• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı
    • Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu /2024
    • Geçmişten Geleceğe Başarının adı

8 Ocak

HEZARFEN EDHEM EFENDİ

(1829-1904)





Üsküdar Sultantepe’deki Nakşibendiyye tarikatına bağlı Özbekler Dergâhı’nda doğdu. Babası adı geçen dergâhın şeyhi Sâdık Efendi’dir (ö. 1846). Mahalle mektebini bitirdikten sonra babasından, amcasından ve dergâha gelen Buharalı âlimlerden özel ders alarak yetişti. Üstün yeteneği sayesinde mimari, hendese, kozmografya ve teknik konularda devrin akademik seviyesine erişen İbrahim Edhem Efendi Çağatayca, Arapça, Farsça ve Ermenice’nin yanı sıra teknik kitaplardan faydalanabilecek kadar Batı dillerini öğrendi. Amcası Abdürrezzak Efendi’nin ölümünden sonra dergâhın şeyhi oldu (1271/1855). Ancak el sanatlarına ilgisinden dolayı bu makamı oğlu Sâdık Efendi’ye bırakarak meraklı olduğu konularla uğraşmayı tercih etti. İnce marangozluk, doğramacılık, oymacılık, hakkâklık, dökmecilik, tornacılık, tesviyecilik, demircilik, makinecilik, dokumacılık, matbaacılık sahalarında ihtisas sahibi olan Edhem Efendi, Midhat Paşa tarafından kurulan Mekteb-i Sanâyi’nin imalât müdürlüğüne tayin edildi. Burada birçok talebe yetiştirdi; ancak kendisini çekemeyenlerin faaliyetleri sonucu bir süre sonra ta‘mîrât-ı âliye müdürlüğü göreviyle Hicaz’a gönderildi. Kâbe’nin içinde ve dışında işçilerle beraber bizzat çalışırken kullandığı malayı başka hiçbir yerde kullanmayıp saklamış, “mûcib-i şefâat olur” ümidiyle öldüğü zaman kendisiyle birlikte gömülmesini vasiyet etmiş ve bu vasiyeti yerine getirilmiştir. Ayrıca ziyaretçilerin içine düşmelerini önlemek maksadıyla Zemzem Kuyusu’nun üstünü kafes şeklinde yekpâre kurşun dökerek kapatmıştır. Edhem Efendi Ravza-i Mutahhara’nın tamiriyle de uğraştı. İstanbul’a döndüğünde resmî bir görev almayıp dergâh mensuplarını ve Buharalı misafirleri geçindirmek için bildiği el sanatlarını icra ederek hayatını kazandı. Oldukça ileri bir yaşta Çarşambalı Ârif Bey’den ta‘lik hattını öğrenip icâzet aldı. Babasından öğrendiği ebruculuğu da devam ettirmiş ve bu sanat talebesi M. Necmeddin Okyay yoluyla zamanımıza gelebilmiştir.

Türkiye’de ilk kurşun boruyu döken Edhem Efendi dergâhtaki derin kuyudan su çeken bir tulumba yapmış, imal ettiği sünnet aleti Almanya’da takdirnâme almıştır. Bazı eserleri Paris sergisinde teşhir edilmiş (1867) ve kendisine madalya verilmiştir. Yaptığı bir buharlı makineyi Üsküdar Şemsipaşa’da sandala takarak sandalı pervane kuvvetiyle Kuzguncuk’a yakın Paşalimanı’na kadar yürütmüştür. Eserlerinde imza olarak Kâmî mahlasını kullanan Edhem Efendi, bunları dergâhın mescidi altındaki iş odasında imal eder, tezyinat ve teknik resim çizmeyi de bildiği için yapacağı alet ve eşyanın modelini, dökümünü, tornasını, perdahını bizzat kendisi yapardı. Son derece mütevazi, hoşsohbet bir insan olan Edhem Efendi’nin zamanında Özbekler Tekkesi bir ilim ve sanat akademisi haline gelmiştir. Devrin âlim ve sanatkârları ondan feyiz almak için ziyaretine gelirlerdi. Gençliğinde okçuluğa merak sarıp bu sporda da başarı gösteren Edhem Efendi, Doksanüç Harbi’nde Üsküdar’da teşkil edilen millî taburun (Mevkib-i Hümâyun) kumandanlık görevinde bulunmuştur.

