SULTAN III. MUSTAFA
(1717-1774)
III. Mustafa’yı bayram tahtında
Otururken gösteren bir minyatür
14 Safer 1129’da (28 Ocak 1717) Edirne’de doğdu. Babası III. Ahmed, annesi Mihrişah Emine Sultan’dır (bazı yerlerde yanlışlıkla Mihrimah olarak geçer, Mufassal Osmanlı Tarihi, V, 2552; İA, VIII, 700). Edirne Vak‘ası (1703) neticesinde tahttan indirilen II. Mustafa’nın, III. Ahmed’den sonra tahta çıkan oğulları I. Mahmud ve özellikle III. Osman devirlerine rastlayan şehzadelik dönemi, bu hükümdarların kendi çocukları olmamasına rağmen III. Ahmed’in oğullarına karşı olan düşmanca tavırlarından ötürü sıkıntılı ve hatta hayatî tehlikeler içinde geçti. Nitekim III. Osman’ın ortadan kaldırmak üzere girişimlerde bulunduğu bilinen Şehzade Mehmed âni ve şüpheli bir şekilde muhtemelen zehirlenmiş olarak öldü (29 Rebîülevvel 1170 / 22 Aralık 1756). Kendisinden birkaç gün büyük olan kardeşinin ölümü III. Mustafa’ya hükümdarlık yolunu açtı ve 16 Safer 1171 (30 Ekim 1757) Pazartesi günü tahta çıktı, 4 Kasım Perşembe günü kılıç alayı yapıldı. Cülûsun onuncu günü eşkinci ve emekliler dahil olmak üzere askere bahşiş dağıtıldı. Tahta çıkışı Petersburg, Viyana ve Berlin’e yollanan özel elçilik heyetleri vasıtasıyla resmen duyuruldu (Vâsıf, I, 93 vd.).
III. Mustafa’nın ilk icraatı geniş kitleleri memnun edecek izler taşır. Mukātaa ve zeâmet rüsûmunun affı ve yenilenmesi gereken berat harçlarının yarıya indirilmesi bu anlamdadır. Ardından hac yolunun güvenliğini tehdit eden gelişmelere son vermek üzere sert önlemler aldı, bilhassa kötü idare edilmekte olan Evkāf-ı Haremeyn Mukātaası’na düzen vermeye çalıştı. Bunların taliplerine defterdar vasıtasıyla satılması kararlaştırılarak yolsuzluklara karışan Eski Saray Baltacı Ocağı’nı kaldırdı. Dârüssaâde ve Silâhdar ağalarının haslarını ilga etti. Böylece 1000 keseden fazla tasarruf sağlandı. Bu meblağ 1172’de (1759) 2000 keseye çıktı (a.g.e., I, 103, 147). Saray masraflarını kıstı. Ancak bu tedbirleri kendisini hasislik töhmeti altında bırakmıştır. Tasarruf ve hesabını bilme arzusu, döneminde defterdarlık kurumuna önem kazandırmıştır (Cevdet, I, 78).
Tahta çıktığında, 1739 Belgrad Antlaşması’ndan itibaren Avrupa yakasında barış dönemine giren devletin geniş coğrafyası içinde zaman âdeta durmuş gibidir. Osmanlı Devleti uzun barış devrinin de etkisiyle malî bir yeterlilik içinde görülmekteydi. Ancak bu dönem gerekli yenilenmelerin yapılmadığı kayıp yıllar olarak geçmiştir. Askerî sahada olduğu gibi ekonomik alanda da yapılanlar, meselâ III. Mustafa’nın kalitesiz fakat ucuz Avrupa mallarının iç pazarları doldurmasına karşı çıkması ve bunların yerli imalâtını önemsemesi genelde yasaklamalar dışında tutarlı bir ekonomik plandan yoksun kalmıştır. Yaşanan uzun barış ve istikrar belirli bir iktisadî genişlemeye, özellikle Akdeniz üzerinden yapılan ticarette önemli artışlara ve malî şartlarda iyileşmelere yol açmakla beraber Rus savaşının patlamasıyla bunların hepsi süratle bozulmaya başlamıştır. Bu dönemde Anadolu ve Rumeli’nin merkezden uzak bölgelerinde idare yerel güçlerin (mütegallibe) elinde kalmıştır. Anadolu’da özellikle kapusuz levent eşkıyasının sebep olduğu huzursuzluklar ortadan kaldırılamadığından merkezî otoritenin buralardaki zafiyeti sürmüştür. Bulutkapan Ali Bey’in kendi idaresini kurduğu, III. Mustafa’nın yanında kendi adının da kazılı olduğu sikkeler bastırdığı Mısır ve başta yine darphânesinde riyaller basılan Tunus olmak üzere Cezayir gibi Garp ocakları diye bilinen deniz aşırı uzak vilâyetlerde merkezden âdeta bağımsız olan yerel idareler kontrol altına alınamamıştır. Otuz bir eyalet, elli bir elviye, otuz altı üç tuğlu vezirlikten oluşan devlet (Şem‘dânîzâde, II/A, s. 58-59), Aydınlanma dönemini yaşamakta ve büyük fikrî ve ekonomik