkitli basım (İstanbul 2000). Eleştiricilerin çoğunun her okuyuşta başka ve zengin bir tarafıyla karşılaştığını belirttiği Huzur, çeşitli yorumlara göre en güzel aşk romanı olmaktan başlayarak Türk aydınının trajedisinin; Doğu-Batı, eski-yeni problematiğinin; bir medeniyetin yükseliş ve çöküşünün; tabiatı, semtleri, tarihi ve sanat eserleriyle İstanbul’u yeniden keşfetmenin; Türk toplumunun üst yapıya ait sorunlarının maddî şartlarla ve üretimle çözümünün; ahlâk, toplum ve kültür değerleri çatışmasının; kâinat içinde insan hayatının ve talihin ne olduğu sorusuna cevap arayışın; hayatın mantık dışı seyrine mağlûp olmamanın; bir imparatorluk enkazı üzerine inşa edilen Cumhuriyet’te maddî ve mânevî değerlerin sorumluluğunu yüklenecek aydının; insanın aradığı huzurun kendi içinde bulunuşunun ve bunun feragatle özdeş oluşunun romanıdır.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü(1954’te Yeni İstanbul gazetesindeki tefrikasından sonra İstanbul 1961). II. Abdülhamid, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşayan Hayri İrdal’ın ağzından bu üç devrin eski ile yeni, Doğu ile Batı arasında kalmış, her biri Türk toplumunun farklı kesimlerini sembolize eden insanların trajedisinin ironik bir dille anlatımıdır.

Sahnenin Dışındakiler(İstanbul 1973; 1950 yılında Yeni İstanbul gazetesindeki tefrikası ile karşılaştırılarak Şehnaz Aliş’in hazırladığı yeni basım: İstanbul 2005). Millî Mücadele’nin dışında kalan işgal altındaki İstanbul’da parti çekişmeleri, Mütareke yıllarının bezginliği, şahsî menfaatler peşinde koşanlarla memleket sevgisi taşıyan kişiler arasında Cemal’in eski aşkı Sabiha’yı arayışını anlatır.

Mahur Beste(İstanbul 1975). 1944’te Ülkü dergisinde tefrika edilirken yarım kalan, daha sonra yazarın tamamlayamadığı, ölümünden sonra basılan bu ilk romanının konusu II. Abdülhamid döneminde geçmektedir. Behçet Bey’in yaşlılık günlerinden başlayan ve hayatına girmiş kişiler çevresinde genişleyerek geçmişe uzanan, belli bir kahraman yerine çoğu aynı aileden birçok kişinin portresinin başarıyla çizildiği eser son yüzyıl Osmanlı ilmiye sınıfının hikâyesi olarak değerlendirilmiştir. Huzur ve Sahnenin Dışındakiler’le beraber bazı kahramanları ve olaylarıyla ortak bir “nehir roman” karakterindedir.

Aydaki Kadın(İstanbul 1987). Tanpınar’ın ölümünden sonra Güler Güven tarafından müsveddeleri arasında bulunup düzenlenerek yarım kalmışlığı ve ara boşluklarıyla yayımlanmıştır. Aşk ilişkileri arasında konunun geçtiği Demokrat Parti iktidarı döneminin tenkidi kabul edilmektedir.

Deneme: 1. Beş Şehir (Ankara 1946; müellif tarafından yeniden ele alınmış 2. bs., Ankara 1960; M. Fatih Andı’nın ilk tefrikasını ve her iki basımı karşılaştırarak yaptığı tenkitli basım: İstanbul 2000). Tanpınar’ın eskinin büyük değerleriyle geleceğe uzanan Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’un tarihî ve kültürel maceralarını, ümitlerini çok defa kendi gözlemlerine dayanarak anlattığı şehir monografileri kitabıdır.

Yaşadığım Gibi(İstanbul 1970, haz. Birol Emil; ilâvelerle yeni basım: İstanbul 2005).

Mücevherlerin Sırrı(İstanbul 2002; ilâvelerle İstanbul 2004). Her iki kitap Tanpınar’ın gazete ve dergilerde kalmış deneme yazılarının derlenmesinden oluşmaktadır.