Edhem Efendi’nin eserlerinden pek azı, bugün torun çocuklarının oturduğu Özbekler Tekkesi’nde korunmaktadır. Bunların saklandığı dolabın üstüne metni kendisine ait olan, “Nakışlar dolapta saklıdır, bunları yapan da toprakta gömülüdür” anlamındaki Arapça beytin yazdırılmasını vasiyet etmiş, bu vasiyeti ebru talebesinden hattat Aziz Rifâî Efendi tarafından yerine getirilmiştir.

20 Şevval 1321 (8 Ocak 1904) Cuma gecesi tekkenin mescidinde yatsı namazı esnasında vefat eden Edhem Efendi ertesi gün tekkenin hazîresine defnedilmiştir. Kabir kitâbesindeki manzume Rıza Tevfik Bölükbaşı’ya aittir. Eski Washington büyükelçisi Münir Ertegün (ö. 1944) Edhem Efendi’nin torunudur.

 

 

RAUF YEKTÂ BEY

(1871-1935)

(1871-1935)

Mûsiki nazariyatçısı ve yazarı, bestekâr, neyzen.

5 Muharrem 1288 (26 Mart 1871) tarihinde İstanbul Aksaray’da Muhtesip Karagöz mahallesinde (günümüzde İstanbul Belediye Sarayı’nın giriş kapısının bulunduğu yer) doğdu. Babası Harbiye Nezâreti Mektûbî Seraskerî Kalemi birinci mümeyyizi Ahmed Ârif Bey, annesi İkbal Hanım’dır. Asıl adı Mehmed Rauf olup Reîsülküttâbzâdeler diye anılan bir aileden gelmektedir. Üç dört yaşlarındayken annesini, yedi yaşında babasını kaybedince vasîliğini İstanbul’un tanınmış ailelerinden Altûnîzâdeler üstlendi. Simkeşhâne İbtidâî Mektebi’nin ardından Aksaray’daki Mahmûdiyye Rüşdiyesi’ni 28 Temmuz 1884 tarihinde bitirdikten on gün sonra Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nde kâtip yardımcılığı göreviyle memuriyete başladı. Nisan 1885’te görevi Kayıtlar Odası’na nakledildi. Fransızca öğrenimi için girdiği Lisan Mekteb-i Âlîsi’nden dört yıl sonra mezun oldu. 1894’te kısa bir süre için gittiği Halep’ten dönüşünde Dîvân-ı Hümâyun’daki vazifesine tekrar başladı. Burada hat derslerine devam etti ve icâzet aldı. Hocası Nâsih (Nasûhî) Efendi tarafından kendisine “Yektâ” mahlası verildi. Bu arada özel hocalardan Arapça ve Farsça öğrendi. 13 Mart 1895’te sâlise rütbesi almasının ardından 29 Kasım 1897’de başmüsevvidliğe, bir ay sonra da sâniye sınıf-ı sânîsine terfi etti. 3 Mayıs 1906’da ikinci rütbeden mütemâyizliğe, 5 Şubat 1908’de başkâtip muavinliğine, yedi ay sonra mümeyyizliğe getirildi. Bu arada dördüncü rütbe Osmânî (1900) ve Mecîdî (1903) nişanlarıyla taltif edildi. 1922’de yapılan düzenleme sonunda Dîvân-ı Hümâyun beylikçi muavinliğinden emekli edildi. 1913 yılında Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni üyeliğinde bulunan Rauf Yektâ Bey, Dârülelhân’ın kuruluşundan (1917) Alaturka Bölümü’nün lağvına kadar (1926) burada Türk mûsikisi nazariyatı ve Şark mûsikisi tarihi okuttu, Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ’da mûsiki dersleri verdi. 1926 yılından vefatına kadar İstanbul Konservatuvarı Tarihî Türk Mûsikisi Eserlerini Tasnif ve Tesbit Heyeti başkanlığında bulundu. 8 Mart - 11 Nisan 1932 tarihleri arasında Kahire’de toplanan Arap Mûsikisi Kongresi’ne Mesut Cemil ile birlikte katıldı. Yakalandığı tifo hastalığından kurtulamayarak 8 Ocak 1935’te Beylerbeyi’nde vefat etti, Kuzguncuk’taki Nakkaştepe Mezarlığı’na defnedildi. Ölümü üzerine Abdülbaki Gölpınarlı’nın yazdığı yedi ayrı tarih mısraından ikisi şöyledir: “Raûf Yektâ’yı kaybettik bu yıl hay” (1353); “Kutb-i nâyî ney gibi hâmûş oldu el-meded.” Ölümünden sonra Bakırköy Zuhuratbaba’da bir sokağa adı verildi. 1934 yılı sonlarında radyolardan Türk mûsikisinin kaldırılmasından duyduğu üzüntüyle hastalığının şiddetlendiği ve defni sırasında Cemal Reşit Rey’in Ruşen Ferit Kam ve Mesut Cemil’e, “Mûsiki şehidi oldu” dediği nakledilir.