değişim geçirmekte olan Avrupa’daki gelişmelerden tamamen uzak, hatta habersiz bir hayat sürmekteydi. Eski dönemleri aşan fikrî bir tekâmül gözlenmemekte, gelişen çevre şartları ve istikbalde bunun getireceği siyasî tehlikelerin hesabı yapılmamaktaydı. Tasarrufa özen göstermesi, bakiye vergilerin toplanmasındaki hassasiyet ve uyguladığı müsâderelerle oluşan, zaman içinde biriktirmiş olduğu büyük hazineyi savaşma kabiliyeti için yeterli gören III. Mustafa devleti yeniden yapılandıracak bir eğitim ve asabiyete sahip değildi. Bu bağlamda “Cihangir” mahlasıyla yazdığı şiirlerinde de görüldüğü üzere devlet adamlarının yetersizliğinden ve iyi yetişmiş olanların azlığından şikâyet eder ve devletin eski gücüne kavuşturulmasını pek imkân dâhilinde görmez. Askerî durumun, özellikle Yeniçeri Ocağı’nın düzeltilmesindeki zarureti idrak etmekle beraber bunun için ciddi bir girişimde bulunma cesaretini gösterememiş, bu konunun açılmasını bile tehlikeli saymıştır. Nitekim bir görüşme anında böyle bir zarureti ağzından kaçırdığı defterdar Hilmi Efendi’yi bunu başkalarına ifşa edebileceği tedirginliğiyle önce hemen azletmiş ve ardından idam ettirmiştir (Cevdet, I, 79). Askerî sahada yaptıkları Boğaz kalelerinin tahkimi, bazı yeni gemiler yapımı, Tophane ve Topçu Ocağı’nın ıslahı ve yeni toplar dökümüyle sınırlı kalmıştır. Askerî sahalardaki bu gibi işlerde Fransa’nın yardımlarından, dolayısıyla Baron de Tott’un teknik hizmetinden istifade etmiştir. Osmanlı-Rus Savaşı’nın (1768-1774) ortasında açılan (Ekim 1772) Topçu Mektebi ancak bir yıl kadar faaliyet gösterebilmiş, ölümünden kısa bir zaman önce kurulan (26 Şevval 1187 / 10 Ocak 1774) Sürat topçularının da savaşın gidişine bir etkisi olmamıştır. III. Mustafa, yeni toplarla yapılan atış denemelerine Şehzade Selim’i de yanına alarak katılmış ve tahta geçtiğinde topçulukla ilgili küçük bir eser yazacak kadar uzmanlaşan oğlunun bu sahada yetişmesini sağlamıştır. Kendi dönemine mal edilen ve kuruluş tarihi 1773 olarak gösterilen Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun’un açılması 29 Nisan 1775’te halefi I. Abdülhamid zamanında gerçekleşmiştir (Kaçar, IX/54 [1998] s. 7).
III. Mustafa, Prusya’nın Avusturya ve Rusya ile kalkıştığı zorlu mücadelede Osmanlı Devleti’ni yanına çekmek ve resmî ilişkiler kurmak üzere giriştiği faaliyetleri yakından takip etmiştir. Bu devletlere karşı Prusya ile bir ittifak içinde bulunma isteği, ancak Koca Râgıb Paşa’nın takip ettiği tedbirli politika ve onun ileri sürdüğü, böyle bir ittifakı sonuçsuz bırakmaya da yarayacak olan akılcı şartların yerine getirilmemesiyle önlenebilmiştir (Beydilli, s. 33-78). Râgıb Paşa’nın ihtiyatlı yaklaşımına bir savaş için yeterli hazineye mâlik olduğunu söyleyerek karşı çıkması olaylara bakış açısını göstermesi bakımından önemlidir. Prusya’nın düşmanları ile olan savaşı başarılı bir şekilde bitirmiş olmasına rağmen (15 Şubat 1763) Râgıb Paşa’nın vefatından sonra (7 Nisan 1763) Ahmed Resmî Efendi’yi Berlin’e yollaması ve kralın eski tekliflerinin hâlâ geçerli olup olmadığının tahkiki, verilen “artık çok geç” tarzındaki cevaptan da anlaşılacağı üzere siyaset bakımından da zayıf bir devlet adamı olduğunu göstermektedir. Bu tutumu dikkate alındığında III. Mustafa’nın 1768’de başlayan Rus savaşının açılmasında büyük bir sorumluluk taşıdığı anlaşılır. Savaşa taraftar olmakla beraber ricâl ve ulemânın karşı görüşü savunması halinde bunda ısrarcı olmayacağı ise kuvvetle muhtemeldir. Ancak burada da son sözü söyleyecek bir hükümdar olarak belirleyici rolünü iyi oynamamış ve hadiselerin gelişmesini kendi arzusunun tahakkukuna bırakmıştır. Bu anlamda, önce sınır kalelerinin takviye edilmesini ve sefer hazırlıkları görülmeden savaşa hemen girişilmemesini tavsiye eden Sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın gerekçelerini dikkate alması icap ederdi. Ciddi hiçbir askerî hazırlık yapılmadan ve altı ay öncesinden ilân edilen savaşın baştan itibaren kötü bir gidiş arzetmesi, ordunun ehil olmayan ellere teslimi, Rus donanmasının Akdeniz’e gelmesi ve Çeşme’deki Osmanlı filosunu yakması (6-7 Temmuz 1770), Rus kuvvetlerinin Memleketeyn’i ve Kırım’ı istilâ etmesi (Temmuz 1771), Tuna’yı aşması (Temmuz 1773), yaşanan bozgun ve ağır yenilgiler, askerin içinde bulunduğu düzensiz haliyle savaşmaktan kaçınması, yağmacılığı ve isyanı bir dizi felâkete yol açmıştır. Memleketeyn’in Rusya’nın işgaline uğramasından tedirginlik duyan Avusturya ile nakdî ödemeler dışında Küçük Eflak’ın bırakılmasını öngören bir ittifak antlaşmasının yapılması ise (23 Rebîülevvel 1185 / 6 Temmuz 1771) bu devlete külliyetli para kaptırılmasından, Rusya-Avusturya ve Prusya arasında Lehistan’ın taksimini (1772) kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Savaş esnasında yapılan Fokşan (Ağustos 1772) ve Bükreş (Kasım 1772) görüşmelerinde ortaya çıkan, barışın az kayıplarla yapılması fırsatlarından da istifade edilememiştir. Zira Rusya ele geçirdiği Kırım’ı ilhak etmek istemekte ve bunu barışın vazgeçilmez şartı diye ileri sürmekteydi. Alınacak siyasî kararların belirlenmesinde güçlü bir etkisi olan ulemâ da esasen Rusya’nın öne sürdüğü şartlar dahilinde barış yapılmasına kesinlikle karşı çıkmaktaydı. Kırım’daki müslüman halkın aynı zamanda dinî lideri durumunda olan III. Mustafa’nın halifelik sıfatının Rus temsilcileriyle yapılan görüşmelerde gündeme gelmesi ve devletler arası siyasette tartışma konusu yapılması önemli bir süreç başlatmıştır. Bu sıfat, önce bağımsız hale getirilecek olan Kırım için 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nda resmen yer alacak olmakla beraber savaş sırasında Ruslar’la yapılan görüşmelerin başarısız kalmasının en önde gelen sebebini teşkil etmiştir. Vaktiyle Râgıb Paşa’ya, İstanbul’dan Rusçuk’a iki sıra halinde para keseleri dizebilecek kadar maddî yönden bir savaşa hazır olduğunu söyleyen III. Mustafa, Rus seferinin daha ilk yıllarında iç ve dış hazinedeki bütün birikimlerin tükendiğini görüp savaş masraflarını karşılamak için oğlu Selim ile kızı Şah Sultan’dan borç almak zorunda kalmıştır (Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1, s. 429).
III. Mustafa, savaşın ilk aşamasında Ruslar’ın Hotin’i muhasara etmesi esnasında kazanılan bazı başarılar üzerine (Safer 1183 / Haziran 1769) “gazi” olarak ilân edilmiştir (Vâsıf, I, 326). İleriki yıllarda savaşın kötü gidişi sebebiyle Ayasofya Camii’nde selâmlık sırasında okunan hutbede bu unvanla anılması (16 Şevval 1184 / 2 Şubat 1771), içlerinde Mevlevîler’in de bulunduğu bazı dervişler tarafından yüksek sesle protesto edilmesine yol açmıştır (Mehmed Hasîb Rûznâmesi, vr. 6b; Ahmed Resmî, Wesentliche Betrachtungen, s. 29). Cülûsunda sadrazam olarak bulduğu ve görevinde bıraktığı Koca Râgıb Paşa sayesinde saltanatının ilk döneminde bir problemle karşılaşmadan hüküm sürmüş olmakla beraber savaşın son yılında içine düşülen sıkıntılı durum sağlığını bozmuş, dengeli bir hayat sürmesine rağmen savaşın kahrı erken ölümüne sebep olmuş, geride ağır tahribata uğramış ve felâketli bir barışa mahkûm bir devlet bırakmış olarak 8 Zilkade 1187’de (21 Ocak 1774) vefat etmiştir.
19 Temmuz 2024 Tarihinde Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Sayın Gökhan Yazgı’nın Katılımı ile İstanbul İl Kültür Müdürlüğü tarafından düzenlenen törenle restorasyonu tamamlanan türbe ziyarete açıldı.
Lâleli Camii yanındaki türbede medfundur. Veliaht Abdülhamid’in zafiyetini ifadeyle Selim’in tahta çıkarılmasını vasiyet ettiği söylenir (Cevdet, I, 124; Sarıcaoğlu, s. 3-4).