İnceleme/Araştırma: Tevfik Fikret: Hayatı, Şahsiyeti, Şiir ve Eserlerinden Parçalar (İstanbul 1937); Namık Kemal Antolojisi (İstanbul 1942); Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1949, müellif tarafından genişletilmiş 2. bs., XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1956); Yahya Kemal (İstanbul 1962; Abdullah Uçman’ın notlarıyla, İstanbul 2001; Yahya Kemal’in ölümünden sonra kaleme aldığı fakat tamamlayamadığı bu eserde Tanpınar onunla ilgili hâtıraları ve izlenimleri arasında eski ve yeni tarz şiirlerini bir deneme üslûbuyla tahlil etmektedir); Edebiyat Üzerine Makaleler (İstanbul 1969; ilâve ve değişikliklerle 7. bs., İstanbul 2005). Tanpınar’ın Türk ve Batı edebiyatıyla ilgili makalelerini ve ansiklopedi maddelerini ihtiva eden bu kitap Zeynep Kerman tarafından derlenmiş 117 yazıyı içermektedir. Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler romanından sinemaya uyarladığı İki Ateş Arasında adlı bir senaryo denemesi vardır (İstanbul 1988). Bunların dışında Zeynep Kerman’ın derlediği mektupları Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mektupları adıyla (Ankara 1974; ilâvelerle İstanbul 2007, 111 mektup) ve Canan Yücel Eronat’ın Tanpınar’dan Hasan Âli Yücel’e Mektuplar’ı (İstanbul 1997, on mektup), Alpay Kabacalı’nın Bedrettin Tuncel’e Mektuplar’ı (İstanbul 1995, yedi mektup) yayımlanmıştır. Günlükleri ise İnci Enginün ve Zeynep Kerman tarafından gerekli notlar ve açıklamalarla birlikte Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa adı altında toplanmıştır (İstanbul 2007). Öğrencilerinin tuttuğu ders notları Edebiyat Dersleri (İstanbul 2002) ve Tanpınar’dan Yeni Ders Notları (İstanbul 2004) ismiyle basılmıştır. Tanpınar’ın Euripides’ten Alkestis (Ankara 1943), Elektra (Ankara 1943) ve Medeia (Ankara 1943), Henry Lechat’dan Yunan Heykeli (İstanbul 1945, Zühtü Müridoğlu ile birlikte) tercümeleri de bulunmaktadır.

1970’li yıllardan sonra Tanpınar’a artan ilgiyle onun hayatı, hâtıraları, şahsiyeti ve eserlerindeki başlıca tema ve fikirleri üzerine çok sayıda eser ve makale yazılmış, tezler hazırlanmıştır. Abdullah Uçman ve Handan İnci tarafından hazırlanan Bir Gül Bu Karanlıklarda: Tanpınar Üzerine Yazılar adlı derlemenin 2. baskısı (İstanbul, ts.) 2007 yılına kadar yayımlanan 855 yazı ve yirmi yedi kitabın ayrıntılı bibliyografyası ile bunlardan seçilmiş 110 yazının metnini ihtiva etmektedir. Daha farklı bir bibliyografyayı İlyas Dirin ve Şaban Özdemir hazırlamıştır (Hece, VI/61, Ankara 2002, s. 328-340). Hakkında yapılan toplantılar ve anma günlerindeki konuşmalar ayrıca neşredilmiş, YeditepeKitap BelletenTürk Dili ve EdebiyatıKitaplıkHeceKaşgar gibi pek çok dergi onun için özel sayı, dosya veya özel bölüm hazırlamıştır.

 

 

Mehmet KAPLAN

 (1915-1986)

Edebiyat tarihçisi, tenkitçi ve yazar.

Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde doğdu. İlkokulu Sivrihisar’da, orta ve lise öğrenimini Eskişehir’de tamamladı. Yüksek Muallim Mektebi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Şubesi’nden mezun olduğu yıl, M. Fuad Köprülü tarafından asistan adayı olarak Türkiyat Enstitüsü’ne alındı (1939). Ancak Köprülü’nün siyasete atılarak üniversiteden ayrılması üzerine XIX. Asır Türk Edebiyatı Kürsüsü’nün başına getirilen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın asistanı oldu. 1942’de doktorasını verdi. 1944’te doçentliğe, 1953’te profesörlüğe yükseldi. 1958 yılında öğretime başlayan Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde Edebiyat Fakültesi dekanı olarak görev yaptı, bu arada Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kurdu. Türk halk edebiyatı sahasında ilk çalışmaları burada başlatarak asistanlarıyla beraber derlemelerde bulundu. 1960’ta İstanbul’daki kürsüsüne döndü. 1974 yılında Türkiyat Enstitüsü müdürü, 1982’de Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü başkanı, 1983’te ikinci defa Türkiyat Araştırma Merkezi müdürü oldu. Ekim 1983’te Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu üyeliğine seçildi. Bu resmî görevlerinin yanı sıra Kültür Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilâtı’nın kurduğu kültür, dil ve edebiyat komisyonlarının çoğunda görev aldı. 1936’da öğrenci bursuyla Almanya’da, 1949-1950 ve 1959-1960 yıllarında Fransa ve İngiltere’de, 1967’de Almanya, Fransa, İngiltere ve İsviçre’de inceleme ve araştırma yapmak üzere bulunan Mehmet Kaplan ayrıca Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde konferanslara ve seminerlere katıldı. Ocak 1984’te emekli oldu ve ölümüne kadar Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Mezarı Karacaahmet Kabristanı’ndadır. Kendisine Millî Kültür Vakfı tarafından “millî kültüre hizmet şeref armağanı” verilmiş (1981), emekliliği münasebetiyle Dergâh Yayınları tarafından Mehmet Kaplan’a Armağan (İstanbul 1984), ölümünden sonra da Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nce Mehmet Kaplan İçin (Ankara 1988) adlı kitaplar yayımlanmış, ayrıca Boğaziçi (Mart 1986, sy. 45) ve Türk Edebiyatı (Mart 1986, sy. 149) dergileri onun için birer özel sayı çıkarmıştır.

Yazı hayatına 1939 yılında şiirle başlayan Mehmet Kaplan, zihnini meşgul eden hemen bütün fikirleri deneme ve makalelerinde ortaya koymuş, yıllar boyunca giderek olgunlaşan düşünce sistemi bu yazılar vasıtasıyla sonraki nesilleri etkilemiştir. Nuri Hisar, Ruhi Çınar, K. Domaniç, Osman Okatan, Osman Selçuk, Nuri Tarhan takma adlarını da kullanan Kaplan’ın büyük bir kısmı HareketGençlikÇığırİnkılâpçı GençlikİstanbulBizim TürkiyeYeni SabahKomünizme Karşı MücadeleHisarTürk YurduÇağrıTürk DüşüncesiYolTürk KültürüMilliyetBüyük TürkiyeBayrakTürk EdebiyatıTercümanMillî KültürKaynaklarTürk Dili’nde olmak üzere 100’e yakın gazete ve dergide yayımlanan deneme, makale ve tercümelerinden bir kısmı kitap haline gelmiştir.

Uzmanlık alanı yeni Türk edebiyatı olmakla beraber Mehmet Kaplan, Türk edebiyatının asırlar boyunca devam eden tarihî seyri içinde vücuda gelen belli başlı kültür eserlerini ele alıp incelemiş, bunları değişik edebî metotlarla değerlendirmiş, böylece yetiştirdiği araştırmacılara yeni ufuklar açarak kültür ve fikir hayatının gelişmesinde önemli rol oynamış çok yönlü bir ilim adamıdır. Güzel sanatlardan fikir akımlarına, kültür ve medeniyet meselelerinden politikaya, din, ilim ve tarih konularından devlet ve üniversite problemlerine kadar çok geniş bir alanı kapsayan deneme tarzındaki yazılarıyla bir fikir adamı olarak da kendini kabul ettiren Mehmet Kaplan’ın üzerinde ısrarla durduğu hususların başında millî kültür ve medeniyet meseleleri önemli bir yer tuttu. Ona göre bir organizasyon olan devleti meydana getiren aslî unsur millettir. Uzun tarihleri boyunca pek çok devlet kuran Türkler’in devamlılığını sağlayan, onları ayakta tutan ise kültürleri olmuştur. Şu halde milleti millet yapan temel unsur kültürdür. Bir milletin ruhu en anlamlı şekilde kültür eserlerinde görülür. Bütün güzel sanatlar kültürün içine girer, fakat bunlardan yalnız edebiyat konuşur, zira onun ham maddesi dildir.