Araştırma ve çalışmalarıyla Türk müzikolojisinin ve günümüz Türk mûsikisi sisteminin temellerini atan Rauf Yektâ Bey müzikolog, bestekâr ve neyzen kimliğiyle Türk mûsikisi tarihinin önde gelen simalarından biridir. İlk mûsiki meşklerine 1885’te, yedi yıldan fazla öğrencisi olduğu Zekâi Dede’den dinî eserler geçerek başladı. Beylerbeyi Camii başmüezzini Osman Efendi’den dinî eserler ve özellikle na‘tlar meşketmesinin yanı sıra Batı notası öğrettiği Zekâizâde Hâfız Ahmed (Irsoy) ve Bolâhenk Nûri Bey’den aldığı derslerle de repertuvarını zenginleştirdi. Mûsiki nazariyatı konusunda 1889’da Galata Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Atâullah Dede ile başladığı çalışmalarını Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Celâleddin Dede ile devam ettirdi. Bu arada ses fiziği ve akustik konusunda Sâlih Zeki Bey’den faydalandı ve Şeyh Celâleddin Dede’den tambur öğrendi. Ayrıca Batı müziğini ve literatürünü inceleme imkânı buldu. Bu birikim onun ilerleyen yıllardaki teliflerinin temelini oluşturmuştur.

Rauf Yektâ Bey, X. yüzyıldan bu yana İslâm dünyasında, XV. yüzyıldan sonra da Osmanlı sahasında yazılan mûsiki nazariyatına dair eserleri inceleyerek uzun süredir üzerinde pek durulmayan mûsiki nazariyatı kavramını yeniden gündeme getirmiştir. Kendisinden önce Galata Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Atâullah Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Celâleddin Dede ve Bahâriye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede Türk mûsikisi tarihi, bu mûsiki sisteminde yer alan perdeler, aralıklar, makamlar ve usuller üzerinde araştırma yapmalarına rağmen bunları yazılı eserler haline getirme fırsatı bulamamışlar, ancak elde ettikleri bilgileri öğrencileri Rauf Yektâ ve Mehmed Suphi beylere aktarmışlardır. Sonraki yıllarda aralarına Hüseyin Sadettin Arel’i de alan Rauf Yektâ ve Mehmet Suphi Ezgi, özellikle nazariyat konusunda çalışmalarını genişleterek bunları yayımlamışlar ve günümüzdeki Türk mûsikisi sisteminin ilk adımlarını oluşturmuşlardır. Bugün Türk mûsikisinde kullanılmakta olan nota yazısına temel alınan bir 8’li içerisinde 24 eşit olmayan aralığın yer aldığı 25 perdeli sistemin ilk teorik açıklamasını Rauf Yektâ Bey yapmıştır.

1886’da Kasımpaşa Mevlevîhânesi şeyhi Seyyid Ali Rızâ Dede tarafından sikkesi tekbirlenerek Mevleviyye tarikatına intisap eden Rauf Yektâ Bey daha sonra Şeyh Mehmed Atâullah Dede’den ikinci defa sikke giymiştir. Dönemin önemli neyzenleri arasında yer alan Rauf Yektâ Bey, Galata Mevlevîhânesi dervişlerinden Sabri Dede ile Hacı Ali Dede’den aldığı ilk ney derslerini Yenikapı Mevlevîhânesi neyzenbaşısı Cemal Dede ile devam ettirmiş ve 1894 yılından sonra şah ney üflemeye başlamıştır. Uzun süre mevlevîhânelerdeki mutrip heyetlerinde neyzenlik yapmış, Yenikapı Mevlevîhânesi neyzenbaşısı Hilmi Dede’nin ölümü (1922) üzerine aynı mevlevîhânenin neyzenbaşılığına tayin edilmiş ve tekkeler kapatılıncaya kadar üç yıl bu görevini sürdürmüştür.