III. Mustafa kaynaklarda meziyetli, sağlam bir değerlendirme yeteneği ve temyiz kabiliyeti olan, basiretli, faal ve hükümdarlık vecîbelerine eğitim ve yeteneği elverdiği ölçüde samimiyetle sarılan, iyi kalpli, merhametli, hayır sever ve cömert bir kişiliğe sahip olarak gösterilir. Gelenek ve âdetlere bağlı, âdil, düzenli ve tutumludur. Güzel konuşur. İyi bir hattattır. Kâtibzâde Mehmed Refî Efendi’den, özellikle ta‘lik olmak üzere Sadr-ı Rûm Ekşiaşzâde Veli Efendi’den de hat meşketmiştir. Önüne gelen raporları dikkatle okurdu. Küçük ayrıntılara kadar her şeyle ilgilenme eğilimi herhalde işlerin yoğunluğunda boğulma sakıncasını beraberinde getirmiştir. Talihe inanırdı. İlm-i nücûma aşırı derecede düşkün olup eşref saatsiz iş görmezdi (Şem‘dânîzâde, II/B, s. 35). İnsanın talihini keşfe çalışır, vezirlerini de yıldızı yüksek olduğuna inandıklarından seçerdi. 1763’te Berlin’e gönderilen Ahmed Resmî Efendi vasıtasıyla Prusya Kralı II. Friedrich’e bu anlamda başvurmuş ve kendisine, üç büyük devlete karşı verdiği savaştaki başarılarının arkasında olduğuna inandığı müneccimlerinden göndermesini istemiştir. Prusya kralının, başarılarının kaynağı olarak tarih bilgisiyle donanmış bulunma, eğitilmiş ordu ve dolu bir hazineye sahip olmayı göstermesi, dolayısıyla iyi talihin arkasında sadece ilâhî takdirin değil aynı zamanda insan becerisinin yatmakta olduğunun iması herhalde kendisini memnun etmemiştir (Ahmed Resmî, Wesentliche Betrachtungen, s. 15-16). Tarihten ders alacak kadar istifade etmediği de açıktır. Kudüs Prensesi Johanna ile evlenen (9 Kasım 1225) Hohenstufen hânedanından İmparator II. Friedrich’in bir erkek çocuğu olması için zifafı astrolojik kehanetlerin işaret ettiği üzere düğünün ertesi gününe ertelemesi gibi oğlu Selim’in cihangir olması için “kıran vakti”nde ana rahmine düşmesini tertipleyecek kadar bu ilmin müptelâsıdır. Devrin tarihçisi Şem‘dânîzâde’nin ifadesiyle “fenn-i nücûmun nühûseti üzerine çökmüştür” (Müri’t-tevârîh, II/B, s. 116). Şehzadeliği döneminde zehirlenerek öldürülme korkusuyla vücudunun direnişini arttırmak için küçük dozlarda zehir aldığı söylenir. Bu yüzden karakuru, sarı renk suratlı bir görünümü olduğu kaydedilir.
Saltanatı boyunca sekiz sadrazam ve dokuz şeyhülislâm değiştiren III. Mustafa’nın bilinen eşlerinin sayısı altıdır. Bunlardan sadrazamın evinde kalan ve 10 Ramazan 1218’de (24 Aralık 1803) ölen Rifat Kadın ile önceleri saray dışında buluşmaktaydı. Daha sonra dördüncü kadın olarak hareme almıştır (mezar taşı için bk. Laqueur, s. 58-59). I. Mahmud ve III. Osman’ın çocukları olmadığından doğumlar sevinçle karşılanmıştır. Toplam sekiz kız ve iki erkek oğlu (III. Selim, Mehmed) olmuştur. 15 Receb 1172’de (14 Mart 1759) doğan ilk çocuğu Hibetullah ve 27 Cemâziyelevvel 1175’te (24 Aralık 1761) doğan Selim için hânedanda kırk yıldan beri sultan ve şehzade doğmamış olduğundan günlerce süren şenlikler yapılmıştır.