Mehmet Kaplan, Türk medeniyetinin üç ana devresine (atlı-göçebe, yerleşik medeniyet ve Batılılaşma dönemi) ait metinleri incelerken onlarda Türk milletine has değerleri temsil eden ideal insan tiplerini ortaya çıkarmış, Jung’un kolektif gayri şuur psikolojisine dayanarak bunların bir medeniyet dairesinden diğerine geçişte yok olmadığını, değişerek devam ettiğini ileri sürmüştür. Kuvvet ve hâkimiyet iradesiyle dünyayı fethetmek isteyen akıncı Türkler’in ideal insan tipine “alp” adını vermiştir. Atlı-göçebe Türkler, gayri şuurlarındaki ideal değerlerden vazgeçmeden mânevî yönlerini besleyen İslâmiyet sayesinde dünyanın en güçlü ve medenî devletlerinden Selçuklu ve Osmanlı devletlerini kurmuşlardır. Bu organizasyonda, “gazi” tipine dönüşen alp tipi ile mâneviyatı besleyen “velî” tipine dönüşen “şaman”ın ve “uluğ Türk”ün önemli rolü vardır. Din uğruna savaşan gazi tipi yeni gibi görünmekle beraber Jung’un kolektif gayri şuur adını verdiği mâzi şuuruyla alp tipinin bir nevi devamıdır. Velî tipi sert, aktif, daima savaşan, iradeli alp tipini yumuşatarak onun toprağa bağlanmasında ve “devlet-i ebed-müddet” fikrinin savunucusu olmasında önemli rol oynamıştır.

Kaplan’a göre devlet sadece toprak kazanmayı hedef alan bir organizasyon değildir. Sınırların gerisinde yaşayan ve devletin devamlılığını sağlayan fertleri her bakımdan besleyecek ve geliştirecek kurumlar da ihmal edilmemelidir. Aslında bir esnaf teşkilâtı olan Ahîlik ve onu temsil eden ahî tipi, Osmanlı hayat sisteminde gazi ve velînin yanı sıra bir başka temel unsur olmuştur. Buna göre Osmanlı sistemini oluşturan sentezi gazi, velî ve ahî şeklinde formüle etmek mümkündür.

Mehmet Kaplan, eski kültüre ait eserleri incelerken atlı-göçebe devri Türk edebiyatı mahsulleriyle yerleşik medeniyete geçtikten sonraki eserlerde görülen üslûp özelliği farklılığına da ilk dikkati çeken araştırmacıdır. “Dede Korkut Kitabı’nda Hayvanlar”, “Yunus Emre ve Nebatlar” adlı incelemeleriyle bu konudaki üslûp araştırmalarında yeni görüşler ortaya atmıştır. Atlı-göçebe Türk’ün eserlerine has imaj ve sembollerin hayvanlar âleminden alındığı, yerleşik medeniyete ait eserlerde ise daha çok nebatî imaj ve sembollerin kullanıldığını tesbit etmesi ve bunu çeşitli örneklerle açıklaması bu araştırmaların dikkati çekici diğer bir yönünü oluşturmaktadır.

Eserleri. A) Araştırma ve İncelemeler. 1. Tevfik Fikret ve Şiiri (İstanbul 1946). Doçentlik çalışması olan bu eserde Kaplan’ın biyografi ile edebiyat ve fikir arasında kurduğu ilişkiye psikoloji ve stilistik metotlarını da ilâve ettiği görülür. Tevfik Fikret’in biyografisini ele aldığı kısımda onun hayatını modern psikolojiye göre tahlil ederek Türk edebiyatı araştırmalarına bir yenilik getiren Kaplan daha önce uygulanan biyografik ve tarihî metottan uzaklaşmış, psikolojik metoda yönelmiştir. Burada dikkati çeken bir husus da o yıllarda Avrupa’da yeni başlayan stilistik metodunun kullanılmış olmasıdır.