Rauf Yektâ Bey telifleri ve mûsikiyle ilgili hemen her konuda kaleme aldığı 400 civarında makalesiyle kendini mûsiki çevrelerine kabul ettirmiştir. 6 Nisan 1898 (25 Mart 1314 r.) tarihli İkdam gazetesinde yayımlanan “Osmanlı Mûsikisi Hakkında Birkaç Söz” adlı makalesiyle başladığı mûsiki yazarlığına ses fiziğini ve ilmî üslûbu getirmiş, Ahmed Midhat Efendi, Zâti Bey (Arca), Nûri Şeydâ, Mahmut Ragıp (Gazimihal) gibi yazarlarla girdiği mûsiki tartışmaları dönemin ciddi polemikleri arasında yer almıştır.

Eserleri. A) Kitapları. 1. Esâtîz-i Elhân: Hâce Zekâî Dede (İstanbul 1318, 1. cüz).

  1. Esâtîz-i Elhân: Hâce Abdülkādir-i Merâgī(İstanbul 1318, 2. cüz).
  2. Esâtîz-i Elhân: Dede Efendi(İstanbul 1341 r./ 1925, 3. cüz). Bu eserler Nuri Akbayar tarafından tekrar yayımlanmıştır (İstanbul 2000). Rauf Yektâ Bey’in bir seri olarak tasarladığı bu çalışmada neşredemediği “Nâyî Osman Dede”, “Safiyyüddin Urmevî” ve “Hacı Ârif Bey” bölümlerinden son ikisi bugün Murat Bardakçı’da bulunmaktadır.
  3. Risâle-i Mûsikî(İstanbul 1328). Abdurrahman-ı Câmî’nin Farsça eserinin tercümesidir. Evinde kurduğu bir matbaada bu çevirinin ancak otuz iki sayfasını yayımlayabilmiştir.
  4. Türk Notası ile Kırâat-ı Mûsikiyye Dersleri(İstanbul 1335 r./1919). Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ’da verdiği derslerden birinin notları olan ve eski harf notalarından faydalanarak meydana getirdiği kendi notasyon sistemini anlatan otuz iki sayfalık bir risâledir.
  5. “La musique turque” (Encyclopédie de la musique et dictionnaire du conservatoire, Paris 1922, s. 2945-3064). Rauf Yektâ Bey’in Türkçe kaleme alıp daha sonra Fransızca’ya çevirdiği bu monografide Türk mûsikisi tarihinin nazarî ve amelî konuları örneklerle anlatılmıştır. Türkçe tercümesi Orhan Nasuhioğlu tarafından önce Musiki Mecmuası’nda tefrika edilmiş, ardından Türk Musikisiadıyla kitap halinde neşredilmiştir (İstanbul 1986).
  6. Türk Mûsikisi Nazariyatı(İstanbul 1343/1924). Dârülelhân’daki hocalığı sırasında okuttuğu ders notlarından ibaret olan eserin 152 sayfası yayımlanabilmiştir. Doksan üç sayfası Gönül Paçacı’nın çevrim yazısıyla Mûsikişinas dergisinde neşredilmiş olup (İstanbul 1997-2006, sy. 1-8) neşir devam edecektir.
  7. Şark Mûsikîsi Târihi(İstanbul 1343/1924, 1933). Eserin ancak altmış dört sayfası yayımlanabilmiştir.
  8. Muṭâleʿât ve ârâʾ ḥavle müʾtemeri’l-mûsîḳıyyi’l-ʿArabiyye(Kahire 1934). 1932’de Kahire’de Arap Mûsikisi Kongresi’ne katılan Rauf Yektâ Bey’in o günlerde Muhâdene gazetesinde yayımlanan otuz makalesinin kitap haline getirilmiş şeklidir.
  9. Müʾtemerü’l-mûsîḳa’l-ʿArabiyye(Kahire 1933). Adı geçen kongredeki tebliğ, rapor ve görüşmeleri içeren bir eserdir.