Huzur derslerine büyük önem vermiş ve bu dersleri âdet haline getirterek devletin sonuna kadar yaşamasına yol açmıştır. Sabah namazlarını tebdilen Ayasofya’da kılması alışkanlıkları arasındadır. Tebdil dolaşmayı hükümdarlığın görevlerinden sayardı (Şem‘dânîzâde, II/A, s. 35). Rus savaşının baştan itibaren kötü gidişi karşısında askerin ayaklanarak IV. Mehmed’i tahttan indirmesi (1687) gibi bir hadiseyle karşı karşıya gelebileceğinin tedirginliği içinde harp esnasında tebdilen halk arasında dolaşması, özellikle kamuoyunun düşüncesini ve hissiyatını tesbit etmek üzere daha da bir yoğunluk kazanmıştır (Mustafa Nûri Paşa, IV, 123-124). Geniş imar faaliyetlerinde bulunmakla beraber bu biraz da zorunluluktan kaynaklanmıştır. 12 Zilhicce 1179’da (22 Mayıs 1766) meydana gelen, artçı sarsıntıları ağustos ayına kadar devam eden ve büyük bir yıkıma sebep olarak 22.000 keselik muazzam bir masraf açan deprem felâketi karşısında bütün imkânlarını seferber eder. Bu depremde başta Fâtih Camii olmak üzere birçok bina yıkılmıştır. 1245 kese gibi bir masrafla yeniden yaptırdığı Fâtih Camii yanında Eyüp Sultan Camii, Dâvud Paşa Kasrı, Kapalı Çarşı, surlar, Baruthâne-i Âmire, Saraçhane, yeniçeri odaları, Tophane, Kızkulesi gibi yıkılan veya hasar gören yerlerin inşa ve tamirinde, dolayısıyla şehrin yeniden imarında büyük bir rol oynadığı muhakkaktır. III. Mustafa ayrıca şehrin iâşesi için 100.000’er kilelik üç ambar yaptırmış, Kâğıthane’de Lağımcılar için yer tahsis etmiş, halkın muhalefeti sebebiyle sonuçsuz kalmış olmakla beraber Sakarya nehrini Sapanca gölüne, Sapanca gölünü İznik körfezine bağlamak üzere kanal projesi üzerinde çalışmış, Süveyş berzahının açılması niyetini taşımıştır. Tamir ettirdiği camiler yanında yenilerini de yaptırmıştır; ancak bunların özellikle büyük olanları kendi adıyla anılmaz: Lâleli Külliyesi (1760-1764), ölen annesi ve büyük kardeşi Süleyman’ın ruhları için bina ettirmiş olduğu (Şem‘dânîzâde, II/A, s. 39), Mihrişah diye anılan Üsküdar’daki Ayazma Camii (1758-1761), Kadıköy’de (1761, kendi adıyla anılır) ve Paşabahçe’deki birer küçük cami (1763) bunlardandır. Zeyneb Sultan Camii’ni de tamamlatmıştır (1769). Tophane yangınında yanan Kādirî Tekkesi ve Galata Mevlevîhânesi’ni yeniden inşa ettirmiştir (1765). Ayrıca depremden hasar gören Atîk Bend’i onartmış ve yeni bir bend inşasıyla (Bend-i Cedîd) şehre gelen suyun miktarını arttırmıştır (1766).
https://islamansiklopedisi.org.tr/mustafa-iii
AYAZMA CAMİİ
Adres: Aziz Mahmut Hüdayi, Mehmet Paşa Değirmeni Sokaği No:10, 34672 Üsküdar/İstanbul
Cümle kapısı üstündeki kitâbelere göre Sultan III. Mustafa tarafından 1174 (1760-61) yılında, annesi Mihrişah Emine Sultan ile ağabeyi Şehzade Süleyman adına yaptırılmıştır. Ta‘lik hatla yazılan tarih manzumesi Sadrazam Râgıb Mehmed Paşa’nın, yazı ise Şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi’nindir.
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki inşaat defterine (nr. 1137) göre inşaata 19 Receb 1171’de (29 Mart 1758) başlanarak 1174 Cemâziyelevveli sonlarında (Ocak 1761) bitirilmiştir. Bina emini ise Beykoz’daki meşhur çeşmeyi yaptıran İshak Ağa’dır. Yine Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki 1172 (1758-59) tarihli bir belgeden (nr. 5466), caminin yerinde evvelce Ayazma Sarayı ve bahçesinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Başka bir arşiv belgesinden ise 1740’ta Ayazma Sarayı’nın iyi durumda olduğu ve tamir edilerek İran elçisinin ikametine tahsis edildiği öğrenilmektedir. Camiye vakıf olarak bir hamam ile birçok dükkân ve han yaptırılmış, ayrıca cami, hamam ve avluya bitişik çeşmeye Bulgurlu’dan su getirilmişti. Şem‘dânîzâde Fındıklılı Süleyman Efendi’nin yazdığına göre 1174 yılı Cemâziyelevvelinde (Ocak 1761) bir cuma günü Râgıb Paşa ve Veliyyüddin Efendi’nin hazır bulundukları bir törenle ibadete açılmıştır. Cami birkaç defa tamir görmüş, yıkılan minaresi de iki defa yeniden yapılmıştır. Son yıllarda yine tamir edilmiştir.
Etrafı duvarla çevrili geniş bir avlu ortasında yer alan caminin son cemaat yerine yarım yuvarlak biçimli on basamak merdivenle çıkılır. Avlu kapıları üstünde celî hatla yazılmış âyet-i kerîmeler bulunmaktadır. Üç bölümlü olan son cemaat yerini takip eden esas mekân dikdörtgen planlı olup dört kemere oturan tek kubbe ile örtülmüştür. Caminin sol tarafına bitişik bir hünkâr köşkü vardır. Sokak tarafında taş konsollara oturan bir çıkması bulunan bu kasır, sütunlar üzerine oturan iki katlı galeri ile caminin hünkâr mahfeline bağlanmıştır. İçeride sütunlar üzerinde bulunan bu mahfel çok göz alıcı biçimde tezyin edilerek altın yaldızla yaldızlanmıştır. Geriye kalanlardan, iç duvarlarının önceleri İtalyan çinileri ile kaplı oldukları anlaşılmaktadır.