Namık Kemal: Hayatı ve Eserleri(İstanbul 1948). Müellifin doktora tezi olan bu çalışmada edebî eserleri dış etkilerle açıklayan metot hâkimdir. Bu görüş doğrultusunda bir edebî eserde karakter ve mizaçtan ziyade sosyal çevrenin, tarihî, ekonomik ve sosyal şartların etkisi ön plandadır.

Şiir Tahlilleri: Âkif Paşa’dan Yahya Kemal’e Kadar(İstanbul 1954). Eserde, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar yetişen otuz bir şairin kendilerini en iyi ifade ettikleri birer eseri seçilerek hem müstakil olarak hem de birbiriyle mukayese edilmek suretiyle sanatçının içinde yetiştiği çevre ve dönem yorumlanmıştır.

Tanpınar’ın Şiir Dünyası(İstanbul 1963). Bu eserde Tanpınar’ın bütün şiirleri Freud ile Jung’un ferdî ve kolektif gayri şuur psikolojisiyle sürrealizm metoduna göre incelenmiştir.

Şiir Tahlilleri II: Cumhuriyet Devri Türk Şiiri(İstanbul 1965). Cumhuriyet devrinin önde gelen otuz dört şairi ele alınarak devirlerin ve şahsiyetlerin orijinal tarafları tema ve üslûba ait müşahhas örneklerle ortaya konulduğu gibi nesillerin tercihlerinin zaman içinde nasıl değiştiği de açıklanmıştır. Genişletilmiş olarak 1973’te Cumhuriyet Devri Türk Şiiri adıyla tekrar yayımlanan eserde yaşamakta olan otuz altı şaire de yer verilmek suretiyle tenkit sahasındaki büyük bir boşluk doldurulmuştur.

Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar I(İstanbul 1976), II (İstanbul 1986). Kaplan bu araştırmalarında, Türk milletinin tarih boyunca meydana getirdiği edebî eserleri Freud ve Jung’un kolektif psikoloji nazariyesini de dikkate alarak müstakil makaleler halinde tahlil etmiş, İslâmiyet öncesine ait bazı metinlerle klasik Türk edebiyatının önemli eser ve şahsiyetlerini, Tanzimat’tan sonra ve Cumhuriyet döneminde eser veren pek çok yazar ve şairi değişik açılardan incelemiştir.

Hikâye Tahlilleri(İstanbul 1979). İlk hikâyecilerimizden Sâmipaşazâde Sezâi’den başlayarak günümüz hikâyecilerine kadar tanınmış otuz sekiz yazarın birer hikâyesinin incelendiği eser sahasında yapılmış ilk çalışmadır.

Oğuz Kağan Destanı(İstanbul 1979).

Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar III: Tip Tahlilleri(İstanbul 1985). Konuşmalarında ve derslerinde tip tahlillerinden sık sık bahseden Kaplan’ın fikir sisteminin en somut örneğidir. Burada Oğuz Kağan destanından başlayarak sırasıyla Göktürk yazıtları, Dede Korkut kitabı, Manas destanı, Köroğlu, gazi, velî ve ahî tipleriyle Leylâ ve Mecnun, Kerem ile Aslı, yeni aydın tipi, Büyük Reşid Paşa ve Şinâsi, hürriyet kahramanı Nâmık Kemal ele alınmıştır.

B) Denemeler.Nesillerin Ruhu (İstanbul 1967). Fransız düşünürü Alain’in “yazarak düşünme” görüşünü benimseyen Mehmet Kaplan düşüncelerini kısa denemelerle ortaya koymayı tercih etmiştir. Onun deneme türündeki bu ilk kitabında daha ziyade kültür milliyetçiliği, halk kültürü, dil, insan ve tarih üzerine yazdığı yazılar bir araya getirilmiştir. Özellikle gençler arasında bu eseriyle tanınan yazar düşünceleriyle yeni nesiller üzerinde geniş ufuklar açmıştır.