  10. B) Makaleleri.Rauf Yektâ Bey’in makalelerinin neşredildiği mecmua ve gazetelerden tesbit edilebilenler şunlardır: Mecmualar: ÂhenkÂlem-i MûsikîAnadolu MecmuasıDârülelhânHâleMa‘lûmâtMillî Tetebbûlar MecmuasıNotaPeyâmResimli GazeteResimli KitapServet-i FünûnŞehbâlTiyatro ve MûsikîYeni Mecmûa. Gazeteler: ÂtîÇiçekİkdamİleriTasvîr-i EfkârTevhîd-i EfkârÜmmetVakitYeni Ses. Ayrıca Paris’te Jules Combarieux tarafından yayımlanan Revue musicaleadlı dergide 1907-1908 yılları arasında makaleleri, Monde musicale’de inceleme ve araştırmaları çıkmıştır.
  11. C) Nota Neşriyatı.Dârülelhân’da 1923’ten sonra gayri resmî olarak oluşturulan Hey’et-i İlmiyye’de, bu kuruluşun adının İstanbul Konservatuvarı olarak değiştirildiği 1926’da resmen kurulan, Rauf Yektâ Bey’in başkanlığında Ahmet Irsoy, Ali Rifat Çağatay’dan (daha sonra Suphi Ezgi ve Mesut Cemil) meydana gelen Tarihî Türk Mûsikisi Eserlerini Tasnif ve Tesbit Heyeti’nde incelenerek yazılan pek çok klasik Türk mûsikisi notası güfteleriyle birlikte seri halinde neşredilmiştir. Türk mûsikisinin birinci derecede başvuru kaynağı olan bu nota yayımında Rauf Yektâ Bey’in kaleme aldığı tarihî ve biyografik bilgiler ayrı bir önem taşımaktadır. Bu eserler şunlardır:
  12. Dârülelhân Külliyâtı(İstanbul, ts.). İlk 120’si Arap harfleriyle toplam 180 adet klasik Türk mûsikisi eserinin yaprak nota halinde yayımıdır. Notaların yanı sıra mûsiki bilgilerinin de yer aldığı bu neşirde “İfâde-i Mahsûs” ve “İhtâr-ı Mahsûs” başlıklı yazıların Rauf Yektâ Bey’e ait olması kuvvetle muhtemeldir.
  13. Türk Musikisi Klasiklerinden İlâhîler(I-III, İstanbul 1931-1933). Mehmet Suphi Ezgi, Ahmet Irsoy ve Ali Rifat Çağatay ile ortak hazırlanan bu serinin I. cildi mevlid tevşîhlerine, II ve III. ciltler ilâhilere ayrılmıştır.
  14. Türk Musikisi Klasiklerinden Bektaşî Nefesleri(IV-V, İstanbul 1933).
  15. Türk Musikisi Klasiklerinden Mevlevî Âyinleri(VI-XVIII, İstanbul 1934-1939). Rauf Yektâ Bey, kırk bir adet âyinin yer aldığı bu serinin ilk dört cildinin (VI-IX) hazırlanışında bulunabilmiş, onun vefatından sonra diğer ciltler Ahmet Irsoy, Suphi Ezgi ve Mesut Cemil tarafından hazırlanmıştır. Rauf Yektâ Bey’in 1926’dan sonra başlatılan Anadolu folkloruna yönelik derleme gezilerindeki çalışmalara önemli katkıları olmuş, “Dârülelhân Külliyatı” adı altında neşredilen Anadolu halk şarkıları serisinin ilk iki fasikülünü hazırlamıştır (İstanbul 1926).

Ayrıca Selim Nüzhet’le (Gerçek) birlikte Gülme Komşuna adlı orta oyununu yayımlamış (İstanbul 1931), bu oyunda yer alan çeşitli tiplemelere ait on yedi oyun havasını notaya almıştır.