Ayazma Camii Avrupa sanat üslûplarının hâkim olduğu bir devirde yapılmış olmakla beraber, büyük kemerlerin içlerindeki pencerelerde Türk mimarisi özelliklerini taşıyan kemerler kullanılmıştır. Mihrap, minber ve kürsü mermer ve çeşitli renkli taşların ustalıkla birleştirilmesi suretiyle çok zengin ve gösterişli biçimde yapılmıştır. Bunlar Türk sanat geleneğine tamamen ters olmakla beraber göze hoş gelen bir ihtişama sahiptir. Kapı üstlerindeki yazıların Seyyid Abdullah adındaki bir hattatın kaleminden çıktığı, bazı renkli camlı alçı pencerelerdeki (revzen) yazıların ise Seyyid Mustafa tarafından yazıldığı imzalarından öğrenilmektedir.
Ayazma Camii’nin müştemilâtından olan sıbyan mektebi ile hamam ve muvakkithâne yıkılmıştır. Önceleri cami yakınında inşa edilen vakıf dükkânlardan ise sadece bazı izler kalmıştır. Caminin duvarlarında küçük konsol çıkmaları üzerlerine oturan tam bir Türk köşkünün minyatür modeli biçiminde kuşevleri görülmektedir. Caminin hazîresinde ise saraya mensup pek çok kişinin mezarları bulunmaktadır. Geniş avluyu çevreleyen duvarın bir köşesinde mermerden büyük bir çeşme vardır. Kitâbesinden 1174’te (1761) cami ile birlikte yapıldığı anlaşılan bu çeşmenin manzum tarih kitâbesi şair Zihnî’nindir. Alışılmamış bir biçimde olan bu çeşme, mermer bir cepheye yapıştırılmış dört köşe bir pâye şeklindedir. Alt kısmı taş ve tuğla, üst pencereli kısım taş olan avlu duvarında açılan esas kapının önünde taş korkuluklu iki taraflı rampa bulunuyordu.
Ayazma Camii, Türk mimarisinde artık yabancı üslûbun hâkim olduğu bir dönemin örneği olmakla beraber, normal ölçüleri aşan yüksekliği ve yapıldığı yerin topografik durumu ile bunu bir kat daha arttıran heybetli bir görünüme sahiptir. Marmara ve Boğaz’ın girişine hâkim oluşu ile şehrin Anadolu yakasına değişik bir güzellik kazandırdığı açıkça görülmektedir.
Son restorasyon sonrasında 12 Ağustos 2022 tarihinde tekrar ibadete açıldı.
https://islamansiklopedisi.org.tr/ayazma-camii
ŞEMSİPAŞA İLKOKULU
Adres: Aziz Mahmut Hüdayi Mahallesi, Ressam Ali Sokak, No:4
KURULUŞ TARİHİ:1761
TARİHÇESİ VE OKULA VERİLEN İSİMLER:
1761 – Ayazma İptidai Mektebi
1917 – Sultan Mustafa Han-I Salis Mektebi
1926 – Üsküdar21. İlkmektebi
1948 - Ayazma İlkokulu
1972 – Cumhuriyet İlkokulu
(1975 -1992 Üsküdar Ortaokulu)
1992 – Şemsipaşa İlköğretim Okulu
2012 – Şemsipaşa İlkokulu Ve Ortaokulu
2014 – Şemsipaşa İlkokulu
Şemsipaşa İlköğretim Okulu'nun temelinde 1731 yılında açılan Humbaracı Kışlası yatar. Eski Ayazma Sarayı harap bir halde iken müştemilatında bulunan boş arsaya I. Mahmut zamanında bu kışla açılmıştır. Üç yıl sonra (1734 yılında), Mühendishane-i Hümayun açılır. 1758 yılında yıkık Ayazma Sarayı'nın yerine Ayazma Camii yapılmış ve Mühendishane-i Hümayun yerine Ayazma Sıbyan Mektebi adlı bir mektep açılmıştır.
Şemsipaşa İlköğretim Okulu, 1758 yılında Sultan III. Mustafa tarafından Sıbyan Mektebi haline getirilmiştir. Yapımı Ayazma Camii ile aynı tarihte başlanan bu okula ilk olarak Ayazma Sıbyan Mektebi adı verilmiştir. Binası iki katlı, taş örme, dış tarafı ahşap bir bina idi. Girişinde "3. Mustafa Han tarafından yaptırılan Ayazma Sıbyan Mektebi 1171" yazmakta idi.