Büyük Türkiye Rüyası(İstanbul 1969). Kültür, medeniyet, devlet, demokrasi, din, ilim, ordu, millet, sosyalizm, milliyetçilik, gençlik, tarih ve çağdaş Türkiye’nin çeşitli meseleleri hakkında yazılmış denemelerden meydana gelmektedir.

Edebiyatımızın İçinden(İstanbul 1978). Eski ve yakın dönem Türk şair ve yazarları ile onların çeşitli eserleri hakkında kaleme alınmış makalelerden oluşmuştur.

Kültür ve Dil(İstanbul 1982). Bu ad altında toplanan denemelerin ana fikri Kaplan’ın “devlet-millet-kültür” kavramları arasında kurduğu parçalanmaz ve ayrılmaz ilişkidir.

C) Antolojiler ve Diğer Çalışmalar.Köroğlu Destanı (Mehmet Akalın ve Muhan Bali ile birlikte, Ankara 1973). Erzurumlu halk hikâyecisi Behçet Mahir’den derlenen eser Türkiye’de ve dünyada büyük yankılar uyandırmıştır.

Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi, I-IV (İ. Enginün, B. Emil, Z. Kerman ile birlikte, İstanbul 1974-1989).

Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal(İnci Enginün, Birol Emil, Necat Birinci, Abdullah Uçman ile birlikte, I-II, İstanbul 1981).

Atatürk Devri Fikir Hayatı(İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman ile birlikte, I-II, Ankara 1982).

Atatürk Devri Türk Edebiyatı(İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman ile birlikte, I-II, Ankara 1982).

Cenab Şahabeddin’in Bütün Şiirleri(İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci ve A. Uçman ile birlikte, İstanbul 1984). Cenab Şahabeddin’in ailesinin verdiği şiir müsveddelerine dayanılarak hazırlanmış bir çalışmadır.

Mehmet Kaplan’dan Seçmeler(I-II, Ankara 1988). Kaplan’ın ölümünden sonra İnci Enginün ve Zeynep Kerman tarafından onun çeşitli makalelerinden derlenmiştir. Kaplan’ın bir edebiyat tarihi yazma arzusu bu seçmelerle bir bakıma yerine getirilmeye çalışılmıştır.

Âli’ye Mektuplar(haz. Zeynep Kerman – İnci Enginün, İstanbul 1992). Mehmet Kaplan’ın asistan olarak üniversitede meslek hayatına başladığı yıllarda arkadaşı Âli Ölmezoğlu’na yazdığı mektuplardan meydana gelmektedir. Mektuplarda, bir ilim adamının ilim hayatındaki gelişme merhaleleriyle duygu ve düşünceleri bütün samimiyetiyle ortaya konmuştur.

Bunların dışında Ahmed Haşim’in Bize Göre, Gurebâhâne-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi (İstanbul 1969), Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları (İstanbul 1970), Nâmık Kemal’in İntibah (İstanbul 1972) adlı eserlerini sadeleştirerek notlarla yayıma hazırlayan Kaplan’ın liseler için yazdığı Edebiyat I, II, III (İstanbul 1976-1977) ve açık öğretim için kaleme aldığı Türk Dili ve Edebiyatı (Ankara 1976) adlı ders kitapları da vardır. Mehmet Kaplan hakkında bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (bk. bibl.).

 

ŞEFİK CAN

(1909-2005)

 