Çalışmalarının önemli bir kısmını araştırmalara ayıran Rauf Yektâ Bey’in bestekârlıkla fazla meşgul olamadığı söylenebilir. Buna rağmen peşrev, kâr, beste, ağır semâi, saz semâisi, şarkı, marş, Mevlevî âyini, tekbir ve ilâhi formlarında elli civarında eser bestelemiştir. Zengin bir mûsiki repertuvarına sahip olan, bestelerinde klasik üslûbun hâkim olduğu Rauf Yektâ Bey, Mehmed Âkif Ersoy’un İstiklâl Marşı’nı da bestelemiştir. Yenikapı Mevlevîhânesi’nde neyzenbaşı iken bestelediği yegâh âyini bu formun örnek eserlerindendir. Abdülhak Hâmid’in (Tarhan), “Allāhü ekber Allāhü ekber / Kāim onunla mihrâb u minber” mısralarıyla başlayan manzumesine, kendi buluşu olan zafer usulüyle rast makamında yaptığı ve “millî tekbir” adını verdiği beste orijinal bir çalışmadır. Onun mâhur peşreviyle bayatî-araban saz semâisi de seçkin saz eserleri arasında yer alır.

İyi bir mûsiki hocası olan Rauf Yektâ Bey pek çok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında uzun süre ders verdiği Kemal Batanay, Sadettin Heper, Burhâneddin Ökte, Gavsi Baykara, Âsaf Hâlet Çelebi, Mesut Cemil Tel, Halil Can, Mehmet Suphi Ezgi, Mehmet Emin Yazıcı, Faruk Ârifî Emhaz, Zeki Ârif Ataergin, Suphi Ziya Özbekkan, Ruşen Ferit Kam ve Vecihe Daryal özellikle sayılmalıdır. Hassas kişiliğinin yanı sıra nezaketi ve alçak gönüllülüğüyle bir İstanbul efendisi olarak bilinen Rauf Yektâ Bey’in el yazması, nota, mûsiki belgeleri ve mûsiki eserlerinden oluşan zengin bir kütüphanesi vardı. Nâdir el yazması mûsiki eserlerinin de bulunduğu bu kütüphanede ölümünden sonra bir kısım el yazması kitapları kaybolmuş, matbu kitapları Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışlanmıştır. Kütüphane ve koleksiyonundan kalanların büyük bir kısmı torunu Yavuz Yektay’da bulunmaktadır. Musiki Mecmuası’nın 203. sayısı (Ocak 1965) Rauf Yektâ Bey’e ayrılmış, hakkında Süleyman Erguner tarafından bir doktora tezi (Raûf Yektâ Bey ve Türk Mûsikîsi Üzerindeki Çalışmaları, 1997, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve aynı üniversitede Muhammed Ali Çergel tarafından yüksek lisans (Raûf Yektâ Bey’in İkdâm Gazetesi’nde Neşredilen Türk Mûsikîsi Konulu Makâleleri, 2007) hazırlanmıştır.

 

BİLİM ÜSKÜDAR KÜTÜPHANESİ

Adres: Ünalan Mahallesi, Ünalan Cd. No:11, 0549 620 18 88

 

 

Bilim Üsküdar Kütüphanesi; bilim ve teknolojiyi herkes için anlaşılır bir hale getirmek için kurulan Türkiye’nin en kapsamlı bilim ve planetaryum merkezinde 5 bin kitap kapasitesi ve 26 bin elektronik (çevrimiçi) kaynakla beraber geniş çalışma alanları ile 8 Ocak 2023 tarihinde hizmete girmiştir.

Çocuklara ilham vermek, gençlere destek olmak amacıyla hizmet veren Bilim Üsküdar’da hayal eden, araştıran, geliştiren ve üreten bir nesil yetiştirmeyi hedeflemek amacıyla kurulan kütüphaneye üyelik ücretsiz olup Pazartesi günleri hariç haftanın 6 günü 09.00-18.00 saatleri arasında tüm kullanıcılara rezervasyonsuz olarak hizmet vermektedir.

kutuphane.uskudar.bel.tr adresinden kütüphane kataloğuna erişim sağlayabilirsiniz

 

 

 

 

 

 

Cumhuriyetin Üsküdar 100’leri
 
 
 
 
 
 
Aktif Ziyaretçi16
Bugün Toplam20
Toplam Ziyaret4066
Üyelik Girişi
Takvim
Hava Durumu