Ayazma Sıbyan Mektebi yerine aynı binada Üsküdar Mekteb-i İbtidaiyesi adı altında bir okul açılmıştır.
Bu okul 1913 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. 71 sene sonra (1913 yılında) okul harap olmuştu. Sultan V. Mehmet'in mabeyincisi Mehmet Tevfik Bey, mezun olduğu okulun halini görünce V. Mehmet'e rica etmiştir ve 1913 yılında okulun yapımına başlanmıştır. Evkaf Nazırı Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi, dönemin en ünlü mimarı olan Kemaleddin Bey'e haber vermiştir ve okulun şu anki binasını Kemaleddin Bey yapmıştır. Gereken para Evkaf-ı Hümayun tarafından ödenmiştir. Giriş kapısındaki Osmanlıca yazı da şudur: Müdafaa-i Milliye parasıyla yeniden yaptırılan Ayazma Vakıf İbtidai Mektebi, 1333 Okul 1953 yılında müdür Akif Güner, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden basmahane harabelerini satın almıştır ve ortaya "sundurma" adlı ek bina ortaya çıkmıştır. Daha sonra 1975 yılında okulun bir kısmına Üsküdar Ortaokulu açılmıştır. "Şemsipaşa İlköğretim Okulu" adı altında eğitim-öğretimi sürdürmekte iken 2012 yılında yapılan bir değişiklik ile "Şemsipaşa İlkokulu" ve "Şemsipaşa Ortaokulu" olarak ikiye ayrılmıştır.
ÖĞRENCİLERİNDEN BAZILARI:
İDARECİ VE ÖĞRETMENLERİNDEN BAZILARI:
Yılmaz, Sinan. Üsküdar’ın Tarihi Okulları.İstanbul: Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, 2022.
AYBERK ATİLLA
(1946-2017)
Ünlü tiyatro, sinema ve dizi oyuncuu Ayberk Tilla, 1946 yılında Zeynep Kamil’de doğdu. Babasının subaylık mesleği sebebi ile il il dolaşmasına rağmen, okulyıllarından beri hayran olduğu Üsküdar’ı, “İstanbul’un bozulmayan semtlerinden, beni mutlu ediyor.” Şeklinde aktarıyor.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İşletme Bölümünden mezun olan sanatçı, sanat hayatına 1967 yılında Lale Oraloğlu Tiyatrosu'nda başladı. Sırasıyla Münir Özkul Tiyatrosu, Altan Karındaş Tiyatrosu, Devekuşu Kabare, Üç Maymun Kabare, Enis Fosforoğlu Tiyatrosu, Tiyatro İstanbul gibi topluluklarda çalıştı. Sinema ve dizi filmlerde de rol alan Atilla, bir süre aranın ardından yeniden tiyatroya dönerek BKM Oyuncuları kadrosuna katıldı. 2013 yılında Dilek Türker-Tiyatro Ayna oyuncusu oldu. 12 Ocak 2017 tarihinde kanser hastalığına yakalandığı açıklandı.[4] İBB Şehir Tiyatroları'nda Komik-i Şehir Naşit Bey oyununun provalarındayken prömiyere iki gün kala hastaneye kaldırıldı. Mesane kanseri tedavisi gören Ayberk Attila, tedavi gördüğü hastanede 21 Ocak 2017 Cumartesi günü, 70 yaşında hayata veda etti. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.
Tiyatro oyunları
1995: Saat 9.05: Nezihe Araz - Tiyatro Bakış
1995: Sevdiğim Adam Sevdiğim Kadın: Albert Ramsdell Gurney - Tiyatro Bakış
1996: Cahide: Nezihe Araz - Tiyatro Bakış
1996: Çetin Ceviz: Barillet ve Gredy - Tiyatro İstanbul
1997: Fehim Paşa Konağı: Turgut Özakman - Tiyatro Bakış
1998: Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?: Yılmaz Erdoğan - BKM
2000: Yalandan Kim Ölmüş: Clive Exton - Tiyatro Kedi
2002: Bana Bir Şeyhler Oluyor: Yılmaz Erdoğan - BKM
2010: Haraşo Hayatlar: Haluk Işık - Adım Tiyatro
2011: Koca Sinan: Hakan Altıner/Fazıl Hayati Çorbacıoğlu - Tiyatro Kedi
2013: Hadi Öldürsene Canikom: Aziz Nesin - Tiyatro Ayna
Filmografisi
1992: Zeki Metince
1993: Evlere Şenlik
1993: Hastane
1997: Baskül Ailesi
1997: Bir Demet Tiyatro
1998: Dış Kapının Mandalları
1999: 5 Maymun Çetesi
1999: Konu Komşu
1999: Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?