 Şefik Can, 1909 yılında Erzurum'un Tebricik Köyü’nde doğdu. Çocuk yaşta, müftü olan babasından Arapça ve Farsça öğrendi. 1929'da Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1931'de de Harb Okulu’nu bitirdi. Daha sonra Milli Savunma Bakanlığı’nın izniyle İstanbul Üniversitesi'nde sınavları vererek Öğretmenlik Diploması aldı.  1935'te Tâhirü'l-Mevlevî’nin yanında stajını tamamlayarak Kuleli Askeri Lisesi'nde öğretmenliğe başladı ve 1965 yılında emekliliğine kadar burada edebiyat öğretmenliği yaptı. Uzun yıllar Tâhirü'l-Mevlevî’nin yakınında bulunarak klasik Mesnevî kültürünü ondan aldığı “Mesnevîhan icazeti” ile her ortamda aktarmaya çalıştı. Bir gün Şefik Can ve hocası Tahirül Mevlevi Mısır’dan döndükten sonra uzun bir hastalık dönemi geçiren Mehmed Akif’i ziyarete gitmeye karar verirler. Kararlaştırdıkları gün Tahirül Mevlevi bir işi çıktığı için gelemez. Şefik Can, tek başına Mehmet Akif’i hastanede ziyaret ederek Milli Şairimizle tanışmış görüşmüş olur. Çok geçmeden 27 Aralık 1936’da vefat eden Mehmet Akif’in cenazesine Şefik Can ve Tahirül Mevlevi birlikte katılır.

Tahirül Mevlevi vefatından az evvel ömrünün son yıllarında “Benden sonra bu Mesnevi’yi sen okutacaksın” diyerek talebesi Şefik Can’a mesnevihân icazeti verir. Şefik Bey Mevlânâ ve Mesnevi hakkında okumalarını derinleştirir. Mevlânâ ve Mesnevi üzerine konferanslar verir. Mevlânâ Hayatı Şahsiyeti Fikirleri, Mesnevi Şerif Şerhi, Mevlânâ ve Eflatun, Hz. Mevlânâ’nın Rubaileri, Divan-ı Kebir’den Seçmeler gibi eserleri kaleme alır. 1960’lı yıllarda ilk defa Münevver Ayaşlı’nın Beylerbeyi’ndeki konağında başladığı Mesnevi Şerif sohbetlerine daha sonra çeşitli mekânlarda vefatına kadar yurtiçinde ve yurtdışında devam eder. Şefik Can hatıralarında “TaMevirül Mevlevi hocamdan bana kalan en büyük hediye Mesnevi-i Şerif ve Hazret-i Mevlânâ” demektedir. Şefik Can, Tahirül Mevlevi’nin vefatının sonra Bahariye Mevlevihanesi postnişi Mithat Baharî’ye (1875-1971) bağlanır ve sohbetlerinde bulunur.

Şefik Can'ın eserleri:

 Mevlânâ Hayatı Şahsiyeti ve Fikirleri (Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997, 567 sayfa)

Klasik Yunan Mitolojisi (İnkılap Kitabevi, İstanbul 2000, 541 sayfa)

Mevlânâ ve Eflatun (Okul Yayınları, İstanbul 2004, 208 sayfa)

Hz. Mevlânâ'nın Rubâîleri (Kültür Bakanlığı, Ankara 2001, 407 sayfa)

 On dokuz yılda hazırladığı altı ciltlik Mesnevî Tercümesi (Ötüken Neşriyat, İstanbul 2001, VI cilt) Divân-ı Kebir'den Seçmeler (Ötüken Neşriyat, İstanbul 2000, IV cilt)

Tâhirü'l-Mevlevî’nin ömrü vefa etmediği için tamamlayamadığı Mesnevî’nin 5. ve 6. ciltlerin şerhi (Şâmil Yayınevi, XVIII cilt)

Cevâhir-i Mesnevîye (Ötüken Neşriyat, İstanbul 2001, II cilt)

 Mesnevî Hikâyeleri’dir. (Ötüken Neşriyat, İstanbul 2003, 599 sayfa)

 Bunların yanı sıra, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın kendi şiirlerinin ve Mevlânâ’dan seçtiği elli şiirin de içinde yer aldığı Dîvân’ın orijinal metinleri ile birlikte bugünün Türkçe’si ile verilen Güldeste (Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya 2001, 201 sayfa) isimli çalışması da var.  Şefik Can 23 Ocak 2005 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Konya Selimiye Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Üçler Mezarlığı’nda hazırlanan kabrine sırlandı.

Cumhuriyetin Üsküdar 100’leri
 
 
 
 
 
 
Aktif Ziyaretçi33
Bugün Toplam144
Toplam Ziyaret4190
Üyelik Girişi
Takvim
Hava Durumu