2000: Güneş Yanıkları
2003: Hürrem Sultan
2005: Organize İşler
2005: Tadımız Kaçmasın
2006: Bir Demet Tiyatro
2006: Kiralık Oda
2006: Pardon Yani
2006: Rüya Gibi
2007: Gönül Salıncağı
2007: Kabadayı
2007: Kötüler Konağı
2008: Peri Masalı
2008: Pulsar
2008: Sevgili Düşmanım
2009: Aile Saadeti
2009: Neşeli Hayat
2011: Babam Sağolsun
2011: Huzurum Kalmadı
2012: Leyla ile Mecnun
2012: Seksenler
2012: İbreti Ailem
2013: Hükümet Kadın
2014: Hükümet Kadın 2
2015: Kiralık Aşk
2016: Görümce
2016: Güney kutbu
https://www.uskudar.bel.tr/userfiles/files/adam_olmus_cocuklar.pdf
DÜCANE CÜNDİOĞLU
(1962 -)
Araştırmacı-yazar, düşünür. 21 Ocak 1962, Üsküdar / İstanbul doğumlu. 1978’de siyasi olaylar sebebiyle bir süre cezaevinde kaldı. 2 Nisan 1980'de başladığı yazı hayatına çeşitli dergi ve gazetelerde makaleler yazarak devam etti. 1981'de Kur'an ilimlerini temel uğraş alanı olarak seçti. 1985’ten itibaren Tibyan Yayınlarını kurarak yayıncılıkla meşgul oldu ve başta Tefhîm’ül Kur’an olmak üzere birçok dini eserin redaksiyon kurulunda yer aldı.
Yorumbilim'in (İlm-i Tefsir) yanı sıra uzun yıllar Tarih, Dilbilim (İlm-i Belâğat), Düşüncebilim (İlm-i Mantık) ve Felsefe dersleri verdi. Bir dönem Berlin'de yaşadı. sozkimin.com Şubat 1998'ten 2011'e kadar Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yaρmış, 05.02.2011 tarihinde 'Son Günahım' adlı yazısı ile gazete yazılarına son vermiştir.
1993'te Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dili: Kur'ân ve Meâlini hazırlayıp notlandırdı. Tarih ve siyasetten sosyal alandaki birçok tartışmalara kadar çok farklı sahalardaki çalışmaları ile ilmi araştırmalarına devam etti.
Bilimsel araştırmaları doğrultusunda yayımladığı eserlerinde, felsefede sahip olduğu yeni bir üslubun yanında sosyal meseleleri düşünce hayatımızla irtibatlandırarak yeni yaklaşımlar geliştirmeye çalıştı. Bunun yanında "Kesf-i Kadim: İmam Gazâlî’ye Dâir" kitabında olduğu gibi modern dönemde İslam düşünce geleneğine yaklaşım sorunlarına değinmenin yanında geleneğin yeniden okunmasında yeni bir usul geliştirmeye gayret etti. 2006 yılında Cemil Meriç e dair hazırladığı üç ciltlik çalışmasının yanında felsefe ve tasavvuf sahasında makaleler kaleme aldı. "Ölümün Dört Rengi" isimli eseri ile felsefi kültürün ulaşabildiği çok farklı sahalarda eserlerini kaleme almaya devam etti.
ESERLERİ:
1993 Elmalılı Hamdi Yazır / Kur’an-ı Kerim ve Meali (haz. ve not.)
1995 Başörtü Risalesi / Başörtüsü Bağlamında Kur'an'ın Çağdaş Bir Yorumu
1995 Kur’an’ı Anlamanın Anlamı/Hermenötik Bir Deneyim (I)
1995 Anlamın Buharlaşması ve Kur’an / Hermenötik Bir Deneyim (II)
1996 Sözün Özü: Kelam-ı İlahi’nin Tabiatına Dair
1997 Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Anlamın Tarihi
1998 Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi
1998 Kur’an, Dil ve Siyaset Üzerine Söyleşiler
1999 Hakikat ve Hurafe
1999 Kur’an Çevirilerinin Dünyası
1999 Bir Siyasî Proje Olarak Türkçe İbadet
2000 Bir Kur’an Şâiri: Mehmed Âkif ve Kur’an Meâli
2004 Ara Sokakların Tarihi: Hatıralar ve Hatıratlar
2004 Cenab-ı Aşk’a Dair
2014 Felsefe'nin Tüɾkçesi: Cumhuɾiyet-Felsefe-Eleştiri
2004 PhiloSophiaLoren
2004 Keşf-i Кadim: İmam Gazali'ye Dair
2005 Mehmet Akif’in Kur’an Tercümeleri
2005 Akif’e Dair
2005 Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Din ve Siyaset
2005 Düşünce Düşlenir
2006-2007 Cemil Meriç: Bir Mabed Bekçisi -İşçisi -Savaşçısı
2007 Daire'ye Dair
2007 Göz İzi
2009 Hz. İnsan
2009 Ölümün Dört Rengi
2012 Sanat ve Felsefe
2012 Sinema ve Felsefe
2012 Mimaɾlık ve Felsefe
2016 Motto
2019 Yorum Yorar (Nymphomaniac/Bir Sinema Delisinin Öyküsü yazısı)
https://felsefedersleri.com/ducane-cundioglu